Oedipus Karmaşası (III): Panik Zamanları
Erdoğan Özmen

1980’lerde başlayan ve halen devam eden süreci, kapitalizmin kendi zaferini ilan ettiği total bir aşamaya ulaşması ve insanlığın buna teslim olması biçiminde özetleyemez miyiz? Kusursuz şekilde, bir saat gibi işleyen hiper-kapitalizmin zamanı, demek tarihin sonu, kapanışı olarak yani? Böylece asgari ücretten, emekten, yoksulluktan, açlıktan, sömürüden, yer yer pis bir vahşete dönüşen sömürüden, küçücük çocukların en korkunç işlerde çalışıyor olmasından, evsizlerden, biçarelerden, dilsizlerden, muhtaçlardan, güçsüzlerden, esasında yasal olarak işleyen bir cinayet, soygun ve gasp sistemi olan kapitalizmden bahsetmenin tuhaf ve ayıp kaçacağı uzun on yıllar başlamış oldu. Dünyanın tüm zenginliğinin bir avuç insanın elinde toplanmasından daha korkunç bir adaletsizliğin olmadığının ancak belli bir mahcubiyet eşliğinde -özür dilenerek adeta- dile getirilebilir olduğu zamanlar. Varsa yoksa piyasa, sermaye hareketleri, kur değişiklikleri, şirket karlılıkları, verimlilik hesapları, performans çizelgeleri, ihracat ithalat rakamları, reklam, marka değeri, tüketim filandan ibaret bir hayatımız oldu. Her şeyin –suyun, havanın bile- bir meta statüsüne indirgendiği ve okulların, hastanelerin, dahası ülkelerin bir şirket mantığına göre yönetilmesinin makbul sayıldığı sefil ve çıplak bir kar-zarar, hesap-kitap, iktidar-güç çağı. Saf aklın bütün yordamlarını kaybettiğimiz, demek sahte ile hakiki, kötü ile iyi arasında ayrım yapabilme yetimizin kökten parçalandığı düşkünlük, çıkarcılık ve faydacılık zamanı. Dört bir tarafı kuşatmış enformasyon aşırılığı ve yığınının da aynı biçimde yargı yetimizi sakatlayan bir işlevi yok mu?   

Canavarca hareketinin/işleyişinin bir gereği olarak insan dahil her şeyi öğüterek ve parçalayarak tüketeceği bir ürüne indirgeyen neoliberal kapitalizme razı olmamız ancak belli ideolojik koşullar sayesinde gerçekleşebilirdi. Etrafımızı kuşatan, dünyamızı oluşturan şeylerin; bilginin, malların, ürünlerin, iletişimin, eğlencenin, zevkin, ilişkilerin, paranın, piyasanın vb. aşırı mevcut, çok fazla bulunuşundan hareketle toplumda hiçbir kusur, tutarsızlık ve eksikliğin kalmadığı, her şeyin apaçık ortada olduğu iddiası ve vehmi bu koşullardan birisidir. Eksiksiz bir insan ve toplum varsayımı vardır burada. Her türlü olumsuzluktan arınmış, pürüzsüz, tam bir denge ve uyum içinde kaygısızca salınan bir toplum ve insanlık tasavvuru. Eğer her şey gösterilmişse, bakış alanımızdaysa, eksik parça kalmamışsa kaygı ve korkuya kapılmamıza da gerek olmadığını vaaz eden bir ideolojidir bu. Bu ideolojik alanın içinden, o ahenkli akışı bozan, aşırılık ve dengesizlik yaratan herhangi bir şey –terör, savaş, vb.- ortaya çıktığında, bunun tamamen arızi ve sisteme-dışsal, kısa sürede yok edilecek bir tür yabancı cisim, bir virüs gibi düşünmemiz bekleniyor artık.   

“1990’larda Batı’da hakim olan ideoloji, toplumda artık hiçbir toplumsal antagonizmanın bulunmadığı, yani hiçbir eksik olmadığıdır. Gizli olan hiçbir şey yok gibi görünmüştür ve “her şeyi gösterme” mantığı ilkin, özne için dehşet verici olabilecek olanı ifşa etme yoluyla kaygıyı yatıştırmanın bir yolu olarak ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda ölüm korkusu da görünüşe göre yeni bir rotaya girmiştir.”[1] 

Belki de sosyal medyanın –en uzak mesafeleri tek hareketle kat etme ve her yerde mevcut olma- böylesine yaygınlık kazanmasının gerisinde bile aynı şey vardır. Her sahte vaadin/yanılsamanın cazibesine kapılmakta en derin özlem, arzu ya da kaygı ve korkularımız çoktan iş başında değil midir zaten? Eksiksiz ve tutarlı bir toplumda eksiksiz bir varoluşa ulaşmanın ötesi yoktur artık. Dahası bütün bilim ve teknoloji en nihayetinde bununla ilişkili değil midir aslında? Bir süredir yürürlükte olan şeffaflık zorlaması ve buna eşlik eden ifşa, itiraf ve pişmanlık pratiklerini de aynı bağlama; hayatlarımızda kaygı nedeni olabilecek hiçbir boşluk ve aralık bırakmama takıntısına yerleştirebiliriz pekala. Halbuki ötekinin ötekiliğini tanıyan, ve buna ve aradaki mesafeye hürmet eden bir ilişki kipi değil midir asıl insanca olan.   

Marksizmden ve psikanalizden sonra iyice biliyoruz ki, topluma damgasını vuran şey toplumsal antagonizma (toplumun sınıflara bölünmüş yapısıyla bir bütünlük ve tutarlılıktan yoksun oluşu), bireyin temelindeki de bir eksiklik/yetersizlik ilkesidir. “Bir varlığın imkanına hükmeden ve bu imkanı düzenleyen ilke budur” (Blanchot). Ve kaygı, bir eksikliğin semptomu/sonucu olmaktan ziyade eksikliğin inkarına, bir eksiklik yokluğuna ilişkindir. Dahası ileri sürülen, vurgulanan ve parlatılan aşırılığın ve aşırı mevcudiyetin yanı sıra “aşırı-enformasyon ve aşırı-iletişim hakikat eksikliğinin, dahası varlık eksikliğinin belirtisidir. Daha fazla enformasyon, daha fazla iletişim bütünün temel belirsizliğini ortadan kaldırmaz. Hatta daha da artırır.” [2]

Demek günümüzde kaygının kendini belki de en ham, çıplak ve işlenmemiş biçimiyle (panik ataklarla) ortaya koymasının daha da belirgin hale getirdiği şey şudur: Kaygı eksikle ilişkili olmaktan ziyade eksiğin yokluğuna ve inkarına ilişkindir. Tüm bu eksiksizlik, pürüzsüzlük ve mutlak anlamda aynılık çabasının damgasını vurduğu, bütün yarıkların ve boşlukların ortadan kaldırılmaya çalışıldığı dümdüz bir toplum yaratma heves ve girişimlerinden geri dönen şey panik ataktır.

Kendisi dışındaki şeylerin, özellikle de metaların ve enformasyonun ve onların sonsuz dolaşımının aşırı mevcudiyeti yüzünden, insan aşırı genişlemiş bir şimdiki zamanda ikamet etmek dışında bir mevcudiyetten yoksundur artık. İnsan burada yönünü kaybetmiş, kaybolmuştur. Nerede bulunduğunu bile bilmesine izin vermeyen laçkalaşmış bir şimdiki zamanla kendisini bir daha yeniden bulamayacağı bir gelecek (bir gelecek varsa bile) arasında sıkışmış ve burada kaybolmuştur. Zamanımızın asıl dehşeti budur.   

En temelde ısrar eden şeyin (eksiklik ve tutarsızlığın) inkarına yaslanan her aşırılık bir sapkınlık projesine dönüşmekten kurtulamaz. Bu anlamda kapitalizm bir sapkınlık sistemi ve pratiğidir. Ve insanlık için, insanlığın tümden yitip gitmemesi için, hala, üzerinde konuşulmaya ve düşünmeye değer biricik alternatif komünizmdir.



[1] R.Salecl, Kaygı Üzerine, Çev. B.E.Aksoy, Metis Yayınları, 2013, s. 49.

 
[2] Byung-Chul Han, Şeffaflık Toplumu, çev. H. Barışcan, Metis Byung-Chul Han, Şeffaflık Toplumu, çev. H. Barışcan, Metis ayınları, 2017, s. 23.