“İslâm medeniyeti IŞİD ile anılamaz”. Ahmet Davutoğlu, Charlie Hebdo katliamından üç ay önce, Eylül’de söylemişti bunu. Medeniyet kavramının İslâm adına savunmacı-özürcü kullanımına yaklaşan bir söz. “İslâm barbar değildir” mealinde…
Aslında Davutoğlu’nda medeniyet kavramının, barbar-olmamayı ifade etmekle yetinmeyen bir ağırlığı, bir görkemi var. Şanlı geçmişin övüncüyle de yetinmeyen bir anlam bu. Davutoğlu’nun söyleminde medeniyet, kendine özgü bir “hayat sahası” üzerindeki sahiplik iddiasıyla, jeostratejik alan hakimiyeti “vizyonunu” ifade ediyor.
Ümit Kıvanç, Birikim’den yeni çıkan kitabıyla (link), Davutoğlu’nun bu jeostratejik vizyon (hayal ve tasarım) dünyasında bize kılavuzluk yapıyor. Halihazır Başbakanın 2001’de yayımlanan ve o günden beri 100 baskı yapan Stratejik Derinlik kitabının bütün sığlarına girip çıkarak, Pan-İslamist milliyetçiliğin zihniyet haritasını çıkarıyor. Onun medeniyet kavramını, dinî kimlikle belirlenen ve bütün diğer öznelik ihtimallerini yutan bir büyük özne olarak kullandığını gösteriyor. Medeniyet kavramı, bir büyüklenmenin sloganıdır Davutoğlu’nda.
Sadece Davutoğlu değil. Türkiye’de İslâmcı düşüncede medeniyet kavramının, yaklaşık elli yıldır böyle bir sihri var. Mehmet Akif, İstiklâl Marşı’nda “medeniyet denen tek dişi kalmış canavar” derken, modern Batı’nın tek veya en azından cari medeniyet olma iddiasını, kahrederek de olsa kabullenmiş gibiydi. Ziya Gökalp’in millî kimliğimizi kültürde muhafaza edip medeniyetin evrenselliğini-beynelmilelliğini benimseyen terkibi, İslâmcıları hoşnutsuz etse bile uzun süre ses çıkarmadılar, hatta buna kerhen rıza gösterenler de az değildi. 1950’lerde önce Necip Fazıl heyheylenerek, sonra asıl Sezai Karakoç düşünerek, İslâm’ı bir medeniyet iddiası olarak ortaya koymaya yöneldiler. Karakoç, medeniyeti sadece tarihsel bir miras değil, diriltilecek bir cevher olarak görüyordu. İslâm’ın hususiyeti kültür farkından ibaret değildi buna göre, iktisadiyattan yaşayış tarzına, topyekûn bir insanlık anlayışı, bir toplum modeli içeriyordu.
Bu, alternatif bir evrensellik iddiasıdır. Batı medeniyetinin yozluğuna bir kahrediş de eksik değildir elbette lakin Karakoç’un naif denebilecek söyleminde, bütün insanlığa dönük bir medeniyet teklifiyle de karşılaşırız. Davutoğlu’nun ‘yetkili’ bir örneğini teşkil ettiği söylemde ise, kimlik farkına dayalı bir özcülük bariz biçimde öne çıkar. “Biz” başkayızdır, “onlar” başka. Neredeyse metafizik bir fark vardır “Batı insanı” ile (ve başka medeniyetlerin insanları ile) aramızda. Davutoğlu’nun 1997’de Divan Dergisinde yayımladığı bir makalesinde kullandığı kavramla, medeniyetlerin Ben-idrakleri farklıdır. Her şeyi, her şeyi başka türlü idrak ederiz, bakışımız, duyuşumuz başkadır.
Sadece Davutoğlu değil. Örneğin “medeniyet”siz cümle kurmayan Yusuf Kaplan’da medeniyet, İslâm’a mahsus ve İslâm’dan ibarettir (Ümit Kıvanç, onla da ilgilenmişti: link). Örneğin Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, Akıl ve Erdem adlı kitabında (Küre Yayınları, 2013), Davutoğlu’nun jeopolitikçi aletleriyle yaptığını, felsefenin aletleriyle yapar. Medeniyetlerin kendine has muhayyileleri vardır, bunlar geleneğin taşıdığı “din ve millet kodlarıyla” aktarılırlar, Kalın’ın analizinde. (İnsanın tercihiyle, iradeyle, eylemiyle değiştiremeyeceği bir beşeri determinizmi ifade eden “kod” kavramını, muhafazakârlar nasıl da severler! Genetik kodlarımıza ‘yazıldığı’ gibi yaşayıp gitsek, her şey ne rahat olacaktır…) Varlık tasavvurundan çıkıp, adeta ontik (varlıksal) bir farkı anlatır bize Kalın; sözün kısası, biz, başkayızdır.
Recep Tayyip Erdoğan, Charlie Hebdo katliamını İslâmofobiyle tartarken, “medeniyetler çatışması” uyarısında bulundu. Samuel Huntington’un 11 Eylül sonrasında İslâmofobi’nin teorik dayanağını oluşturan medeniyetler çatışması tezinin eleştirisi, Davutoğlu’nun Stratejik Derinlik’inin de çıkış noktalarından birini oluşturur. “Stratejik hesaplara dayalı” diye yerer, Huntington’ın tezini. Kendi yaptığı, Ümit Kıvanç’ın gösterdiği gibi, Huntington’a misliyle mukabeledir: Stratejik hesaplara dayalı bir medeniyetler çatışması tezi!
Kendi başkalığına kısılmış, onunla büyülenmiş bir medeniyet iddiası, insanlığa ne söyler? Bir Sezai Karakoç dizesiyle bitirelim: “Galiba ben baştan kaybetmişim/ Belki de ben baştan kazanmışım, insanlık kaybetmiş…”