“Hayvan Hakları Konusunda Göstermelik Adımlar Atılıyor”: Hayvan Hakları Yasama İzleme Delegasyonu’ndan Burak Özgüner ile Söyleşi

Son yıllarda kamuoyunun da baskısıyla hayvan hakları meselesi daha çok gündem olmaya başladı ve bunun neticesinde hayvanlara ilgili bir kanun çıkarmak amacıyla TBMM bünyesinde Hayvan Hakları Araştırma Komisyonu kuruldu. Komisyonun çalışmalarını, gelinen noktayı, Hayvan Hakları İzleme Komitesi (HAKİM) Koordinatörü ve yasama sürecini takip etmek, üç yüzden fazla sivil toplum kuruluşu ile oluşumun ortak taleplerini iletmek üzere kurulan Hayvan Hakları Yasama İzleme Delegasyonu’ndan Burak Özgüner’le konuştuk.

***

4 Ekim Dünya Hayvanları Koruma Günü'nde “Hayvanlardan Taraf Ol” adıyla bir sosyal medya kampanyası başlattınız. Bu kampanyanın amacı neydi?

Mayıs ayında çalışmalarına başlayan Meclis Hayvan Hakları Araştırma Komisyonu’nun hayvan haklarını korumaktansa bu konudaki düzenlemeleri esnetmeye yönelik bir çaba içinde olduğunu gördük. Bu yüzden diğer hayvan hakları grupları ile bu konuda bir kamuoyu oluşturmak ve Meclis’i etkilemek istedik.

Türkiye’de hayvan haklarıyla ilgili yasal düzenlemeler neler ve siz onun nasıl değişmesini istiyorsunuz? Bu konuda ne gibi çalışmalar yapılıyor?

Türkiye’de 2004 senesinden beri, yani on beş yıldır yürürlükte olan Hayvanları Koruma Kanunu var, fakat yaptırımlar çok yetersiz. Bu kanun hayvanlara yönelik kötü muameleyi “kabahat” olarak değerlendiriyor, suç kapsamı içine sokmuyor. Hayvanları öldüren, onlara işkence edenlere yalnızca idari para cezası uygulanıyor. Kişi bir hayvana işkence ederse 773 lira ceza, öldürürse 1.625 lira para cezası ödüyor. Bu kanunun değişmesi için bir önceki dönem Meclis’te yine benzer bir çalışma yapılmıştı. Meclis Başkanlığı tarafından Çevre Komisyonu’na havale edilen yasa tasarısı ve teklifler üzerinden tartışmalar yürütülmüştü. Tartışmalı, bizi endişelendiren maddeler ile birlikte Çevre Komisyonu raporunu Meclis Genel Kurulu’na teslim etti ancak araya seçimlerin girmesi ile yasa tasarısı görüşülemedi ve geçersiz kaldı. Neticede kanunda bir değişiklik olmadı. Bu kez kamuoyu baskısının da etkisiyle Meclis’te bütün partilerin önergesiyle Hayvan Hakları Araştırma Komisyonu oluşturuldu. Bu komisyonun hazırlayacağı rapor ile yeni bir kanun teklifi için öneriler sunulmuş olacak.  Hayvan Hakları örgütleri olarak bu komisyona mümkün olduğunca katkıda bulunmaya çalıştık, ancak rapor hayvanlara hakları olan canlılar olarak yaklaşmıyor maalesef. Dediğim gibi komisyon bu hakları kabul etmektense esnetmeye yönelik bir tutum içerisinde.

O halde sizin taleplerinizi ve Komisyon’un tavrını tek tek başlıklar üzerinden konuşalım. Sizin en temel talebiniz ne?

Biz her şeyden önce hayvanlara kötü muamelenin suç kapsamına alınmasını ve ertelemesiz hapis cezasıyla cezalandırılmasını talep ediyoruz. İşkence, cinsel şiddet ve öldürmede alt limitin ertelemesiz 2 yıl 1 ay hapis cezası olmasını istiyoruz.

Komisyon nasıl yanıt veriyor bu talebe?

Son toplantıya kadar bu madde komisyon raporuna yazılmamıştı, en son toplantıda, “Bizim talebimiz budur, bunu tartışmayacağız,” dedik, bu şekilde yazıldı. Rapor böyle çıkabilir ama kanunun öyle çıkacağından emin değilim. Adalet Bakanlığı bu mevzua itiraz ediyor, 2 yıl 1 ay hapis cezasını çok fazla buluyor.

Niçin?

Hayvanlara yönelik kötü muamele o kadar yaygın ki toplumumuzda, “Hapishanelerde yer yok bu insanları nereye koyacağız,” diyorlar. Oysa bu faillerin en başta hissedebilen bir canlıya şiddet uygulayabildikleri için toplumdan izole edilmeleri gerekiyor.

Tabii çünkü ileride insana da zarar verebilirler.

Bu yaklaşımı doğru bulmuyorum. Elbette hayvanlara zarar veren insanların gelecekte bir insana zarar verebilme ihtimali yüksek, belki de zarar vermişlerdir bile, bunu bilemiyoruz.  Fakat “bugün hayvana, yarın insana” şeklinde bir argüman üzerinden gitmemek gerekiyor. Bu çok insanmerkezci bir yaklaşım. Hayvan da hakları olan, hisleri olan, canı yanan bir varlık. Canı yanan bir varlığa zarar verebilen, gözünü kırpmadan kesebilen insan toplumun içinde rahatça gezememeli. Ben çok cezalandırma yanlısı değilim ama Türkiye gibi ülkelerde toplum yapısı cezalandırma üzerinden şekilleniyor. Evet toplumsal bir dönüşüm gerekiyor ama bu failler sokaklarda kol gezdiği zaman hayvana yönelik şiddetin önünü alamıyoruz.

Hapishanelerde yer olmaması konusunda ne diyorsunuz?

Bu tür şeylere çözüm bulması gereken devlet. Sosyal devletse, çözüm bulmalı. Bir taraftan Türkiye’nin mevcut durumu iç açıcı değil. Hapishanelerde ifade özgürlüğünü kullandığı için bir sürü insan kapatılmış durumda. Onlar kapatılmışken gözünü kırpmadan bir canlının yaşam hakkın gasp eden insanlar serbestçe dışarıda geziyor. Komisyon’un yaklaşımındaki bir sorun da hayvan hakları denince akıllarına daha çok kedi, köpek gibi sokak hayvanlarının gelmesi. En başından beri söylediğimiz kediyle köpekle, sığırın, koyunun herhangi bir farkının olmadığı, o yüzden işkence gibi suçları değerlendirirken tür ayrımına gidilmemesi gerektiği. O konuda biraz kafaları karışık, onlar insan için yetiştiriliyorlar diyorlar. Gerçi ilk defa mezbahalar, yumurta endüstrisinde hayvanlara yaşatılanlar tartışıldı, konuşuldu komisyonda ama yeterince değil. Yunus parkları, hayvanat bahçeleri, hayvancılık endüstrisi, tehlikeli ırk diye tanımlanan köpekler, faytonlar, hayvan deneyleriyle ilgili uygulamalar gibi çeşitli başlıklarda komisyonu ikna edemedik.

Tek tek konuşalım öyleyse. Örneğin yunus parkları konusunda sizin talebiniz ne, komisyon ne diyor?

Biz altı ay ya da bir senelik bir süre zarfında tamamen kapatılmaları ve mevcut işletmelerdeki yunusların rehabilitasyon sürecine tabi tutulmalarını, tekrar denizlerde yaşayabilecek hale getirilmelerini istiyoruz. Türkiye’de şu an dokuz tane yunus parkı var, buralarda kaç yunus tutulduğunu resmen bilmiyoruz. Onların rehabilitasyona alınması, denizde yaşamaya adapte olmaları lazım, hiç denizlere dönemeyecek olanların da korunması, ömürlerinin sonuna dek yaşatılması gerekiyor. Talebimiz bu. Komisyonun önerisi şöyle olacak: Mevcutlar devam etsin ama kapasitelerini arttırmasınlar. Bir başka talebimiz hayvan deneyleriyle ilgili.

O alanda ne talep ediyorsunuz?

Biz tabii ki hayvan deneylerinin topyekûn yasaklanmasını istiyoruz, ama reel politik açıdan bu talebimiz hiç tartışılmadan reddediliyor. Çünkü tıp ve ilaç endüstrisi 2018 yılı itibarıyla ilk sırada ve iktisadi anlamda kirli ilişkilerin yoğun olduğu bir endüstri. Biz bu dönem, biraz daha kabul edilebilir taleplerde bulunduk. Tarım ve Orman Bakanlığı’nın sekretaryasını yürüttüğü Hayvan Deneyleri Merkezi Etik Kurulu ve bunun yönergelerini onayladığı yerel etik kurullar var.

İşlevi ne bu kurulların?

Bir şirket ya da üniversite kendi bünyesinde deney yapacak diyelim. Araştırmacı başvuru yapıyor, “Ben bu deney için 100 tane fare öldüreceğim,” diyor mesela. Yerel etik kurulun hayvan kullanım sayısına bakması, o deney için kullanılacak hayvan sayısının fazla olup olmadığını ya da deneylerde hayvanlara gereksiz acı çektirilip çektirilmediğini incelemesi gerekiyor. Merkezi Etik Kurulu’nun 21 üyesi var ve bu 21 üyenin sadece bir tanesi hayvan hakları örgütü temsilcisi ve bu kuruluş bakanlık tarafından belirleniyor. Geri kalanı ya bürokrat ya da deneyi savunan veteriner hekim, doktor. İki dönemden beri, yani 8 yıldır o sivil toplum kuruluşu temsilcisi de Laboratuar Hayvanları Bilimi Derneği üyesi. Yani deneylerle çıkar ilişkisi olan dernekten, deneylerde kullanılan ve öldürülen hayvanların hakkını gözetmesini bekliyoruz. Konuyu idari yargıya taşıdık o derneğin kurul üyeliğinin iptal edilmesi için. Baroların, hayvan hakları örgütü temsilcilerinin kuruldaki sayılarının arttırılması için bir talepte bulunduk. Yani Merkezî Etik Kurulu içinde hayvan lehine karar verebilecek kişilerin sayısının arttırılmasını talep ettik. İçeriden dışarıya hiçbir şekilde bilgi verilmiyor, kurulun karar ve çalışmaları şeffaf değil. Korkunç deneyler yapılıyor. İkinci talebimiz deneylerde kullanılan hayvanların deneylerden sonra ailelere verilmesi. Bunun zaten mevzuata göre yapılması gerekiyor ama hiçbir yerde uygulanmıyor. Deneyden sonra yaşayabilecek durumda hayvanlar aile yanına verilebiliyor ama Türkiye’de öldürülüyor. Bunun hayata geçirilmesini istiyoruz. Bir üçüncü talep “eğitimde vicdani ret” hakkının tanınması. Öğrencilikleri boyunca hayvan kesip biçmek istemeyen öğrencilere bu hakkın verilmesi. Biz hayvan deneyleriyle ilgili komisyonda bir sunum yaptık. En küçük ayrıntısına dek anlattık. Deneye Hayır Derneği’nden Uzman Doktor Oğuz Kınıkoğlu arkadaşımız da komisyona bilgi verdi. Hayvan deneylerinin güvenilir olmadığı, artık gereksiz olduğu, dünya üzerinde pek çok bilimsel alternatif yöntemin geliştirildiğini, Türkiye’de de bu yöntemlere geçilmesi gerektiğini aktardı. Şöyle bir talebimiz daha var. Kedi, köpek gibi sokakta ya da barınakta yaşayan evcil hayvanların üzerinde hiçbir deney yapılamaz maddesinin mevzuata eklenmesini istiyoruz. Çünkü Sivas’taki Cumhuriyet Üniversitesi’nde bir hoca yerel etik kurulunun izniyle barınaktan aldığı 11 köpeği öldürdü.

Evet duymuştum bu haberi. Yerel etik kurulunun onayıyla mı yaptı bunu?

Evet. Üniversite bünyesinde soruşturma açılmasını talep ettik. Göstermelik olarak açıldı ama kapandı hiçbir yaptırım uygulanmadı.

Devam ediyor olabilir mi benzer şeyleri yapmaya?

Bu alan denetime kapalı olduğu için, nerede ne deneyi yapılıyor bilmiyoruz. O yüzden Merkezî Etik Kurul’a dahil olmaya çalışıyoruz. Evet sinirimiz çok zor kaldırır ama girmeye mecburuz. En azından şeffaflık sağlanır.

Komisyon bu taleplere nasıl bakıyor?

Maalesef komisyon hayvan deneyleriyle ilgili tartışmayı en sona bıraktı; hayvan deneylerindeki zulmün komisyon raporuna ne kadar yansıyacağı, taleplerimizden hangilerinin raporda yer alacağı hâlâ belirsiz. Fakat taleplerimiz içinde “vicdani ret” terimi geçtiği ve bu terim başka şeyleri de çağrıştırabileceği için -askerlikte vicdani ret gibi- komisyon başkanının bizim verdiğimiz dosyayı kenara koyduğunu duyduk.

Anlıyorum. Diğer talepleriniz neler?

Örneğin “tehlikeli ırk” olarak nitelenen köpekler meselesi var. Pitbull gibi. Mevzuata göre bunların üretilmesi, insanlara verilmesi, satışının yapılması yasak. Uygulama şöyle, bu ırklardan bir hayvan görüldüğünde ya da şikâyet olduğunda bu hayvanlara el koyuyorlar. Türkiye’de el konulan bu ırklardaki köpeklerin %80’i uysal. Komşu husumeti nedeniyle olay yaşanıyor, diyelim apartmanda komşusunun pittbul köpeği var, husumet nedeniyle komşusunu şikâyet ediyor. Zabıta polis eşliğinde gelip hayvana el koyuyor. El koyduktan sonra bir belediyenin barınağına götürüyor kapatıyor. Müebbet hapis, oradan çıkması imkânsız. Ya da öldürülüyorlar gizli bir şekilde. Biz diyoruz ki tehlikeli ırk tanımı kaldırılsın ortadan, eğer hayvan gerçekten kötü niyetli bir şekilde yetiştiriliyorsa, dövüş için falan, hayvana bakan kişi cezalandırılsın. Barınaklarda müebbet hapse mahkûm edilen köpeklerin çoğu uysal köpek. Belirli bir prosedür işletilerek köpeklerin eski ailelerine geri verilmesi ve Türkiye’de bu ırklardaki köpeklerin üretilmesinin tamamen engellenmesini istiyoruz, çünkü dövüşler, bahisler için üretilip eğitiliyorlar.

Batı’da bu konudaki uygulama nasıl?

Batı’da da var benzer uygulamalar. Ama kapatmak yok, ağızlıkla dolaştırılmaları gerekiyor, İngiltere’de mahkeme kararıyla bakılabiliyor, bahçenin dışına çıkartmamak gibi kurallar oluyor, ülkelere göre farklı uygulamalar var ama bir yere kapatılmıyor ya da öldürülmüyorlar.

Sokak hayvanları ne durumda? Belediyelerin sokak hayvanlarını kısırlaştırıp aşılayıp yerine bırakması gerekiyor şu anki mevzuata göre. Ama niye barınaklar ağzına kadar köpekle dolu?

Belediyeler topladıkları hayvanları yerine bırakmadığı için hayvanlar barınakta birikiyor. Barınaklar toplama ve ölüm kampına dönüşmüş durumda.

Niye bırakmıyorlar?

Çünkü şikâyet geliyor vatandaştan. Oy kaybetmemek için alıyor hayvanı barınağa kapatıyor. Belki altı ay sonra öldürüyor. Takibi de mümkün değil. Belediyede doğru düzgün bir kayıt sistemi yok.

Bazlarının iddiasına göre sokaktaki hayvanlar zaman zaman çeteleşip başka insanlara saldırabiliyor. Buna karşı ne diyorsunuz?

Her sokağın, mahallenin kaldırabileceği hayvan sayısı var. Türkiye’de bu anlamda bir planlama yapılmadığı için, sokak hayvanları popülasyonu yönetimi diye bir şey olmadığı için, belediyeler nerede köpeklere iyi bakılıyorsa orayı köpek yığınağına çeviriyor. Ondan sonra şikâyetler başlıyor. İnsan hayvan çatışması körükleniyor. Belediye almazsa biri gidip zehirliyor. Burada doğru düzgün bir popülasyon yönetimi yapılması gerekiyor. Öncelikle alınan köpeklerin yerine bırakılması gerekiyor ki o köpeklerin yerine “yabancı” köpekler gelip yerleşmesin. Orada beş tane köpek varsa ve o sokak ya da mahalle altıncı köpeği kaldıramıyorsa “yabancı” bir köpeği oraya bırakmamak gerekiyor. Bir hayvan travmadan dolayı da agresyon sergileyebilir. Bunların rehabilitasyonuna dair hiçbir program yok Türkiye’de. Mevzuatta “bakımevi” diye geçen barınaklarda saldırgan hayvanların rehabilitasyonu sağlanmalı. Barınaklarda davranış uzmanı, köpek eğitmeni olmalı. Öyle bir şey yok. Kırsaldan kente doğru bir göç var, insanlar enteresan bir şekilde hayvanlarla yaşamak istemiyor. Ya da korkuyor, çocukluğundan gelen bir güdüyle, fobiyle. Burada yine sosyal devlet ilkesi gereği toplum ruh sağlığı merkezlerinde bu insanların tıbbi destek ya da terapi hizmeti alması gerekiyor. Bir hayvan gördüğünde donup kalmaması, çığlık çığlığa bağırmaması, bundan kaynaklı zarar görmemesi için devletin adım atması gerekiyor.

Pek çok köpeğin otoban kenarına atıldığını duyduk.

Belediyelerin bulduğu çözüm bu. Alıyor hayvanı diğer ilçenin sınırına atıyor ya da asla yaşamayacağı dağa, taşa, maden ocağına bırakıyor. Kendi yükümlülüklerini yerine getirmemek için. Bu hayvanların yeri orman, taş, çöplük değil. Bu hayvanlar toplumla birlikte sosyalleşmiş, insan desteğiyle yaşayan hayvanlar. O hayvanı oradan toplayıp barınağa götürdüğünde ya da ıssız yerlere attığında sorun çözülmüyor ki, o gittiği zaman yerine başka hayvan geliyor.

Bu konuda sizin talebiniz ne?

Kanun uygulanmadığı için ortada bir sorundan bahsedebiliriz. Belediyeler bunu “sokak hayvanı sorunu” olarak tanımlasa da biz bunu “yerel yönetimler sorunu” olarak tanımlıyoruz, çünkü mevzuatı uygulamayarak halk ile sokak köpeklerini sürekli karşı karşıya getiren yine kurumlar, yine belediyeler. Bizim talebimiz belediyenin tüzel kişiliği yerine hayvana zarar veren belediye çalışanının cezalandırılması. Şu anki mevzuata göre belediyenin tüzel kişiliğine yaptırım uygulanıyor. Yani yurttaşların vergisinden ödeniyor. Mevzuatı uygulamayan amire ya da çalışana yaptırım yok. Bu nedenle mevzuattaki hayvanların lehine olan maddeler ısrarla uygulanmıyor. Kamunun da zarara uğratılmaması için hem de mevzuata aykırı davrandığında cebinden para çıkacağını görmesi için yetkilinin ve personelin cezalandırılması gerekiyor. Kamu görevlileri için soruşturma açılma izni şartı kaldırılsın istiyoruz. Mevcut durumda görevi kötüye kullanmaktan dolayı suç duyurusunda bulunduğumuzda belediye teftiş kurulundan ya da belediye başkanıysa İçişleri Bakanlığı’ndan izin çıkması gerekiyor. Soruşturma izni aranmamasını talep ediyoruz.

Diğer meseleler, örneğin faytonlar konusu?

Faytonların tamamen kaldırılmasını talep ediyoruz. Komisyon bu mevzuya sorun sadece Adalar’daymış gibi yaklaştı. Ama Türkiye’nin belki 30 noktasında fayton var. Komisyonun sadece Adalar özelinde getirdikleri çözüm önerileri var. Özel ırklardan, yapılı ve cüsseli atların faytona koşulması, 30-50 arası faytonun kalması, bunun için de Adalar’da 300 atın bırakılmasını istiyorlar. Ama o atlara ne olacağı konusunda bir şey söylenmiyor. Kayıtdışılarla birlikte Adalar’da 1.800 at olduğu söyleniyor, 1.500 ata ne olacağı belli değil. Komisyon!a bunun denetimle çözülecek bir problem olmadığını söyledim. Zaten mevzuat var. 2017 ve 2018’de yapılan denetimlerin raporunu istedik, sadece 28 şahsa yaptırım uygulanmış iki senede. Neredeyse her gün atların ölüm, sakatlanma haberi geliyor. Denetim uygulanmıyor. Nasıl bir denetim uygulayacaksınız ki bu hak ihlallerini engelleyeceksiniz? Bir cevap veremiyorlar. Atların bu çağda köle olarak kullanılmasına, insan ve yük taşımak için kullanılmasına karşıyız biz. Bu çağda köleliğin yerinin olmadığını düşünüyoruz. Atların posasını çıkarana kadar çalıştırıyorlar.

Ve hayvancılık endüstrisi meselesi? Orada talepleriniz neler?

Orada bir talep sunamıyoruz maalesef. Çünkü hayvan özgürlüğünü savunuyoruz, hayvanların bireyliğinin, haklarının, beden dokunulmazlığının ihlal edilmemesi gerektiğini düşünüyoruz. Orada komisyonda Türkiye mezbahalarından gizli çekimler vardı elimizde, Türkiye’de mezbahalarda neler olduğunu vekillerin görmesi için video kayıtlar izlettik. Ne öneriyorsunuz dediler. Ben bir insan olarak orada hayvanların ne şekilde öldürüleceğine dair bir öneri sunamayacağımı, kendimde öyle bir hak görmediğimi söyledim ama uygulamalardan bahsettim. Erkek civcivlerin boğulması, canlı canlı kıyma makinelerine atılması. Onlardan bahsettim. Bunların çok kolay biçimde yasaklanabileceğini söyledik. O konuda somut bir öneriyle bilerek gitmedik. Böyle bir hakkımız olduğunu düşünmüyoruz. Bilimsel veriler sunduk, ama kesinlikle şöyle öldürün demedik. Biz hayvanların öldürülmemeleri gerektiğini, sömürülmemeleri gerektiğini düşünüyoruz.

Canlı canlı taşınma meselesi?

Canlı hayvan ticaretinin kesinlikle yasaklanmasını talep ediyoruz. Brezilya’dan, Uruguay’dan çok kötü koşullarda işkence ile hayvanlar getiriliyor. 2018’den bu yılın sonuna kadar 975 bin hayvan Türkiye’ye taşınacak ve taşındı. Böylesine bir zulüm hiçbir canlıya reva görülmemeli. Bir de folklorik hayvan güreşleri denen boğa ve deve güreşleri var. Onların da yasaklanmasını istiyoruz. Ama vekiller yasaklansın diye bir şey söylemeyecekler, siyasi kaygı güttükleri için. Bunun bir hak ihlali olduğunu rapora yazalım diyorlar ama yasaklanması yönünde bir öneride bulunmayalım diyorlar. Seçmenlerini küstürmemek istiyorlar. Siyasi kaygılar, hayvanların haklarından daha ağır basıyor yani.

Avcılık konusunda bir gelişme var mı?

Biz tamamen yasaklanmasını istiyoruz. Ama avcılar öyle bir baskı yaptı ki dinlenilmeleri gerektiğine karar verdi komisyon. Geçen hafta avcıları dinledi. Bu noktada komisyonu eleştiriyoruz ve bir bildiri yayımladık bu konuda. Nasıl ki kadına yönelik şiddetin tartışıldığı bir komisyonda kadınlara şiddet uygulayan failler dinlenmiyorsa bu komisyonda da avcıların dinlenmemesi gerektiğini söyledik. Aslında avcılığın ciddi bir hak ihlali olduğunu komisyon kabul etmişti.

Genel olarak bu talepler maksimalist bulunuyor mu?

Talep ve önerilerimizin hepsi uygulanabilecek şeyler. Ama niyet meselesi. O Komisyon hayvanların haklarını gözetmek için mi kuruldu yoksa yunus parkçısının, petshopçunun, avcının taleplerinin gözetilmesi için mi kuruldu? Komisyon’un amacı hayvan haklarının ihlallerinin araştırılması ve önlenmesi. Ama mesela yunus parkı işletenler geldi dinlendi. Komisyonun şöyle bir kaygısı var. Buralarda ekmek yiyen insanlara ne olacak? Biz bir anda bunları yasaklarsak bu insanlara ne olacak diye düşünüyorlar. O yüzden çok beklentimiz yok. 2011 senesinden beri yasanın değişmesi gündemde. Her sene tartışılıyor, beş seneden beri ama yol katetmiyoruz, göstermelik şeylerle geçiştiriliyor.

Bu komisyona bütün partiler katıldı mı?

Bütün partilerin ortak önerisiyle kuruldu. AKP’nin 6, CHP’nin 3, HDP’nin, MHP’nin 1, İyi Parti’in bir üyesi var.

Partilerine göre üyelerin tavrı değişiyor mu?

Yok değişmiyor. Özne hayvan olduğunda hiçbir konuda bilgileri yok. Hatta muhalefetin komisyona katılımı çok sıkıntılıydı, üyeler doğru dürüst toplantıları takip etmedi. O yüzden de eleştiriyoruz. İnsanmerkezci bakıyorlar. Bizi ütopyacı olarak tanımlıyorlar. Ama yine de önemli. Bu mevzular enikonu parlamento düzeyinde tartışılmış oluyor ve buradan çıkan rapor da bir anlamda tarihe not düşmek oluyor. Sokak hayvanları konusunda bazı açılardan fikren ortaklaştık. Bu tür komisyonlarda bizim önümüzü hep şöyle tıkarlar: Her dönem biz bu hayvanları kapatalım bir yere diye öneride bulunurlar ama ortalık ayağa kalktığı için geri adım atmak zorunda kalıyorlar. Fakat her dönem gündeme geliyor bu. Hayvanlar toplansın bir yere kapatılsın diye. Şantaj maddesi diyoruz biz buna. Bundan çıkamadığımız için mezbahalara gelemiyoruz. Bizim istediğimiz, bütün türlerin hayvanların hak ihlallerini konuşmak. Zaten toplantıların yarısı kavga gürültüyle geçiyor hayvanlar kapatılmasın diye.

Batı’da, gelişmiş ülkelerde sokakta hayvan olmadığı söylenir.

Batı’nın geçmişine bakmak lazım, çok kitlesel katliamlar var, halen onlar sürüyor. Bir soykırım uygulandı serbest yaşayan hayvanlara ve o soykırımla sokak hayvanlarının tamamen kökünü kazıdılar ne yazık ki. Günümüzde ise sokakta bulunan ya da yakalanan hayvanı bir barınağa götürüyor, ben buna bakamayacağım diyor, bazı ülkelerde on beş gün süre tanınıyor, süre dolunca öldürülüyorlar. Batı’nın örnek alınacak bir tarafı yok. Bir de Türkiye’nin kendine özgü koşulları var, sokak hayvanlarıyla yüzyıllara dayanan bir ortak yaşam kültürü var.

Kapatmak düşünülemez mi?

Öyle bir hakkımız yok. Devlete, hükümete gelmeden oturup kendimize bakmamız, neye hakkımız var, neye hakkımız yok onu görmemiz lazım. İklim krizi de giderek büyürken bizim attığımız adımları, o kibir halini, her şeye muktedir olma halini gözden geçirmemiz gerekiyor.

Hayvan hakları örgütleri bu süreçte koordineli çalışabildiler mi?

Türkiye’de ilk defa 300’den fazla oluşum bir araya geldi ve ortak taleplerini belirledi. Bu yasanın değişikliği geçen yıl Eylül ayında gündeme gelmişti. Biz 300 oluşum asgari müştereklerimizi belirledik, beş-altı tane talep üzerinde ortaklaştık ve bu talepleri sivil toplumun beklentileri olarak yetkililere sunduk. Devletin, hükümetin beş altı senedir söylediği “siz kendi içinizde anlaşamıyorsunuz, birbirinizi yiyorsunuz”du. Bu sefer onu önledik. Yasanın çıkmaması ya da değiştirilememesi konusunda sivil toplumu hedef göstermek, kolaya kaçmaktan başka bir şey değil. Yasa çıkmıyorsa bakanlıkların kendi aralarındaki ihtilaflar nedeniyle çıkamıyor.    

***

 

TBMM Hayvan Hakları Komisyonu Raporu bu söyleşi yapıldıktan sonra açıklandı. Burak Özgüner’e rapor hakkında ne düşündüğünü sordum.

 

Komisyon’un raporu Meclis Başkanlığı’na sunuldu. Rapor hakkında neler söylemek istersiniz?

 

Araştırma komisyonu raporunun, 300’den fazla STK ve oluşumun ortak taleplerini büyük ölçüde karşıladığını söyleyebiliriz. Komisyonun, sivil toplumun aktif katılımı ilkesini benimsediğini de söylemeliyim. Ancak bu, hayvanlar açısından kesinlikle yeterli değil. Komisyon, her zaman olduğu gibi kendisi ile de çelişkiye düştü. Raporda, hayvanlar için “Can taşıdığı ve duygulu varlıklar olduğu değerlendirilerek kendine özgü yapısı içinde değerlendirilmelidir,” deniliyor. Burada etik bir çelişkiden bahsetmek gerekiyor çünkü belli hayvanlara hakları teslim edilirken, “damak zevki” gibi şımarıkça nedenler ya da gıda ve tıp endüstrisinin bilimsellikten uzak, “sağlıklı olmak için hayvan yemeliyiz, hayvansal ‘ürün’ tüketmeliyiz” iddiaları sebebiyle, birtakım hayvanların hakları teslim edilmiyor. Köpek ile koyunun, muhabbet kuşu ile tavuğun arasında haklar bağlamında da, hisler bağlamında da hiçbir fark yok.

 

Komisyonda uzlaşmaya varılamayan konuların başında faytonlar geliyordu. CHP, atlı faytonların özellikle Adalar’ın “kültürel” mirası olduğu iddiası ile faytonculuğu savundu. Sonuç olarak faytonlara ilişkin kural belirleme ve kısıtlama yönünde bir tavsiyede bulunuldu raporda. Halbuki senelerden beri bu konuda mevzuat var. O yüzden bunun denetim, kısıtlama, sınırlama ile çözülemeyeceği ortada. Ölümler, yaralanmalar ve kazalar devam edecek. Faytonların sayısını düşürerek faytonlarda sömürülen atlara yönelik sistematik zulüm ve kölelik koşullarının ortadan kaldırılabileceğini kesinlikle düşünmüyorum.

 

Komisyonda da rapor sürecinde, “folklorik” olarak adlandırılan deve, boğa gibi hayvanların dövüştürülmesine siyasi kaygılar ile çok dokunulmadığını gördüm. Bu çağda hayvan dövüştürmenin artık bir yeri olmamalı.

 

Komisyonda, sadece bir üyenin dışında avcılık karşıtı bir tutum hakimdi diyebiliriz. Avcılık ve silah endüstrisi lobisi ile bu tutumun da esnediğini gördük. Her yerde söylüyoruz; avcılık cinayetten başka bir eylem değil. Komisyon, avcılık üzerine toplamda, neredeyse bir gün tartışmıştır. Avcılığı bu kadar tartışıp yaban hayvanlarının yaşam ortamlarını ve gündelik yaşantılarını birçok açıdan zarara uğratan, ekolojik yıkımlara sebep olan doğa düşmanı projelere dair tek bir değerlendirme yer almadı raporda. Avcılık kadar yaban hayatı yıkıma ve sekteye uğratan her türlü maden ve enerji projesi de dikkate alınmalıydı diye düşünüyorum. Yine aynı şekilde kürke laf edip deri endüstrisini eleştirmemeyi de anlayamıyorum. Ne demek istediğimi anlamak için Ergene Nehri’ne bakılması yeterli olacaktır.

 

Yunus parklarının kapatılması için süre iki sene olarak belirlendi. Yunuslara Özgürlük Platformu ile bizler de bu sürenin altı ay, en fazla bir sene olması gerektiğini belirttik. Bu süreçte nasıl bir denetim ve takip uygulaması hayata geçirilecek, yani hayvanlar el altından satılacak mı, taşınacak mı, ölenlerin yerine yenileri getirilecek mi, hep birlikte göreceğiz.

 

Petshoplar tartışılırken daha çok kedi ve köpeklerin satışının yasaklanması üzerine duruldu. Günde kilometrelerce uçan, yüzen hayvanların esareti ve satışı, bu hayvanlara uygulanan “üretim mezalimi” maalesef dikkate alınmadı.

 

Bazı hayvanların yaşadığı acıları umursayıp bazılarına yaşatılan acılarını umursamadığımızda ya da raporda olduğu gibi yok saydığımızda tutarlı olmuyoruz. Halbuki hak ihlallerinin en çok yaşandığı yerlerin en başında mezbahalar, yumurta ve süt üretim tesisleri, balıkçılık endüstrisi geliyor. Gerçekleri görmezden gelerek ya da gerçekler ile yüzleşmemeyi seçerek hayvan haklarını tartışamayız. Raporda, en azından, hayvancılık endüstrisindeki sistematik zulme ve mevcut duruma ilişkin bir durum tespiti yapılabilirdi.

 

Her şeye rağmen, komisyon raporundan umutluyum; yasa teklifi sürecinde de sonuna kadar müdahiliz, yasama sürecinin takipçisiyiz.