“Liberya’da 1991 yılında gerçekleştirilen bir araştırma, sokaklarda yaşayan ve bu arada çeşitli işler yapan çocukların yüzde 90’ının savaştan sonra kente geldiklerini” ortaya koyuyor.
Yine aynı kaynağa, ki bu: 1996 yılında basılmış, “Dünya Çocuklarının Durumu” isimli, UNICEF’in 50. yıldönümü sayısıdır, “... milyonlarca çocuk dünyamızın Los Angeles, Sao Paulo, Manila gibi büyük kentlerin sokaklarında yaşamak için mücadele etmektedir. Bu kentlerdeki koşullar savaş alanlarındaki koşullara yakındır. Polis ve askerle çatışma ya da çocukların kendi aralarındaki silahlı bıçaklı kavgalar, gündelik yaşamın ürkütücü bir boyutu haline gelmiştir. ABD’deki genç çetelerin uyuşturucu bağlantılı olarak yürüttükleri şiddet, giderek daha küçük yaştakileri kendi safına çekmektedir. Dünyanın büyük kent merkezlerinde günlerini dilencilik yaparak, araba camları silerek geçiren çocuklar vardır. Ve bu çocuklar acılarını, tiner gibi kimyasal maddeler ve Bally gibi yapıştırıcılar koklayarak geçirmektedirler. Bazı Latin Amerika ülkelerinde işadamları, başbelası saydıkları sokak çocuklarını ortadan kaldırmaları için mesai dışı iş arayan polislere, özel muhafızlara para ödemektedir.”
Dünyadaki durum özelde bu.
Türkiye’de ise çocuğun sokakla olumsuz anlamda tanışmasının öyküsü kırdan kente göçle başlıyor.
Sokak her zaman olumsuzluk ifade etmiyor çocuklar için. Aksine ailesiyle birlikte yaşayan çocuklar -yüzde 66- için yararlı oluyor. Sokak onlara; oyun ve gezinti alanları, sosyal ilişkiler, alışveriş imkânı ve zeka gelişimleri için bir dolu uyaran sunuyor. Sokaktan faydalanıyorlar.
Sokaklar; evle ilişkisi kopmuş, tüm günlerini sokakta geçiren, çoğu günlerini sokakta geçirip ara ara eve giden çocuklar için olumsuz, sokakta çalışıp akşamları eve dönen çocuklar için zarar verme riski yüksek olan yerler.
Sokaklardaki çocuklar genellikle şöyle tanımlanıyor:
Sokakta çalışan çocuklar: Sokakta çalışıp eve gidiyorlar. Tahminen yüzde 22.
Sokağın çocukları: Zamanının büyük kısmında sokaktalar. Ender olarak eve gidiyorlar. Yüzde 7.
Sokak çocukları: Hep sokaktalar. Terk edilmiş çocuklar. Yüzde 3.7.
Çocuklar sokakta birbirlerine değme dokunma noktasındalar; bu nedenle zaman zaman çakışıyor, bir tanımdan diğerine geçebiliyorlar. Geçişlerde genellikle tercih sokaktan yana olabiliyor. Benzer geçişler, “Güç koşullar altındaki çocuklar” başlığı altında sıralanan; sosyal açıdan dezavantajlı konumda olan çocuklar, çalışan çocuklar, ihmal ve istismar edilen çocuklar, madde bağımlısı çocuklar ve “kanunla ihtilafı olan çocuklar”da da gözlemleniyor.
Türkiye’de kırdan kente göç 1945’lerde başlıyor. 1950’lerden itibaren de “köprüaltı çocukları” dediğimiz ilk sokak çocukları görünmeye başlıyor. Aslında Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde de Cumhuriyet’in ilk yıllarında da varlar. Ancak bugüne oranla o kadar azlar ki o dönemin koşullarında hepsinin fotoğraflarıyla bir albüm oluşturulup, yaşları, nereden geldikleri, ne yaptıkları yazılabiliyor. Aynı İstanbul’da bugün 10.000 civarında, sokakta olan çocuktan söz edebiliyoruz. Belki gerçek rakam bunun çok üzerinde.
Kırdan kente yönelik biri 1945’lerde, biri 1980’lerde başlayan iki farklı göç dalgası, sokaktaki çocuğun sayısında da, özelliğinde de farklılıklara yol açıyor.
İkinci dalga göçte, Güneydoğu’daki şiddet nedeniyle yoksulluğun yanısıra insanlarda can derdi de var. Ayrıca Yeni Dünya Düzeni’nin etkisiyle sosyal katmanlar arasındaki uçurum derinleşmiş.
Kentlerde daha birebir hissedilen ve yaşanan “görece yoksulluk” her iki göç dalgasında da yıkıcı bir evsahibi. Ama ikincisinde tahrip gücü çok yüksek. İlk dalga; gecekondu, dolmuşu, işportasıyla ayakta kalmaya çalışırken ikincisi birincinin tutunma sürecine de ket vuruyor.
Can güvenliği, zulüm korkusuyla yollara düşen insanlar; barınma, beslenme, sağlık gibi temel ihtiyaçlarını karşılama mücadelesinin yanısıra onları istemeyen, dışlayan bir atmosfere boğuşmak durumunda kalıyorlar.
Kendileri sefalet içindeyken hep aynı insanların, şaşaa içinde yaşamlarının, her gün haber olarak verilmesine marûz bırakılıyorlar!
Gelişleriyle pazarı genişlettikleri, ucuz işgücü sağladıkları, rantı yükselttikleri kentte yabancı muamelesi görüyorlar.
Akraba ve tanıdıklarının dışında hiçbir kurum onlara kenti, kentteki yaşamı olanakları ve olmazları anlatmıyor. Nasıl iş bulunur, nereye nasıl gidilir, otobüse, trene, vapura nasıl binilir, hastane hizmetinden nasıl yararlanılır, hakları nedir, başlarına bir şey gelirse nereye başvurulur gibi bilgileri kimse vermiyor. Çocuğuna nasıl sahip olacağı anlatılmıyor. Aksine, ulaşabildikleri kurumlardan “görgüsüzlükleri” nedeniyle dışlanıyorlar. Herhangi bir olumsuzlukta şüpheli şahıs muamelesine marûz tutuluyorlar. Önyargıları kırmak mümkün olmayınca, insanlara da onları gerçekleştirmek kalıyor!
Bazıları için tüm hayatları boyunca görmedikleri nesneler, yapılar, ilişkiler yaşamlarının bir parçası haline gelmek durumunda. Para hesabında, yol bulmada, elektronik veya mekanik eşyaları kullanmakta, yazmakta, okumakta çocuklar ana-babalarının önüne geçiyor, onlara yardımcı oluyorlar. Çocuklar kenti daha çabuk benimsiyor. İşte çocukları bir işyerinde çalışmaya da, sokakta çalışmaya da motive eden şey bu: Ailenin ona ihtiyacının olduğunu düşünmesi.
Bir yandan ana-babalarının, yakın çevrelerinin; korku, çaresizlik, yenilmişlik duygusunu içten içe hissederken, diğer yandan da bisiklet, spor ayakkabı, kot pantolon gibi şeyleri hayal etmekten kendilerini alamıyorlar. Bir de markalı olması gerekiyor. Çocuklar kenti daha çabuk çözümlüyorlar. Özellikle yazılı olmayan kurallarını. Markalı olmazsa bir değer ifade etmeyeceğinin farkındalar, örneğin, kent ise; tanımlarının birinde, tuvalete bile parayla girilen bir yer olarak geçiyor.
Ve çocukları dışarıya asıl çeken şey: para.
Ailenin de payı az değil bu gidişte. Çocuğun ihtiyaçlarını karşılayamama var. Çok çocuklu, çok nüfuslu olunduğundan ilgisizlik ve ihmal var. Fiziksel istismar var. Aile gelirine katkısı olması için çalışması beklentisi var.
Ekonomik faaliyetlerde çalışan çocukların büyük çoğunluğu, ki yüzde 85 civarında, gelirinin tamamını veya bir kısmını ailesine veriyor. Bu aile gelirinin üçte birini oluşturuyor.
İş Kanunu’na ve ILO’nun 138 sayılı sözleşmesine göre çocuk çalıştırma alt basamağı 15 yaş olmasına karşın 6-14 yaş grubunda, çalışan çocuklar tüm çalışanlar içinde, yüzde 5 gibi bir dilimi kapsıyor.
Çocuğun çalışmasından aile memnun, gelirine katkı oluyor, işveren memnun, ucuz işgücü sağlıyor. Ama çocuklara bakıldığında aynı şeyi söylemek mümkün olmuyor. Çalıştırmak çocuk istismarının en yaygın biçimi. Deri, tekstil, metal, plastik, ağaç işkollarında, oto tamirhanelerinde yanıcı, patlayıcı kimyasal maddelerle, bağımlılık yaratıcı, vücudun önemli organlarında hasar bırakıcı maddelerle, korunmasız çalışıyorlar. İş saatleri çoğunlukta 10 saatin üzerinde ücretleri çok düşük. Kayıtsız, sigortasız ve tabiî ki sendikasızlar. Bu yüzden işkazaları, meslek hastalıkları kadar angaryadan, fiziksel ve cinsel istismardan da korunmaktan uzaklar.
Okulla ilişkisinin kesilmesi çalışan çocuğun da sokaktaki çocuğun da çoğunlukla başına gelen bir şey. Çalışan çocuklarda zorunlu eğitimden sonra okullaşma oranı düşüyor.
Okulla ilişkisinin kesilmesinde ifade edilen neden: tembellik, başarısızlık ya da isteksizlik olduğunda, okulun çocuğu anlamada, kavramada, kendini ifade etmesine ortam ve olanak sağlamada yetersiz kaldığı gibi bir sonuca götürüyor insanı. Ayrıca dayağa bir disiplin aracı olarak bakılması, zorunlu bağışlar, çanta, önlük, kitap masrafı, dergi parası, kalabalık sınıflar da çocukların okuldan itilmesine neden oluyor.
Okul önemli. Sokaktaki çocukların sayısı yazları kışa göre iki kat fazlalaşabiliyor. Bunda okulun tatil olmasının etkisi büyük.
Sokaklardaki çocukların büyük bir kısmının ailesi var. Bir kısmının en az okur-yazar olması okulu denemiş olduklarını gösteriyor. Bazıları işi de denemiş. Çocukar bütün o aşamalarda yardım beklemişler, ancak hakları olan korunma, onlardan esirgenmiş olduğundan, sokağa yöneldikleri gözlemleniyor.
Sokakta çalışan çocukların da korunmaya veya kendilerini korumak için yardıma ihtiyaçları var. Onlardan da esirgeniyor, bu.
Sokakta çalışan çocuk, bir işyerinde çalışan çocuktan epey fazla para kazanıyor. Bu yüzden de ailelerce tercih ediliyor. Aylık asgarî ücret civarında para kazanıyorlar.
Ailenin ekonomik güçlüğü nedeniyle okul dışı zamanının bir kısmını sokakta çalışarak -ayakkabı boyayarak, simit, poşet, mendil, yara bantı, kalem satarak- geçiren çocuk; aile ilişkileri bozulmadan sürüyor ve sokağın tehlikelerinden korunabiliyorsa daha çabuk olgunlaşıyor. Yetişkin işlerinde de başarılı oluyor. Zaten tavırları da yetişkin tavrı.
Sokakta çalışan çocuklar arasında kızlar azınlıkta. Onlar daha çok ücretsiz ev işçisi olarak çalıştırılıyorlar. Dışarıya ev işlerine gidiyorlar, çocuk bakıcılığı yapıyorlar. Sokakta çalışan kız çocukları genellikle erkek kardeşleriyle birlikte veya onun gözetiminde.
Sokak çocukları arasında ise kızlar yok denebilecek kadar az. Sokakta olan kız çocukları ivedilikle ve sessizce fuhuş sektörüne çekiliyorlar.
Ankara sokaklarında bir tanesine rastlıyorum. O da pantolon, ceket ve kasket giyerek kendini oğlan çocuklarına benzetmiş olarak dolaşıyor. Sokak çocukları yıkanma ve elbise değiştirme olanakları ve istekleri -bir anlamda koruyucu zırh olarak kullanıyorlar- bulunmadığından çok kirli görünüyorlar. Dikkatli bakmayınca yüzleri hep birbirine benziyor. Bu kız çocuğu da bu imkânı iyi kullanıyor.
Çocuk birçok yol deneyip tükettikten sonra sokak çocuğu olabildiği gibi, birden, bardağı taşıran bir damlayla da karar verip evden sokağa kaçabiliyor. Ama ilk kaçış genellikle kısa süresi oluyor. Çabuk gözü korkuyor, çabuk yılıyor, çabuk geri dönüyor. Çok azı bir daha denemese de çoğunluğu bu gidiş gelişleri sürdürerek sokağın çocuğu oluyor.
Bu arada çocuğun karşılaştığı tek görevli polis. Sokakta çalışan da, sokak çocuğu da zabıta ve polisten korkuyor. Polis bulduğu başıboş çocuğu, varsa, bulabilirse ailesine yoksa Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu’na teslim ediyor. Her ikisi de çocuk için -aile ve okul anlamında denenmiş olduğundan- bir çözümü ifade etmiyor ve çocuk yine sokağa gidiyor.
Sokaktaki çocuklar dışarıya karşı birbirlerini koruyorlar. Aralarında görünmez kurallara bağlılık ve bir dayanışma söz konusu. Ancak birbirlerine zor kullanmak ve birbirlerinin parasını almak da rastlanmayan şeyler değil.
Sokağın çocuğu için de, sokak çocuğu için de karınlarını doyurmak pek sorun olmuyor. (Bir araştırmaya göre sokak çocukları diğer çocuklardan daha zeki.) Bir-iki saat dilenmek, araba camı silmek, inşaatlardan demir çalıp satmak, kola kutularını çöpten toplayıp satmak bu gereksinimlerini karşılayacak parayı onlara sağlıyor. Ama artık ne yazık ki, sokak çocuklarının önemi bir kısmı yemekten önce bally veya tiner parasını bulma çabasına giriyorlar. Uçucu madde bağımlısı olup da dilenenler; para vermek yerine yiyecek alınıp verilmesi teklifini reddediyorlar. Uçucu maddeyi koklamaya başladığında artık ne acıkıyor, ne üşüyor, ne oyuncağa ihtiyacı kalıyor, ne sevgiye, şevkate. İtilmişliğini, korunamamışlığını, geceleri sokakta tanık olduklarını ve başına gelenleri unutabiliyor. Gerçeğin en iyi yanlarını hayale taşıyıp orada bırakıyor. Bu nedenledir ki sokak çocuğu “Ne olmak istiyorsun?” sorusuna “futbolcu, şarkıcı, artist” diye yanıt veriyor.
Sokak çocuklarının genellikle üçü beşi birarada dolaşıyor. Bu durumları çeteleşmekten çok tehlikeye karşı dayanışmayı, bir yere, bir gruba ait olmayı ifade ediyor. Grup olarak dolaşanlar metruk binalarda, iş hanlarının kör köşelerinde uyuyabiliyorlar. Kendilerine yönelik cinsel istismar girişimlerini de kalabalık oldukları için savuşturabiliyorlar.
Çemberin dışında kalanlar da oluyor. Tek başlarına dolaşanlar. Onlar sabaha kadar dolanıp, saklanıp, uyanık kalıp gecenin tehlikesi geçtikten, şehir uyanmaya başladıktan sonra ama yine de görünür bir yerde uyuyorlar. Ya da, gece çok dayanamazlarsa herkesin giremediği bankamatik ve telefon kulübelerinde kendilerini bir şekilde güvenceye alarak uyuyorlar. Telefon kulübelerinin içeriye doğru açılan kapısına ayaklarını dayayıp, kapının açılmasını imkânsızlaştırarak yapıyorlar bunu.
1998 ilkbaharında televizyon haberlerinde, İstanbul’da bir bankamatik kulübesinde bulunan, pantolonu inmiş, poposu açık, kazağıyla kafasını ve yüzünü örtmüş, konuşmayan, yalnızca inleyen ve bağıran bir çocuk haber olarak verildi. Polisler geldiler, çocuğun üstünü, başını düzelttiler, vatandaşların verdiği suyla yüzünü ve kafasını yıkayıp gittiler. Çocuk büyük bir olasılıkla gece bankamatik kulübesine giren biri ya da birilerinin tecavüzüne uğramıştı.
Sokak çocukları genellikle kalın ve üstüste giyiniyorlar. Kışın çok üşüyeceklerinden endişe ederiz. (Donarak ölenlerin sayısı az değil.) Ama onlar bu üstüste, kat kat giydiklerini, sabit ve güvenli bir yerleri olmadığı, bırakınca bir daha bulamayacakları için çıkarmayıp, yazın daha çok sıkıntı çekiyorlar.
Giydikleri uzun kollu, boğazlı giysiler bir anlamda da vücutlarındaki boğuşma izlerini gizlemeye yönelik. Cinsel saldırılara karşı direnme çabalarının izleri bunlar.
Cinsel tacize uğrayan çocukta, utanma, korku, suçluluk ve aşağılık duygusu oluşuyor. Kimsenin kendini anlamamasına, yardım etmemesine, kurtarmamasına öfkeleniyor, hınçlanıyor. Cinsel istismar yaşayan çocukta cinsel sapmalar gözlemleniyor. Ve büyük olasılıkla o da biraz büyüyünce istismara yöneliyor.
Sokak çocukları koşullara dayanabilmek için uçucu madde kullanıyorlar. Uçucu madde kullanımı yaşadıklarıyla birleşince saldırganlıklarını arttırıyor. Kendilerine yaşatılanları başkalarına yaşatır oluyorlar.
1997 yılında evden kaçıp Ankara’ya gelen bir çocuğa geldiği günün gecesi on sokak çocuğunun tecavüz ettiği haberi vardı bir akşam televizyonda. Çocuğu polisler buldu veya kendisi sığındı. Çocuk ailesine teslim edildi.
Tiner ve Bally koklamak kendilerine de çok büyük zarar veriyor. Bunun yapılarını bozup, burunlarını boksör burnuna çevirmesi bir yana uzun süreli kullanıldığında beyinde yaptığı tahribatı tedavi etmek mümkün olmuyor. Bu süre sanırım beş yıl. Diğer organlara da büyük zarar veriyor.
Bally ve tiner bağımlılığı yaş ortalaması hızla düşüyor. Bundan beş yıl önce 17, 15 olan sınır, şimdi 12’ye, 10’a düşmüş, 8’e, 6’ya doğru ilerliyor. 4 yaşında bir çocuğun Bally kullandığını ilk 1997’de İzmir’de gördüm.
Sokak çocukları kısacık hayatlarına çok şey sığdırıyorlar. Çoğu da olumsuz deneyim. Yoruluyorlar, bırakıyorlar, yılıyorlar. Ya artık kaçamadıkları için ya da umursamadıkları için kanunla başları bir yerde derde gidiyor. Ondan sonra da ver elini emniyet, ver elini mahkeme, ver elini ıslahevi ya da ver elini çocuk koğuşları. Çocuk koğuşları yetişkin ceza ve tutukevlerinin içinde. O koşullarda çocuğun yetişkinlerle aynı mekânda olması da başka bir olumsuzluk.
Bu işin son aşaması suç. Suçtan başka bir yol kalmıyor. Ve artık onlar da suça eğilimliler. Öyle canı istediği için elma çalmaya, acıktığı için ekmek çalmaya benzemiyor bu kez. Sanırım İstanbul’da trenden itilen Serpil öğretmen böyle bir sürecin kurbanı.
Sokak çocukları hareketli yaşıyor ama çoğu, sessizce aramızdan ayrılıyorlar. İstanbul’da yağmurlu bir gecede sığındıkları, kullanılmayan bir üst geçitten düşüp ölen iki çocuk gibi haber olamıyorlar. Olsalar, öykülerini bilse büyükler, itlaf edilmelerini istemeyecekler belki. Linç edilmelerini, “Sapık olduklarını kabul etmelerini”, asılmalarını istemeyecekler.
Otoriter rejimler bunları denedi zaten. Brezilya’da sokak çocukları gruplar halinde öldürtüldüler. Sokak çocukları daha da çoğaldı. ABD hâlâ Çocuk Hakları Sözleşmesi’ni imzalamadı. Çocuklar hâlâ yetişkin mahkemelerinde çok ağır cezalar alıyor. Ama suç azalmıyor. Çünkü çocuğu suça da, sokağa da iten şeylerden biri de şiddet. En çok aileden ve devletten kaynaklanan şiddet onları isyana götürüyor.
Bu nedenledir ki sokaktaki çocuklarla çalışmada sivil toplum örgütleri; katı olmamaları, otoriter olmamaları, çocuğa göre kendilerini yeniden düzenleyebilmeleri nedeniyle daha başarılı oluyorlar.
UNICEF kaynaklarına göre, Brezilya’da rejim değiştikten sonra sivil toplum örgütleri; çocuk kuruluşları ve bizzat çocukların da katılımıyla “Sokak Çocukları Ulusal Hareketi” oluşturdular. Çocuk hakları alanında reform niteliğinde bir yaşa çıkarılmasını sağladılar. Oluşumunu ve para harcama yetkisini bu yasadan alıp, değişik mesleklerden , insanlardan oluşan “Çocuk ve Genç Hakları Konseyleri” yoluyla, güç durumdaki çocukların büyük bölümüne korunma sağlanmasına katkıda bulundular.
Türkiye’de de şu anda ilgili olmayan insanlarca bilinmeyen, ama çok ciddi çabaları olan sivil toplum örgütleri var. Bunlardan bazıları şunlar:
Türkiye Sokak Çocukları Vakfı: Öncelikle sokak çocuklarıyla çalışmasına karşın sokaktaki çocuklarla da ilgileniyor. Sokak çocuklarıyla ilgili İstanbul’da bir merkezleri var. Kamuoyu duyarlılığını artırmaya çalışıyorlar.
Türkiye Çocuklara Yeniden Özgürlük Vakfı, Dostlar Dayanışma Derneği: Birlikte çalışıyorlar. Tahliye olmuş çocukların okul, aile ve toplum ilişkilerinde rehberlik ediyorlar. Çocuklara hukuksal yardım sağlıyorlar. Okula giden ve ailesine dönmesi mümkün olmayan çocuklar için Ankara’da 2 tane gençlikevi var. İstanbul’da çok amaçlı, mesleki eğitime yönelik merkezleri var.
Çocuk İstismarı ve İhmalini Önleme Derneği: Ciddi bir yayın politikaları var. Sokaktaki çocuğa özel önem veriyorlar. Alanda bilimsel yöntemlerle bilgi elde etmek, üretmek ve yaymak, çocukla çalışanların bilgi ve deneyimlerini birbirlerine aktarmalarının ortamını sağlamak gibi amaçları var.
Fişek Enstitüsü: Dr. Gürhan Fişek tarafından kuruldu. Ankara Ostim’de çalışan çocukların öncelikle sağlıklarıyla ilgileniyor. Sosyal araştırmalar yapıyor. Toplumsal duyarlılığı artırmaya çalışıyor.
Türk-İş, Çalışan Çocuklar Bürosu: Çalışan çocuklarla ilgili mevzuat ve uygulamanın düzeltilmesi, çalışma koşullarının iyileştirilmesi, giderek çocuğun eğitime kaydırılması doğrultusunda çalışmalar yapıyor.
Halkevleri Vakfı: Yeni yaşamevi uygulaması var. Okul öncesi çocuk odaklı, demokrasinin aileden topluma geliştirilmesini amaçlayan bir örgütlenme modelleri var. İlk uygulama Ankara, Keçiören, Ovacık Mahallesi’nde. Bu yıl da Mamak’ta açma çalışmaları var. Çocuğu doğal ortamında koruma ve gelişmelerini sağlamada aileye destek olunuyor.
Her sivil toplum örgütü kendi yapısıyla çocuklar için bir şeyler yapmaya çalışıyor. Haklı olarak, alanları belirli ve sınırlı. Aynı zamanda gerekli de. Artık başkalarının da bu konuda çaba göstermeleri gerekiyor.
İrlanda’da yapılan bir araştırmaya göre, kırtasiyeciler ve hırdavatçılar bally ve tiner’i tezgâhın önünden arkasına aldıklarında çocukların bu uçucu maddeleri kullanmalarında büyük düşüş olduğu saptanıyor.
Kırtasiyeciler ve hırdavatçılar bu maddeleri 18 yaşından küçüklere satmayabilirler. Ancak burada bağımlı olan çocuğun durumunun ne olacağının düşünülmesi gerekiyor. Sokaktaki çocuğa profesyonel yardım da bu aşamada başlamalı. Profesyonellerin (sosyal hizmet uzmanları vd.) artık sokağa çıkması gerekiyor.
Temel felsefe çocuğa bulunduğu yerde ulaşmak ve hizmet vermek olunca sokaklar, bu çocukların doğal ortamı olarak kabullenilmeli. Hizmet; yardım, koruma, eğitim oradan başlayarak verilmeli.
Merkez açmak yararlı. Ancak merkez birincil olmamalı. Önemli olan çocukla ilişki. Merkezlerde çalışanlar ilk altı ay sokağa gitme konusunda çok hevesli, ancak özellikle kışın binadan çıkmıyorlar. Bu aşamada çocuğu merkeze bağımlılaştırmak söz konusu oluyor ki, bunun çocuğa yararı olmuyor.
Sokaktaki çocuğun başı sıkışınca; ki bu açlık da olabilir, yıkanma gereksinimi de hastalık da olabilir, kendisini cinsel obje olarak seçmiş bir yetişkinden geçen tehlike de, yapmak istemeyeceği bir şeye zorlanmada, başvurabileceği güvenilir bir yer ve insanlar olmalı.
Çocuklar sokakta; yetişkinlerle ilişkiler, sağlıklarını korumada neye dikkat edecekleri, AIDS, can sıkıntılarını giderecek ufak elbecerileri, diğer grupları anlama gibi konularda eğitilebiliyorlar.
Sokaktaki çocukların yoğun olduğu İstanbul Beyoğlu, İzmir Konak, Ankara Sakarya Caddesi gibi semtlerde esnaf, çalışanlar ve garsonlardan işbirliğine yakın olanlar çocukların korunması konusunda bilgilendirilebilirler.
Polis ve zabıta çocukların özellikleri ve başvurulabilecek yerler konusunda bilgilendirilebilirler, çocuğun korkacağı değil, başvurabileceği bir yapıya dönüşebilirler.
Not: Bu yazının oluşmasında; Bristol Üniversitesi’nden Cris Williams’ın, Sezen Zeytinoğlu’nun, Sevil Atauz ve Esin Konanç’ın konuşma ve yazılarından, Türk-İş Çalışan Çocuklar Bürosu’nun verilerinden, Çocuk İstismarı ve İhmalini Önleme Derneği’nin yayınlarından, Ahmet ve Ali’nin anlattıklarından yararlandım. Meraklıları için; Yaşar Kemal’in, Allah’ın Askerleri, A.S. Makerenko’nun Yaşam Yolu I ve II ile A. S. Neill’in Bir Eğitim Mucizesi kitapları, sıradışı çocukları anlamada ve yardım etmede yararlı oluyor.