Dün, 1 Eylül Barış Günü’ydü. 20’den fazla yerde “Sarayın savaşına karşı” miting düzenlendi. İzmir Barış Bloku’nun 1 Eylül çağrısındaki (link) ifadeyle, savaşın zorla hortlatıldığı bir zamanda, her zamankinden daha öfkeli, daha acil bir barış günü.
İki yıl kadar önce Birikim’in “Barış süreci” dosyasının kapağında Aydan Çelik’in arifâne çizgisi vardı (link). Barış işaretli bir kayayı yokuş yukarı yuvarlamaya çalışan bir garip. Antik Yunan mitolojisinde Sisifos, ebediyen bir kayayı yuvarlaya yuvarlaya tepeye taşımaya mahkûmdur. Ebediyen; çünkü kaya her seferinde geri yuvarlanır, Sisifos hep başa döner, baştan başlar.
O sayıdaki birçok yazı da, barışın kendiliğinden ‘gelmeyeceğini’, inşa edilmesi gereken bir tecrübe olduğunu anlatıyordu. Barış emeği, bir Sisifos mesaisi idi. Bugün, Aydan Çelik’in çizgisiyle özetlediği bu ihtiyatın haklı çıktığını görüyoruz.
Yoksa, ‘başka’ bir Sisifos’u mu mesul tutmalı? Eski Hind mitolojisinin kendine mahsus bir Sisifos’u varmış: Naranam Meczubu diyorlar - veya Naranam Delisi. O da aynen bir kayayı yokuş yukarı yuvarlayıp durur. Fark şu ki, Naranam Delisi bunu gönüllü yapıyor ve tepeye eriştiğinde her seferinde kayayı tekrar aşağı salıp marazi kahkahalarla gülerek neşesini buluyordur.
Bu dünyada barışın Sisifoslarından gayrı, savaşın Naranam Delileri de var.[1] 7 Haziran seçimleri sonrasında savaşı zorla hortlatanlar, Naranam Delisi'ne benzemiyorlar mı?
***
“Kürt sorununda barış süreci” dediğimiz tecrübe, birçoklarının görüşüne göre, uzun bir ateşkesti. “Çatışmasızlık”. Belki, “nitelikli” bir ateşkes. Zaten barışseverleri, barış savunucularını naif hatta gafil bulanlar, iki savaş arasındaki hazırlık döneminden öte bir barışın mümkün olmadığı fikrindedirler. Barış dediğiniz, yeni bir savaşa hazırlıktır onların zihninde. Öyle olmasının bir teminatı da onlardır zaten, böyle düşünenlerdir; orduların, ordu besleyen iktidarların, devletlerin varlığıdır.
Barış savunucuları ise, en kırılgan, en çürük ateşkeste bile, barışı inşa etmenin imkânını ararlar. Barış fikri, sinizmin en fazla hücum ettiği fikirlerden biridir ve kendisi sinizmden hiç anlamaz. Azla yetinmese bile azın da değerini bilir, en kıt şartlarda da barış kültürünü geliştirmenin yoluna bakar. İnsanın İnsanın Kurdudur’a karşı İnsan İnsana Lâzımdır’ın, İnsan Diğer İnsanlarla İnsan Olur’un müminidir çünkü. Barışı, mübarek bilir.
Barış savunucuları için, “savaş hukukunun” bile bir kıymeti olabilir. Sinizmle bakarsanız, neticede kibarca öldürmenin töresidir, savuş hukuku. Savaşın görece medeni bir çehre takınmasını sağlar ve evet, neticede savaşın sürdürülebilirliğine hizmet eder. Fakat barış savunucusunun, yutkunarak, başını eğerek razı gelebileceği bir pencere de aralar. Her şeyin her şeyin mübah olduğu, düşmanı topyekûn yok etmeye azmetmiş bir savaş kültürü yerine, arkasından barışın gelebileceğini gözeterek, düşmanıyla bir gün barışacağını bilerek harbetme kültürünün araladığı pencere… Savaş hukukunun ‘kazanımlarını’ düşünün: Sivil hedeflerin bombalanmaması ilkesi, kimyasal silahların (biber gazının da!) yasaklanması, esirlere haysiyetli muamele gibi, gaddarlığı gemlemeye çalışan ilkeler… Ordularca sistematik olarak çiğnense de, en azından savaşın ‘itibarını düşüren’ ilkeler… Hatta askerî şeref ritüellerini de buna katabilirsiniz: Düşmanını ‘tanıyan’, ona meslekî ve ahlâkî bir denklik atfeden bu ritüeller, fevkalâde militarist ve maçisttir, fakat bir yandan da savaşın karanlığına insaniyet ve barışın hûzmesini düşürür.
İşte, zamanımızda savaştan da beteri şu ki, terörle mücadele denen “konsept”, savaş hukukunu da tanımıyor. Bu konsept, bütün dünyada, zaten çiğnenen savaş hukukunu baypas etmek için bir bahane. Güç dengesini ve yöntem farkını tarif etmek kullanılan “asimetrik” tabiri, asgari insanî ve ahlâkî simetriyi de iptal etmeye yarıyor. “Terörist” ilan edilenin, düşman kadar hukuku yok; onun insanlığı tanınmıyor. Bu cinnet, milliyetçiliğin habis aklıyla, “Türk’ün gücünü gösterme” ırkçılığıyla tamamlandığı zaman, öldürülen Kevser Eltürk’ün çıplak bedeninin Varto sokaklarında sürüklendiği insanlık zevâline varırsınız. Bu insanlık günahını işleyenlerin ilâhı, Naraman Delisi’dir.
***
Sisifos, Yunan mitolojisinde aslında hem insanları hem tanrıyı tiye alan, kurnazlık ve zındıklık simgesi. Birkaç defa tanrıları ve ölümü alt etmeyi başardıktan sonra, nihayetinde şu yokuş yukarı kaya yuvarlama cezasına çarptırılmış bir anti-kahraman. Bu kader, onu yüzyıllardan beri beyhude gayretin, boş uğraşın simgesi kılmış.
Olsun, Sisifos mübarek bir kahramandır. Gökten taş da yağsa, o yine o kayayı yuvarlıyor. Yılmıyor. “Gidemesem de hac yolunda ölürüm!” diyen karınca misali. Hedefe varamasa da, taş sonunda hep geri yuvarlansa bile, o yolu gitmek de bir tecrübedir. O azim de insana bir misaldir. Sisifos’un deliliği, Naraman Delisi’ninki gibi habis değil, salih bir deliliktir.
Barış zahmetlidir, uğraşmak gerekir. Barış insan olmaktır, nafilesi bile değer.
[1] Mitolojideki Naranam Delisi’ni ‘tenzih edelim’. Mübarek zattır, muhtelif rivayet arasında deliliğine bir sosyal eleştiri işlevi yükleyenler de var.