Eski yöntem ne istediğini bilir: Aptallaştırma! Ve o doğrultuda çalışır. İlericiler ise kafaları özgürleştirmek ve halkın kapasitelerini geliştirmek isterler. Ama önerdikleri şey, açıklamaları kusursuzlaştırarak aptallaştırmayı kusursuzlaştırmaktır. […] Öğretimin kusursuzlaştırılması demek ki öncelikle yularlar’ın, daha doğrusu yuların yararı tasavvurunun kusursuzlaştırılmasıdır. Sürekli pedagojik devrim, açıklama kurumunun rasyonelleştiği, meşrulaştığı […] normal bir rejime dönüşür. […] Daha ileri gidilecek olursa evrensel eğitim de aptallaştırmanın yenilenmesine dâhil edilmiş “iyi bir yöntem”e dönüşebilir: Çocuğun zihinsel gelişimine saygı gösteren ama aynı zamanda zihni için en iyi jimnastiği sunan doğal bir yöntem […]. En çok engellenmesi gereken de yoksulların kendi kapasiteleriyle kendi kendilerini eğitebileceklerini, birtakım kapasiteleri olduğunu bilmeleriydi – toplumsal düzende eski soyluluk unvanlarının yerine geçmekte olan kapasiteler. Bu konuda yapılabilecek en iyi şey onlara eğitim vermek, kapasitesizliklerinin farkına varmalarını sağlamaktı. Her yerde okullar açılıyor, ama açıklayan bir hoca olmaksızın öğrenme imkânını hiçbir yerde kimse duyurmak istemiyordu.[1]
Geçen haftalarda Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) “Kurum Açma, Kapatma ve Ad Verme Yönetmeliği”nde bazı değişiklikler yaparak ilk ve ortaöğretim okullarının açılmasına dair yeni kaideler getirdi. Bu kaidelere göre, önceden açılması için nüfusun 50 bin olma şartı olan bir Anadolu İmam Hatip Lisesi’nin “açılacağı yerleşim birimi merkez nüfusunun 5 bin veya yerleşim birimine bağlı mahalle ve köyleri ile birlikte en az 10 bin olması kararlaştırıldı.”[2] Böylelikle de, “2002 yılında 450 olan imam hatip lisesi sayısını 2017’ye gelindiğinde 1408’e, 71 bin olan öğrenci sayısını ise 517 bine yükselten MEB, yeni yönetmelik ile her mahallede bir imam hatip lisesi kurulabilmesinin önünü açtı.”[3] Kurulduğu günden beri sayıca az ama nitelik olarak yüksek olan Fen Liseleri’nin kontenjanını da, okulun bulunduğu ildeki 8. sınıf öğrencilerinin %5’i olarak belirledi. Ve buna binaen de, bu yönetmelik değişikliğine ilk bakıldığında, gelecek nesillerin bilimle iştigal etmesi yerine dinî bilgisi, görgüsü yüksek dindar nesiller olacağına dair bir tepki terennüm edileceği konusunda şüphemiz yok. Fakat, bu ufak ayrıntının da dahil olduğu büyük resim, yani Türkiye’nin eğitim/öğrenim haritası ve neredeyse son yirmi yılda katettiği dönüşüm göz önüne alınırsa ortaya başka türden bir tablo da çıkmaktadır: Sosyal devletin yurttaşlarına vermesi gereken örgün ve yaygın eğitimin gün geçtikçe niteliksizleşmesi ve bunun üzerinden ortaya çıkan devasa eğitim endüstrisi.
İlk olarak, 1980’lerin sonu 1990’ların başlarında, görece daha iyi olan devlet okullarının eksik bıraktığı yerleri özel dersaneler doldurmaya başlamıştı. Çok farklı amaç ve misyonlara sahip küçüklü büyüklü dersaneler girdi çocukların ve gençlerin yaşamına. Zaman içinde büyükşehirlerde bir elin parmağı kadar olan özel okulların/kolejlerin/özel üniversitelerin sayısı artmaya başladı. Fakat bunlar çoğunlukla isim yapmış okullar idi ve kampüsleri, geniş bahçeleri, çeşitli imkânları içinde barındıran kompleks yapılardan oluşan okullardı. Fakat, 2000’li yıllara gelindiğinde, hemen hemen anaokulundan üniversiteye kadar eğitim/öğrenim verme iddiası ile, bir binayı tutup da kampüsten, hatta bahçeden ve birçok imkândan yoksun özel okulların başta İstanbul ve Ankara olmak üzere, büyükşehirlerde mantar gibi türediği bir dönem başlıyordu. Bu dönemle, devlet okullarının eğitim kalitesinin yüksek ivmeli düşüşü ise başlamıştı. Bu süreç 2013 yılında dershanelerin de kapanacağının MEB ve hükümet tarafından duyurulması ile çok farklı bir çehreye de kavuştu. Aşamalı olarak dershanelerin kapanmasını, büyük ve güçlü dershanelerin özel okula dönüşmesi izledi. En son olarak da, Şubat 2017’de çıkan 687 no’lu Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile özel etütlerin de kapatılacağı ve okul-dışı herhangi bir eğitim kurumuna izin verilmeyeceği ilan edildi. Bu olanların yanı sıra, bir yandan da yaklaşık 2013 yılından beri birçok okulun -esasında bir nevi meslek okulu olan- İmam Hatip Ortaokulu’na/Lisesi’ne dönüştürüldüğünü ve bunun da memleketin çok farklı yerlerinde zaman zaman tepki ile karşılandığı artık bilinen bir husus.[4]
Bu sürecin başlangıç tarihi olan 1980’li yılların başka bir özelliği ise neoliberal politikaların uygulanmaya ve devletin sosyal haklardan/hizmetlerden elini eteğini çekerek minimalize edilmeye başlandığı dönem olması. Özelleştirmeler ve de-regülasyon politikaları ile devletin piyasaya alan açtığı bu dönemde eğitim alanında da piyasaya bir alan açılmış oldu, ilk dersanelerin açılması ile. 1980’lerden 2013’e kadar küçüklü büyüklü binlerce dershanede on binlerce öğretmen çalıştı, yüz binlerce öğrenci eğitim aldı. Diğer yandan ise, özel okul sektörü başka gelişen bir alan oldu. Eğitim-Sen’in 2016-2017 raporuna göre, son beş yılda özel okul sayısı on kat, öğrenci sayısı o iki kat artmış; beş yıl önce devlet okullarının % 10’u kadar olan özel okullar bugün % 20’ye yükselmiştir.[5] Son dönemde kapananlara rağmen yüz seksen üniversitenin yaklaşık 70’i özel üniversitedir. Ayrıca, devletin özel okullara/üniversitelere verdiği teşvikler ise her geçen öğrenim yılı katlanarak artmaktadır.
Diğer bir deyişle, 1980’li ve 1990’lı yıllarda minimal devlet modeli için çabalanırken, 1990’ların sonundaki küresel krizlerin gösterdiği gibi bu hamlenin hatalı olduğu ve devletin koruması kollaması olmadan piyasanın tek başına yapamayacağını anlayan küresel kapitalizm ve sermaye sınıfının düzenleyici devlet modeline çark etmesinden Türkiye de payına düşeni almıştır. 1980’li ve 1990’lı yıllarda dershaneler ve özel okulların kendi kendilerine ortaya çıkmalarının yolunu açan devlet, eğitim alanında çok müdahaleci olmamıştır. Lakin, 2000’lerden itibaren re-regülasyon politikaları ile ulusal ve uluslararası sermayenin korunup kollanması, piyasanın ihtiyaç duyduğu düzenlemelerin yapılması yükümlülüğünü üstlenen devlet, artık eğitim alanında da bu rolünü ifa etmeye başlamıştır.
Velakin, görece yoksul bir toplum olan Türkiye toplumunda bu dönüşüm gelişmiş Batılı ülkelere göre daha yavaş ilerlemiştir. İlk önce, gerekli olan tüketimin/harcamaların yapılabilmesi için lüzumlu olan refahın görece artmasının gerekliliği üzerinden bir orta sınıfın ortaya çıkışı olgusu vuku buldu. Orta ve üst-orta sınıfın biraz olsun belirmeye başladığı 2010’lu yılların başlarından itibaren de eğitim -tabii ki aynı şekilde sağlık ve sosyal güvenlik- alanında piyasalaşmanın ve tekelleşmenin önü açıldı. İlk olarak, dershanelerin kapanması ile, büyük ve güçlü dershaneler özel okullara dönüştü. Küresel kapitalizmin altın kuralı burada da işledi ve küçük olan yok oldu. Ardından da, özel okullara teşvikler artmaya başladı. En son olarak da okul dışında eğitime yardımcı kurumlar olan etüt merkezleri kapanıyor. Çünkü artık her sektörde olduğu gibi eğitim sektöründe de küçüğün yaşam şansı yok, büyük firmaların yanında. Ayrıca, artık her okul bir ticarethane, her öğrenci/veli bir müşteri. Bugün ilk ve ortaöğrenim düzeyinde 17 milyon, yükseköğrenim düzeyinde 6 milyon öğrenci olduğu düşünülürse, eğitim sektörü oldukça büyük bir pastadır. Gelecekte de bu milyonları bekleyen ise; eğitimin artık bir hak değil, bir ayrıcalık olma halidir.
Amma velakin, bu tablonun diğer bir ayrıntısı ise gittikçe niteliksizleşen devlet okullarının halidir. Anadolu liseleri eski verimini, eğitim kalitesini kaybetmiş durumdadır. Düz liselerin hali neredeyse son otuz yıldır ortadadır. Teknik ve meslek liseleri ise ucuz işgücü depolarıdır. Her mahalleye açılmak istenen imam hatip liseleri ise insanların çocuklarının geleceğinden kaygı duyup da özel okullara yönelmeleri için bir itki görevi görecek olan kurumlardır. Çünkü üniversiteye girmek için zorlu bir sınavdan geçmek zorunda olan öğrencilerin başta matematik olmak üzere temel bilim derslerini iyi bir biçimde almış olmaları gerekmektedir. Fakat açıktır ki imam hatip okullarında bu nitelik eksiktir. Önceden okul-dışı eğitim olanakları ile bu açığı kapatabilen imam hatip öğrencileri artık bu imkândan da yoksundur. Devlet, okul-dışı herhangi bir imkâna kati bir biçimde izin vermemektedir. Çocuğunun geleceği için endişelenen velilere ise tek seçenek kalmaktadır: Çocuğunu, dişinden tırnağından artırıp özel okula göndermek. Çünkü, iş bulmanın her geçen gün daha da zorlaştığı bir ülkede iyi bir meslek iyi bir üniversiteden geçiyor ve bunun için de iyi bir ortaöğrenim artık şart. Hatta, insanlar kreş veya anaokulda çocuklarını özel okullara göndermektedirler; iyi düzeyde İngilizce veya başka bir yabancı dili öğrensin diye. Bu durumun yükseköğrenim ayağında ise, veliler üniversite düzeyinde öğrenim görecek çocuklarını neredeyse her ilde/ilçede açılmış taşra üniversitelerine göndermek yerine yaşadıkları ilde mevcut olan özel okula gönderme gibi bir yönteme de sıklıkla başvurmaya başlamışlardır. Çünkü büyükşehirlerdeki özel üniversiteler ile taşradaki devlet üniversiteleri arasındaki uçurum da artık oldukça aşikâr durumdadır. Hatta, son bir senedir özellikle de merkez ya da merkeze yakın büyük üniversitelerdeki -sol tandanslı- akademisyenlerin maruz kaldığı ihraç ve tasfiye süreci de merkezdeki veya merkeze yakın büyük üniversitelerin içinin boşaltılması ve bu üniversiteleri tercih edecek binlerce öğrencinin merkezdeki veya merkeze yakın şehirlerdeki özel üniversiteleri tercih etmelerine de sebep olacaktır. Temmuzun ilk haftası açıklanan Türkiye Öğrenci Memnuniyet Araştırması (TÜMA) 2017 Raporu’na göre[6], özel üniversiteler devlet üniversitelerine göre çok daha başarılı. Günümüzde, -ister merkezde olsun ister taşrada- devlet üniversiteleri; öğrenci ya da akademik kadroların memnuniyeti yerine, daha çok eş-dost, ahbap, akraba ilişkileri üzerinden kurulmuş düşük nitelikli akademik kadroları, yetersiz öğrenim koşulları ve ulusal ya da bölgesel/yerel politik figürler üzerinden tesis edilen bir yönetim hattı izlemektedirler. Özel üniversiteler ise nitelikli akademik bir kadro ve tatminkâr öğrenim koşullarını sağlayarak müşteri memnuniyetini önemseyen eğitim kurumlarıdır. Bu durum açıkça göstermektedir ki, nitelikli akademisyenlerin de, gerekli gelire sahip öğrencilerin de yeni adresi bellidir artık. Devlet üniversiteleri de akademik ve bilimsel alanda niteliksizleşmenin ve çoraklaşmanın bir neticesi olarak zaman için ya yok olmaya başlayacaktır ya da ucuz işgücü veya işsiz ordusuna neferler üretmeye devam edeceklerdir.
Ayrıca ihtiyaç olmasına rağmen atan(a)mayan on binlerce öğretmen adayı ve dershanelerin kapanması sonucu işsiz kalan binlerce öğretmen ise özel okulların yedek ucuz işgücü deposudur. Artık toplumsal bir sorun haline gelen öğretmenlerin işsizliğine ne devlet bir çözüm bulma yoluna gitmektedir ne de gelecekte öğretmen olacakların potansiyel işsiz kalma durumuna dair bir politika geliştirmektedir. Üniversitelerde Fen-Edebiyat fakülteleri ve Eğitim fakülteleri tam kapasite çalışmakta ve mezun vermekte. Binaenaleyh, piyasanın görünmez eli eğitim sektörünü de düzenlemekte artık; daha çok kâr elde etmek için elbette.
Son olarak, içinde yaşadığımız kapitalist sistem her bir kriz ânında kendi sınırlarını yeniden zorlar ve bir aşama daha kaydeder. Ve her dönüşüm de, esasında onun ölüm vasiyetine yazdığı bir cümledir. Çünkü eninde sonunda bir gün sınırlarının sonuna gelecek. Fakat o güne kadar zamansal, mekânsal, uzamsal tüm sınırlarını zorlamaya devam ediyor; sermayenin kâr elde etmediği, piyasa mekanizmasının sirayet etmediği bir alan kalmayana kadar. Günümüzde de, kalan birkaç alandan biri de eğitim sektörüdür. Eğitim tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de artık bir sosyal hak olmaktan çıkıp bir endüstri olma yolunda. Bunun sonucu olarak da, parası olan okuyabilecekken, parası olmayan ya borçlanacak ya da okuyamayacak. Böylece hem sistem içinde bir biçimde borçlanmamış kimse kalmayacak hem de sermaye kâr üstüne kâr edecek. İşçi sınıfı çocuklarını bekleyen kader ise, Cem Karaca’nın ünlü şarkısında dediği gibi olacak: “İşçisin sen. İşçi kal”(-mak olacak).
[1] J. Rancière, Cahil Hoca: Zihinsel Özgürleştirme Üstüne Beş Ders, çev. S. Kılıç. Metis, İstanbul, s. 119-121, 128.
[2] O. Çepni, “MEB Sınır Tanımıyor”, Cumhuriyet, 25 Haziran 2017, http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/egitim/767852/MEB_sinir_tanimiyor.html
[3] A.g.e.
[4] “Okulları İmam Hatip Lisesi'ne Dönüştürülen Öğrencilerin Tepkisi”, Habertürk, 20 Eylül 2016, http://www.haberturk.com/gundem/haber/1299234-okullari-imam-hatip-lisesine-donusturulen-ogrencilerin-tepkisi. “Anadolu Lisesinin İmam Hatip Lisesine Dönüştürülmesine Tepki”, Haberler.com, 16 Mayıs 2014, https://www.haberler.com/anadolu-lisesinin-imam-hatip-lisesine-6037632-haberi/. “Yıldırım Beyazıt Lisesinde İmam Hatip Tepkisi”, Evrensel, 8 Temmuz 2015, https://www.evrensel.net/haber/255493/yildirim-beyazit-lisesinde-imam-hatip-tepkisi. “İmam Hatip Karşıtlarına MHP Desteği”, Milliyet, 12 Eylül 2014, http://www.milliyet.com.tr/imam-hatip-karsitlarina-mhp-destegi-rize-yerelhaber-377665/. “Anaokulu İsyanı”, Olay, 18 Ekim 2016, http://www.olay.com.tr/anaokulu-isyani/88263/. Hatta Zaytung dahi bunu konu etmiştir: “Hogwarts Büyücülük Okulu'nun İmam Hatip Lisesi'ne Dönüştürülmesine Tepkiler Çığ Gibi Büyüyor”, Zaytung, 30 Ağustos 2012, http://www.zaytung.com/haberdetay.asp?newsid=188392.
[5] “Özel okul sayısı 10 kat arttı”, Hürriyet, 8 Haziran 2017, http://www.hurriyet.com.tr/ozel-okul-sayisi-10-kat-artti-40483978.
[6] Bkz. “TÜMA: Türkiye Öğrenci Memnuniyet Araştırması - 2017”, https://www.uniar.net/tuma.