Şeytan Avcısının Hazin Paradoksu
Polat S. Alpman

Diyelim ki, şeytanla karşılaştınız.

Bir mahallede bekçisiniz ya da devriye gezen bir polis memuru. Yargıçsınız, savcı, avukat ya da mübaşirsiniz. Mahallenin muhtarı ya da o şehrin belediye başkanı, mecliste milletvekili ya da başbakansınız. Belki de sıradan birisiniz, işsiz bir genç, bir öğrenci ya da işten çıkıp evine giden herhangi biri ve diyelim ki şeytanla göz göze geldiniz...

Diyelim ki, siz erdemleri olan birisiniz, bu dünyadaki kötülükler nedeniyle gam yüklüsünüz. Elinizden gelen fazla bir şey yok ama en azından kalbinizle buğz ediyorsunuz. Haksızlıklara karşı dilsiz şeytan olmaktansa, kalbinizden buğz etmeyi, yani kötülüklere razı olmamayı, kötülüğe itaat etmemeyi ciddiye alırsınız ve diyelim ki, ansızın yeryüzündeki bütün kötülüklerin sebebi olan bu iblisle karşılaştınız. Onu yakalamak, insanlığın bütün acılarının hesabını sormak ve belki de onu ortadan kaldırmak için var gücünüzle kovalamaya başladınız.

Yakaladığınızı düşündüğünüz her an kaçmanın bir yolunu buldu. Kendini gizleyecek bir kılıfı, üstünü örtecek bir örtüyü hep bulmayı başardı.

Ama olsun, bir kez karşılaştınız ve onu yakalamak konusunda ciddi bir karar verdiniz. O hızlıysa siz ondan daha hızlı olmalısınız. O kurnazsa siz daha kurnaz olmalısınız. Kendinizi geliştirdiniz, eksiklerinizi gidermek için elinizden geleni yaptınız ve diyelim ki şeytanla hesaplaşmak için kendi erdemlerinizden vazgeçmeyi bile göze aldınız.

Ana kucağında öldürülen sabilerin, çocuk yaşta öksüz, yetim kalan masumların, akıl almaz işkencelerden geçen gençlerin, haksız yere zindanlarda çürüyen insanların, evi-barkı yıkılmış, sokakta kalmış, bütün ömrü heba olmuşların hesabını sormak için... var gücünüzle peşine düştünüz şeytanın.

Nereye girse peşinden girdiniz, hangi deliğe saklansa o deliği tarumar ettiniz.

Olmadı... yakalayamadınız.

Yine de pes etmediniz. Belki de dünyadaki en meşru hakkınız olan kötülüklerin kaynağıyla mücadele edebilmek için evrensel hukuktan, beşeri kanunlardan aldığınız yetki ve güçle devam ettiniz aramaya. Şeytana lanet edenler ile ondan çok çekenler sizi büyük bir empatiyle destekledi. Herkes sizi destekledi. Sırtınızı sıvazlayıp coşkunuzu yücelttiler. Yüzünüze karşı cesaretinizi övdüler.

Ama şeytan bu. Binlerce yılın hilekârı... sıvışmanın, gözden kaybolmanın bin bir türlüsünü bildiği için sizi hep aldattı ve yakalayamadınız. Karar verdiniz, onu yakalamak için -tıpkı onun gibi- artık hiçbir kural tanımayacak, hiçbir hukuka uymayacaktınız. Onu yakalamak uğruna gerekirse her kuralı çiğneyecek, hiçbir kanunu tanımayacaktınız.

Öyle de yaptınız.

İblis nereden geçmişse orayı yıktınız, kime fısıldamışsa onu yakalayıp ahaliye taşlattınız, kime selam verdiyse onu şeytanın uşağı saydınız, cezalandırdınız. Yıkmaktan da, yakmaktan da, yok etmekten de çekinmediniz. Yüksek idealler sahibi siz, bu uğurda bütün erdemleri ve erdemlerinizi kaybetmekten çekinmediniz.

Öyle ya... bütün kötülüklerin sebebini ortadan kaldırmak gibi ulvi hedeflere gönül vermiştiniz. Evrensel hukukla, beşeri kanunlarla halledilemeyecek bir işin peşine düşmüştünüz. Bazıları buna itiraz etme cüretini gösterdi, onlara kem gözle baktınız, bazıları aramızdaki ortak yasaya uymadığınız, hukuka aykırı davrandığınız için sizi eleştirdi, onları cezalandırdınız. Yaktığınız, yıktığınız sizden korktular ve hatta size ve ulvi amacınıza bağlılıklarını sunmak için kuyruklar oluşturdular.

Gevşemediniz, üşenmediniz.

Ayartıcı şeytanın ayartmasına engel olmak için körler ve sağırlardan ordular kurdunuz. Ayartılmasınlar diye akıllarını bağladınız. Şeytanı yakalamak için kimsenin motivasyonu düşmesin, yenilgi duygusuna girmesin, coşkuları sönmesin diye yalanlarla dolu hamasi nutuklar atmaya başladınız. Kalabalıkları coşturdunuz. Coşturduğunuz kalabalıkların bir kısmı komşularını şeytan gibi görmeye başladı, siz de hoşnut oldunuz. Artık söylediğiniz yalanlara siz de inanmaya başladınız ve komşularınızın şeytan tarafından ayartıldığına inandınız.

Gün oldu, devran döndü, azmettiniz ve nihayet şeytanı yakaladınız.

Bütün kanunlar çiğnenmiş, hukukun hiçbir ilkesinin anlamı kalmamış ama şeytan yakalanmıştı.

Yargıçlığı sırasında kendisine saygısızlık yapan birini tutuklaması istendiğinde bunun hukuk dışı bir davranış olacağını söyleyen Thomas More, eğer kanunları işimize geldiği gibi uygularsak kimsenin sığınacak bir yeri olmadığını söyler ve muhatabına şöyle der: “O zaman rüzgar bizi oradan oraya savururken ayakta durabileceğini mi sanıyorsun? Evet dostsum, kendi güvenliğim uğruna şeytanı da kanunların korumasına alıyorum.”

Eğer kanunlar, kanunları çiğnemediği sürece şeytanı bile koruyamıyorsa, eğer şeytanı yakalamak için bütün hukuk kaideleri ve kanunlar yok sayılabiliyorsa, eğer hukukiliğe takla atlattırılmakta bir sakınca görülmüyorsa, artık şeytana gerek kalır mı?

Bütün kanunlar çiğnendiği, hukuka olan itimadın yok olduğu, son kuralın da ortadan kalktığı bir yerde şeytanın şerrinden sığınılacak neresi kalır?

Şeytanı yakaladınız, ama şeytanla sizin aranızdaki farkı artık o da bilmiyor.
Şeytanı yakaladınız, ama onu yakalayan artık onu yakalamak için yola çıkan kişi değil.
Şeytanı yakaladınız, ama yakalamak istediğiniz şeyin kendisine dönüşmeyi göze alarak.
Şeytanı yakaladınız; ama insanlar şeytanın değil, şeytan avcısının şerrinden Allah’a sığınırken...