Aylan Kürdi’nin cansız bedeninin resimlerinin ortaya çıkması ile Batı'da Uluslararası İlişkiler çalışan akademisyenler arasında hem resimlerin kullanımı hem de mülteci krizi ile ilgili akademinin neler yapılabileceğine dair bir tartışma başladı (Image Voyeurism, Trauma Porn, and ‘Doing Something’ ...for yourself; On Doing 'Something' as Academics; Want to Help the Refugees? Teach Migration as part of IR; How to Speak Out As An Academic Community? Help Needed!). Bu tartışmalar genelde Uluslararası İlişkiler araştırmacılarının en çok takip ettikleri bloglar arasında sayılan Duck of Minerva ve The Disorder of Things blogları aracılığı ile gerçekleşti. Tartışmalarda öne çıkan unsurlardan birisi uluslararası ilişkiler alanında çalışan akademisyenlerin siyasal aktivizme daha fazla önem vermeleri idi. Tüm bu tartışmalar ayni zamanda 23-26 Eylül arasında Sicilya’da toplanacak olan EISA (European International Studies Association yani Avrupa Uluslararası Çalışmalar Birliği) Dokuzuncu Pan-Avrupa Kongresi üzerinde yoğunlaştı. Konferansın gerek Sicilya’da olması gerekse yaşanan mülteci kriziyle eşzamanlı gerçekleşecek olması akademi ve siyasal aktivizm arasındaki bağlantıları tekrar gündeme getiren bir vesile oldu.
Biz de bu kapsamda bir mektup yazdık ve imzaya açtık:
AB ülkelerinin mültecilere yardım konusunda çok daha fazla şey yapabileceklerini düşünüyoruz. Aynı şekilde Avrupalı akademisyenlerden hükûmetlerin uluslararası krizlerdeki rolleri ile ilgili farkındalık yaratmalarını talep ediyoruz. Öte yandan aşağıda belirteceğimiz nedenlerden ötürü, bu çabaların muğlak bir ‘akademik topluluk’ adına başlatılmasını sakıncalı bulmaktayız. Bu konunun etraflıca tartışıldığı mecralarda yazarlar ‘akademik camiaya’ iki çağrıda bulunuluyor. İmtiyazlarımızın farkında olmak ve rahatsız olmak. Biz ise mülteci kriziyle ilgili farkındalığı arttırmak ve diyalog alanını genişletmek hususuna öncelik verilmesinden yanayız.
Öncelikle, mülteci krizi yeni ortaya çıkmamıştır ve sadece Avrupa’ya özgü bir problem de değildir. Suriye’deki savaştan kaçan çoğu mülteci Avrupa Birliği’ne üye olmayan ülkelerde yaşamaktadır. Uluslararası Af Örgütü’nün verilerine göre, Suriyeli mültecilerin (4 milyon) %95’inden fazlası 5 ülkede yerleşik haldedir: Türkiye (1.9 milyon), Lübnan (1.2 milyon), Ürdün (650,000), Mısır (249,463) ve Irak (132,375). Çok sayıda mülteci barındıran başka bir bölge Doğu Afrika’dır. Birleşmiş Milletler Mülteci Yüksek Komiserliği’nin son rakamlarına göre Çad yaklaşık olarak 450,000, Etiyopya 650,000 ve Kenya 550,000 mülteci barındırmaktadır. Aslına bakılırsa Avrupa dışındaki tüm bölgeler yüzbinlerce mülteci barındırmakta ve buna Batılı gazetelerin ‘mülteci krizi’ haberlerinden çok önce başladılar. Şu anda dünyada 60 milyon mülteci olduğu tahmin ediliyor.
Avrupalı meslektaşlarımızın mültecilere daha iyi muamele edilmesi için kendi hükümetleri üzerinde baskı kurma girişimlerini destekliyoruz. Ama bu girişimi daha geniş bir zemine oturtmadan salt akademi adına yapmak mülteci krizi ile ilgili Batı’daki yanlış anlaşılmaların devamına neden olabilir (Olan biteni yeni veya Avrupa’ya has bir sorun zannetmek ya da Avrupalı devletlerin herkesten çok mülteci kabul ettiğini düşünmek gibi). Tabii ki mülteci kabul eden Avrupalı ülkeler takdir edilmeliler; gelgelelim mültecileri barındıran birçok ülke Avrupa ülkelerinin imkânlarından yoksun olduğu gibi mültecilere sınırlarını kapatma lüksleri de yok. Bu ülkelerin çoğu mülteci krizinin yanı sıra daha başka ekonomik, sosyal ve siyasal krizler ile de karşı karşıyalar. Yüklendikleri sorumlulukları (başarısızlıkları da dahil) göz ardı etmek Batılı-olmayan toplumları başrol oynadıkları bir hikayeden silmek anlamına gelir.
Yukarıda bahsettiğimiz noktalar Avrupa akademisinin görünüşte yaratmak istediği farkındalığa davet olarak okunmalıdır. Mülteci meselesinin Avrupa’da gerek akademik gerekse kamusal tartışma alanlarında bir siyasal aktivizm sorunu olarak ele alınması daha katılımcı mücadeleler yürütebilmek adına bir görevdir. Dünya meseleleri Avrupa’nın bakış açısından, süzgecinden geçirilirken Avrupa merkeziyetçiliğini yeniden üretmek yerine Avrupa’ya dönük eleştirel bir tavır da alınmalıdır.
Sonuçta, mektubumuz Disorder of Things blogunda yayımlandıktan sonra organizatörler uyarımızı ciddiye aldı ve bu konuları tartışmak üzere konferans programına bizim de katılacağımız yeni bir panel eklediler. Bütün bunlardan çıkardığımız sonuç şu: Mülteci krizi konusunda iyi niyetli Avrupalılar dahi kendilerini Avrupa merkeziyetçi düşünme biçiminden kurtaramasalar bile, en azından eleştiriye açıklar. Sonuçta birçok medeniyetin mustarip olduğu ben-merkeziyetçi ve sığ bakış açısını arada sırada aşabilmeyi başaran bir akıl da var Avrupa’da. Bugün mülteci krizine yaklaşımın değişmesi için bir umut olarak bu akla önem vermek, onun kıymetini vurgulamak gerekiyor.