Dağlıca baskınının hemen ertesi günü, sadece bir günde, HDP binalarına eşzamanlı olarak 128 saldırı düzenlenmiş (link). Ben bu yazıyı yazdığım sırada Beşiktaş’ta Kadıköy’de HDP binaları kuşatılmış, içerde onlarca, yüzlerce insan mahsur kalmıştı. HDP Genel Merkezi ateşe verilmişti. Sosyal medya HDP’lilere karşı linç çığlıklarıyla inliyor, büyük kentlerin büyük meydanları HDP aleyhindeki gösterilere ev sahipliği yapıyordu.
Ortalama bir Türk milliyetçisinin penceresinden ya da sokaktaki linç güruhlarının algı eşiğinden bakıldığında sanırsınız ki Dağlıca baskınını HDP yapmıştı. Sanırsınız ki HDP’nin PKK’den hiçbir farkı yoktu. HDP mecliste temsil hakkına kavuşmuş bir grup teröristti. Dağdaki PKK’lının Ankara’da takım elbise giymiş bir versiyonuydu. PKK yürekleri yakan bir saldırı mı gerçekleştirdi, o zaman HDP binalarını yakmak meşruydu.
Oysa var olan şiddet sarmalının ve yürekleri yakan Dağlıca saldırısının en büyük kaybedeni (o binalara saldırılmasaydı da) HDP değil miydi? Bu şiddet sarmalı böyle devam ettiği sürece HDP’nin büyük bir zaferle çıktığı seçimler bir boş gösterene dönüşmeyecek miydi? Ölen her askerin cenazesi AKP’ye zarar verdiği kadar (hatta belki ondan daha çok) HDP’nin söylemsel ve ahlaki üstünlüğünü hızlıca yitirmesine yol açmayacak mıydı? Öyleydi elbette. O yüzden seçimlerden hemen önce tüm HDP’liler soluğunu tutmuş beklemişti. O yüzden HDP kendi mitinginde patlayan bombalara rağmen halkı sükûnete davet etmişti.
Üstelik bu pozisyonun değişmesi için ortada bir sebep de yoktu. Hatta değişmemesi için pek çok sebep vardı. Ortada yapılacak bir seçim ve seçimlere girecek bir siyasi parti vardı. HDP, Türkiye tarihinde muhalif bir partinin erişebildiği en büyük seçim başarısına eriştiği halde bir iç savaş çıkararak bir çuval inciri berbat edecek kadar akılsız mıydı? Meclise seçilen milletvekilleri daha milletvekili oldukları ilk gün “hadi dağlara” diyecek kadar kendilerini mi kaybetmişlerdi?
Bu sorulara bir cevap vermemiz gerekiyor ve makul bir cevap verebilmemiz için HDP’yi PKK’nın bir uzantısı olarak görmekten vazgeçmek zorundayız.
HDP ve PKK aynı tabana seslenen ama farklı siyasi mantıklarla hareket eden iki hareket. Kürt sorununu biri silahla çözmek istiyor, diğeri ise sivil siyasetle. Aynı tabana seslenen bu iki farklı mantık dünyanın her yerinde (özellikle barış süreçlerinde) birbirine kendi iç mantıkları gereği rakiptir. Bu rekabetin açıkça ilan edilmiş olması da gerekmez.
Barış ancak ya bu iki rakibi birbirine entegre ederek (silahlı grupların silah bırakmasını sağlayıp sivil siyasete katılımlarının önünü açarak) ya da bu iki rakibin arasını açıp sivil siyaseti güçlendirerek mümkün olabilir. Silahlı grupların sivil siyasete entegre edilemediği bir durumda (ki çözüm süreci boyunca bu Türkiye’de hep konuşuldu ama hiçbir adım atılmadı) ve aynı tabana seslenen sivil siyasetin fazla güçlendiği bir durumda silahlı örgütler barışı bozmak isteyebilir. Eğer bu isteğin fırsata dönüşebileceği bir zemin ortaya çıktıysa barışı fiilen bozar.
Peki, tam da siyasi iktidarın şiddet tercihinin nedeni bu kadar ortadayken, tam da Kürtler Meclis’te ilk kez bu kadar güçlü bir biçimde temsil edilecekken, üstelik PKK için tek taraflı ateşkes hiç de ilkesel bir sorun değilken (daha önce defalarca kez başvurdukları bir strateji iken) PKK’nın ateşkesi bozmasının nedeni biraz da bu rekabet değil mi?
Gelinen noktada bu savaşın bitmesi, HDP’nin yürüttüğü sivil siyasetin “silahlı kanada” eskisinden çok daha iyi bir rakip olabilmesi ile, HDP’nin bunu göze alabilmesiyle mümkün. Bu korkunç şiddet sarmalında HDP’nin bunu göze alabilmesi, bunu yapabilmesi ise oy verelim ya da vermeyelim hepimizin Kürt sorunundaki asıl muhatabın sivil siyaset olduğunu kabul etmemizi gerektiriyor. Eğer PKK’yi HDP ile bir ve aynı görmeye devam edersek silahlı gruplardan başka konuşan hiç kimse kalmayacak... Eğer o öfke HDP’ye yönelirse, AKP ve PKK sivil siyaseti el ele boğmuş olacaklar... Kazanan silahlılar, kaybeden ise hepimiz olacağız...
İç savaş, farklılıkları görmeyi, ayrımları önemsemeyi unuttuğunuz için çıkar... PKK’nın yaptığını, o yapılanı en az sizin kadar eleştiren bir HDP’liye ödetmek istediğiniz için... Her Türk her Kürt'ü bir PKK militanı, her Kürt her Türk'ü milliyetçi bir vampir sandığı için... Silahlı olanların silahlarını konuşturmalarına izin verdiğimiz için... Kendimizi güvende hissedebilmemizin tek yolunun şiddete başvurmak olduğunu düşündüğümüz için. Hâlihazırda yaşanan saldırılar bir kişinin bile kendisini korumak için eline silah alması gerektiğini düşünmesine yol açacak olursa, geri dönülmez bir "güvenlik ikilemine" gireceğimiz için...
Bırakın siviller konuşsun, güçlensin...Bırakın beğenmeseniz bile siviller fikrini söylesin...Bırakın o fikirler silahlıların meşruiyetinin altını oysun.
Her şey için çok geç olmadan…