Kader Tanrısı
Sema Aslan

Kader, tek bir kelime ile ne çok şey yapılabileceğinin güzel örneklerinden. Kader beklenebilir (“ellerimiz kollarımız bağlı, kaderimizi bekliyoruz”, Kolin Termik Santral protestosuna katılan Yırcalı bir köylü); insanları ve hatta ülkeleri birbirine ortak edebilir (“Bizim kaderimiz ortak. Biz insanca çalışmak ve yaşamak istiyoruz”, Türk-İş veya “Türkiye ve AB’nin kaderi ortak”, AB Türkiye Büyükelçisi Christian Berger); bağlanabilir (“senin kaderin bağlanmış, evlenemezsin!”); inatla reddedilebilir (“Kuraklık ve susuzluk kaderimiz değil”, “kadın cinayetleri kaderimiz değil”); ne yapsa ne etse, insanın peşini bırakmayabilir (“Çocuğu olmayan bir çifte verilen Orhan, minibüsün altında can verdi, kötü kaderi peşini bırakmadı” gazete haberi); kesişebilir (“kaderleri hastanede / ölümde kesişti” gazete haberi) ve tabii kendini hiç umulmadık bir biçimde göstererek cilvelenebilir. Belki bu çok yönlü ve şaşırtıcı kişilik yapısından dolayı Kuzey Germen paganları, adını bile bilmedikleri kader tanrısını diğer bütün tanrıların önüne koyacak kadar çok inanmış kadere. (Gerçi Fransız sosyal bilimci Regis Boyer, ilkel mantığın hüküm sürdüğü ve zamanın/mekânın koşullarına göre anlık kararlar vermek zorunda kalan topluluklarda kader kavramının hep önemli olduğunu söyler. Bu topluluklarda yaşamın kuralları henüz oturmamıştır, yaşam “saf” haldedir.) 

Bizim başımıza gelmemiş ama “bizim de başımıza gelebilirdi” nitelikli olaylar kaderle bağlandığında yüzlerce, binlerce, milyonlarca, yani çok sayıda insan aynı anda bir hayale kapılabilir: Bizim başımıza gelseydi, aklımızı yitirirdik. Belki gidip bir caddenin ortasına oturur ve ellerimizle asfaltı döverdik. Sonra beklerdik, başkaları da gelsin, otursun ve asfaltı dövsün diye. Bizim başımıza gelseydi, o insanlar gelir ve o asfaltı döverdi. Çünkü biz, başkayız. Ve aynı zamanda, sıradan insanlarız. Bu yüzden kaderle bağlanan olaylar bizi üzer. Kadersizlere üzülürüz. Kader, topluluk ruhunun ısısını yükseltir.

Kadersizler, yazısı kötü yazılmış olanlarsa çoğunlukla hep, ölüme aldırmayan ya da bile bile ölüme yürüyenlerden çıkar. Başlarına gelen olayların sorumlusu, mutlaka kendileridir. (Oysa kader oyun da oynayabilir, bizim de başımıza –ansızın, kötü şeyler gelebilir. Ve kötü kaderi bir kuytuya atıp kaçmak ya da çok para karşılığı birilerine satmak mümkün olmaz; çünkü kader, her kişi için özel olarak, özenle belirlenir. Tam bu yüzden “kaderi güzel olsun” diye bir laf var dilimizde.)

Siyasilerin ağzındaki kaderin bağladığı olaylar ve kişilerse, birbirine akraba. Onlar hüküm süren “biz”in dışında kalanlar. Kadersizlerin sayısı hiç az değil; hatta epey geniş bir topluluk oluşturuyor, biraz da selin getirip bıraktığı artıklara benziyorlar.

Kaderin kudretle ilişkisi güçlü ve dolaysız. Selinti ruhlar, kudretli olanlar tarafından tayin edilmiş kaderle yönetilir. Bu nedenle kaderin onlar için uygun gördüğü “şimdi”yi sorgulamanın, olayları “sağa sola çekmenin” anlamı yok. Zaten birtakım olayları, mesela madenlerdeki grizu patlamalarını eğip bükmek, sağa sola çekmek isteyenlerin derinlikli düşünemediği beyan edilmişti: “…bu, işin kaderidir. Bunu sağa sola çekmeye kimsenin ne fikri derinliği, ne düşünce derinliği yetmez. Senin kadere, kazaya imanın yoksa o ayrı mesele zaten.” Ya da referandumda “hayır” diyecek olanların kaderinin çoktan çizilmiş olduğunu bildiren şu cümle: “Hayır diyenlerin konumu 15 Temmuz’un yanında yer almaktır. Bunu kimse sağa sola çekmesin.”

Ve eğip bükmeden söylemek gerekirse, kader, bazı insanların nabzını düşürebilir, uykusundaki çocuğu öldürecek kadar kendinden geçebilir.