Elimin altında bir kitap. Adı, Founding Acts, Constitutional Origins in a Democratic Age. Türkçeye “Kurucu Edimler, Demokrasi Çağında Anayasal Kökenler” diye tercüme edilebilir. Yazarı Serdar Tekin. Ege Üniversitesi’nden. Daha doğrusu, olağanüstü hal hukuksuzluğu içinde son OHAL kanun hükmünde kararnamelerinden biriyle Ege Üniversitesi Felsefe Bölümü’ndeki görevine son verilen öğretim üyelerinden biri. Siyaset felsefesiyle uğraşan, bu alanda disiplinlerarası nitelikte, uluslararası öneme sahip daha pek çok eser vereceği belli bir düşünce insanı. Türkiye Cumhuriyeti’nin bir yurttaşı ama ayrıca, benim kullanmayı tercih edeceğim bir terimle, “akademik kozmopolis”in bir mensubu. Onlarca yıldır, akşam sabah anayasayla yatıp kalkan, temelinde anayasa olan bir hukuk düzenini doğru dürüst kurmayı ve yürütmeyi belli ki beceremeyen bir toplumun sorunları üzerinde düşünen herkesin, özellikle de anayasa yapmaya çalışan siyaset mesleğindekilerin kulak vermeleri gereken bir ses.
Serdar Tekin’in kitabında uğraştığı temel konu, biraz basitleştirerek söylersem, anayasa yapma yönteminin anayasanın maddi varlığı ve içeriği kadar önemli olduğu. Serdar Tekin, bu kitapta “anayasal demokrasi projesinin kurucu anlarının önemi” üzerinde durduğunu ve “basit” bir temel tez ortaya attığını söylüyor: “Anayasaların nasıl yapıldıkları”, ahlâki ve siyasî olarak onların ne oldukları (veya içeriklerinde ne bulunduğu) kadar önemlidir. Tekin’e göre, “halk egemenliği yoksa, anayasal demokrasi de yoktur”. Ama, yine Tekin’e göre, öyle bir dünyada yaşıyoruz ki, “farklılığın ve çoğulluğun sürekli artan bilinci” karşısında, “tek bir irade adına hareket eden” ve “tek bir ses ile konuşan egemen bir halk” anlayışını savunmak artık bir hayli zor. Bu bağlamda, çağdaş demokratik anayasalcılık hareketlerinin çok farklı kaynaklarını eleştirel bir biçimde ele alan Tekin’in sonuçta, “farklılık ve çoğulluk” bilinciyle uyumlu görünen, meşruiyet temeli güçlü anayasa yapım usulünün müzakereci demokrasi ile diyalog ve uzlaşma (negotiation) ilkeleriyle belirlendiği sonucuna varmış olduğunu belirtelim. Keza, bu usulle ortaya çıkarılacak olan anayasa, bu kurucu edimlerin oluşturduğu “toplumsal anlam ve kurumsal düzenlemeler bağlamında” pratiğe aktarılacak “öğrenme süreçleri” üzerinden demokrasiyi geliştirip güçlendirebilecektir.
Buna göre anayasa, Türkçedeki terimin ima ettiği gibi bir “yasa” olmanın ötesinde ve bundan çok öncelikli olarak, bir toplumun siyasi-hukuki bir varlık olarak kendisini inşa etmesinin ifadesidir. Amerikan ve Fransız devrimleri sonrasında dünya ölçeğinde yaygınlaşan “constitution” (inşa, kuruluş) terimini önce kanun-ı esasi, sonra teşkilat-ı esasiye kanunu, sonra da ana-yasa diye Türkçeleştiren toplumsal birikimimizde “anayasa”, Tekin’in eserinde ele aldığı temel sorunları görme kabiliyetinden yoksun bir “yasama süreci”nin ürünü gibi anlaşılmıştır. Anayasa yapmanın (veya, bugün olduğu gibi, değiştirmenin), asli veya tali sıfatları yüklenen bir “kurucu iktidar”ın işi olduğunun farkında olan ama “kurucu iktidar”ın “edimi”ni bir siyasi-hukuki varlık olarak toplumu ve devleti inşa etmek olarak kavramakta yetersiz kalan kamu hukuku literatürümüz de bu kısır ve sığ anlayıştan daha derinlikli değildir.
Buna rağmen, biraz el yordamıyla ama daha çok Kürt sorunu başta olmak üzere yakıcı önemde siyasi boyutları bulunan sorunların baskısı altında bulunan Türkiye toplumu, kendisini farklılıkların ve çoğulluğun bilincinde bir siyasi topluluk olarak inşa edecek demokratik anayasal anlara nadiren de olsa yaklaşabilmişti. Özellikle 2011 sonrası TBMM deneyimi, Tekin’in kastettiği kapsamda ve derinlikte olmasa da, demokratik anayasal inşa yönünde bir “öğrenme süreci”nin işlemekte olduğunu gösteriyordu ama başarısızlıkla sonuçlandı. Bu başarısızlığın arkasında, bir türlü farklılık ve çoğulluk bilincini yeni bir siyasi toplum inşa etme anlamında anayasalcılık hareketine dönüştüremeyen “tekçi ideolojik bakış”ın, bu bakışın en somut ifadesi olan farklı ve uzlaşmaz “milliyetçilikler”in yattığı açıktır. Ama daha acı olan, Türkiye toplumunun bugün gelinen noktada, demokrasiyi güçlendirici “öğrenme süreçleri”nden geçtik, “öğrendiklerini unutma” [unlearning] sürecine girmiş olmasıdır.
Serdar Tekin’in bu önemli eseri, Türkiye’de demokratik anayasalcı gelişmelerin önünü tıkayan, mevcut OHAL hukuksuzluğunu çoğunlukçu anayasa değişikliği ile meşrulaştırmaya yönelen bir siyasi dalganın yükseliş ânına denk geldi. Bilinmesini isterim ki, böyle bir anda, Serdar Tekin’in şahsında ahlâki, siyasi ve hukuki sorunların temelleri üzerine düşünürken evrensel demokratik ölçülerin gelişmesine ciddi katkı yapan düşünürleri ve onların eserlerini üniversitelerinden dışlayan idareciler, Türkiye’nin geleceğine en büyük kötülüğü yapmış olduklarını da bilmelidirler.