Reisçilik-Abicilik
Barış Özkul

Geçen hafta Ali Koç karşısında seçimi kaybederek yirmi yıllık başkanlık hayatını noktalayan Aziz Yıldırım, 26 Ocak 2005’te Hürriyet’e verdiği demeçte “Fenerbahçe’de tek reis var, o da benim” demişti. Aziz Yıldırım’ın Recep Tayyip Erdoğan’dan pek hoşlanmadığını varsayabiliriz, ama buna benzer beyanatlarından ve yirmi yıllık icraatından anlaşılan o ki “reislik” kurumuyla esastan bir derdi yoktu. Hayatına Fenerbahçe’nin “ebedi reis”i olarak devam edebilirdi.

Yıldırım, 2005’te “Reis benim” diye çıkışırken dönemin “reis” unvanı taşıyan bir başka Fenerbahçelisine meydan okuyordu: Tribün lideri Sefa Kalya ve onun etrafında toplanmış olan Genç Fenerbahçeliler grubu. GFB ve reisleri Sefa Kalya, eski hamileri Aziz Yıldırım’ı protesto etmeye “yeltendikleri” için Fenerbahçe tribünleri ile Fenerbahçe yönetimi birbirlerine girmişti.

Türkiye reislerden geçilmez; organize suç örgütü liderliğinden tribün liderliğine, siyasi parti liderliğinden mahalle kabadayılığına çeşit çeşit “reis”lik kariyeri ve hiyerarşisi vardır. Özgüven sorunu yaşayan; bilgisi, yeteneği ve karakterine güvenmeyen kalabalık bir kitle benliklerini reislerine teslim edip onların arkasından büyük bir zevkle sürüklenmeyi marifet bilirler: Müritlerce uçurulan şeyh, bunun karşılığında müridin zaafını örtmekle, manevi boşluğunu doldurmakla yükümlüdür.   

Reislik ve Abilik kurumunun Türkiye’nin seküler-muhafazakâr, Alevi-Sünni vb. ezeli ayrımlarını “alıkoyarak” aşan bir boyutu vardır. Yine tribünlerden bir örnek: Galatasaray veya Fenerbahçe tribünlerinin İslâmcı-milliyetçi tribün reislerine karşılık Beşiktaş veya Karşıyaka Çarşı gruplarının Atatürkçü ve harbici “Abi”leri vardır. Abi veya Reis namaz kılabilir, içki içebilir ama mutlaka topluluğu kenetlemeli, Abilik ve Reislik görevini yerine getirmelidir.

Abilik ve reislik ihtiyacı, toplumsal ilişkilerin anonimleşmediği; modernleşmenin zorunlu sonucu olan meslekleşmenin (korporatist tınılar taşımayan; iyi bir doktor veya iyi bir yazarın abi ya da reis ihtiyacı duymaması anlamında olumlu meslekleşme), bireyselleşmenin bir yurttaşlık bilinci olarak içselleştirilmediği; cemaatlerin, hemşericiliğin, ahbap-çavuş ilişkilerinin kenetleyici olduğu toplumlara özgüdür ve kimi durumlarda modern hayata ayak uydurmayı sağlayacak zihni ve ruhsal hazırlığa sahip olmamanın yarattığı yalnızlığı ve bu yalnızlığın beraberinde getirdiği akıl hastalıklarını önlemek gibi paradoksal ve olumlu etkileri de vardır. Buradan bakıldığında modern bir soruna verilmiş pre-modern bir yanıt gibi görünür. Ciddi sorunlar karşısında pratik hal çarelerine sarılan Türk toplumunda “Abicilik ve Reisçiliğin" kolayca kök salmasının böyle bir boyutu da vardır.

Ama bu pratik hal çaresi aynı zamanda otorite karşısında duyulan karanlık bir korkuyu ele verir: Korkulan figürle özdeşlik kurmak korkuyla baş etmenin yolu haline geldiğinde Reis veya Abi iktidarın yalın bilgisine kavuşur: Sadakat ve itaat döve döve öğretilir. Reis veya Abi gerektiğinde kardeşlerini dövecek, onları azarlayacaktır; eğer bir siyasi parti lideri ise izleyicileri, kitlesi, eski yol arkadaşlarından yakınacak, en yakınları tarafından bile anlaşılmadığını söyleyecektir. Reis, niteliksel bakımdan hiçbir farkı olmadığını içten içe bildiği müritleriyle eşitlenmeyi asla istemez; bunu varoluşsal bir tehdit olarak gördüğü için böyle bir eşitlenme ihtimaline karşı iç ve dış tehditler icat eder.

Türk tipi “reislik ve abicilik” bir erkeklik meselesidir ve fiziksel güce dayalı bir “cefakârlık” edebiyatına yaslanır: Tribün reisi veya abisi olmak için belinde döner bıçağıyla kavga etmiş olmak, deplasman otobüsünde binlerce kilometre yol gitmiş olmak, yağmurda çamurda statları doldurmuş olmak gerekir; evinde televizyon karşısında maç izleyip takımını destekleyen “muhallebi çocukları”ndan ne reis olur ne de abi. 

Siyasette reislik ise “belediyecilik”ten gelmiş olmayı, sokakların tozunu yutmuş olmayı gerektirir: “Biz hayatı romanlardan değil sokaklardan öğreniyoruz” şiarı reisliğin kılavuzudur. Bakkalla manavla yüz yüze iletişim kurduğunuz için hakikatin bilgisine sahipsinizdir. Esas olan aksiyon adamı olmak, eylemde bulunmaktır; yazı yazmak falan bir eylem biçimi olamaz. Reis ve abi dediğin “yaaa” diye kükreyip kendini erkek gibi ortaya koyan adamdır. 

Türkiye 150 yıllık modernleşme sürecinin sonunda “reislerin” ve “abilerin” toplumsal ve siyasal hayatta belirleyici olmaya devam ettiği bir toplum. “Reisçilik” ve “abicilik” özbenliğimiz hakkında fikir verirken gerçek bir alternatifin şu veya bu Reis'ten veya Abi’den değil Reisçilik ve Abicilik ihtiyacından, bu ihtiyacı meydana getiren toplumsal yapı ve zihniyetten kurtulduğumuzda mümkün olabileceğini gösteriyor.