Zira bu çerçevede benimsenen Üçüncü Yol, aradan geçen dört yılın sonunda, Suriye Kürtlerini hem ABD hem Rusya için adı konulmamış bir “müttefik” konumuna yükseltti.
Bu sonucun ortaya çıkmasında, hiç kuşkusuz, Ortadoğu’da yerleşik stratejik ortaklıklar denkleminin büyük ölçüde değişmesinin de etkisi oldu.
Bugün, Rusya-İran ekseninde kurulu denklem Suriye bağlamında yeniden canlanmış görünse de İran’ın bölgede yalnızca Rusya ile birlikte hareket ettiğini söylemek zor. Aynı anda, Türkiye’nin İncirlik Üssü’nü Uluslararası Koalisyon Güçlerine açmasının da ABD ile Türkiye arasında mutlak bir işbirliğine tekabül etmediği herkesin malumu.
Hal böyleyken, son günlerde sıkça gündeme gelen Rojava Yönetimi’nin ABD’nin mi yoksa Rusya’nın mı yanında yer alacağına ilişkin tartışmaların spekülasyondan öte bir anlamı yok. Nihayetinde, Rojava Yönetimi için esas olan “devrim”i ayakta tutmak, kontrol edilen alanların güvenliğini sağlamak ve tanınmak.
Bu üç hedef üzerinden şekillenen çıkar işbirliklerinin sıklıkla ilkeler testine tabi tutulması ise anlaşılır, ama yararsız. Özetle ifade etmek gerekirse, bir bütün olarak Kürt Siyasal Hareketi’nin herhangi bir çevreden gelecek “Aferin”e karnı tok. Zira lafla peynir gemisi yürümüyor.
Aslında bu tespitin Türkiye ölçeğindeki karşılığını tam da seçim arifesinde tartışmak yerinde olabilir. Ancak, bu yazı çerçevesinde Rojava Yönetimi’nin özellikle IŞİD’e karşı mücadelede gösterilen başarıdan dolayı uluslararası toplumun ilgisine mazhar olmakla yetinmeyeceğini söylemeden geçmeyelim. Retorik bir “insanlık savunmasına” kadar savrulsa da, son tahlilde savaş bir Kürdistan savunması olarak yürüyor. En azından şehit cenazelerine tanıklık ettiğinizde Kürtlerin Kürdistan’da güven içinde yaşamaktan öte herhangi bir amaç için bedel ödemek niyetinde olmadığı açıkça anlaşılıyor.
Ne var ki Üçüncü Yol’un geldiği kavşakta savaşın Kürdistan savunması dışına taşma riski herkesi endişelendiriyor.
Bugün ABD öncülüğünde hazırlıkları yapılan Rakka operasyonu sözkonusu riski deyim yerindeyse ete kemiğe büründürüyor. Kürt silahlı güçlerinin Rakka’ya girmesi savaşın yalnızca Kürdistan sınırları dışına taşması ve dolayısıyla bir “meşru müdafaa” haklılığından uzaklaşmasına değil, aynı zamanda bir Kürt-Arap çatışmasının filizlenmesi ihtimaline de işaret ediyor. Zira Gri-Spi’de (Tel-Abyad) özyönetim ilanından hemen önce Uluslararası Af Örgütü’nün Rojava Yönetimi’ni Arap ve Türkmenleri zorunlu göçe tabi tutmak ve evlerini yıkmakla suçlayan raporunun yayınlanması bir tesadüf değil.
Bu bağlamda, YPG’den Rakka savaşına hazır oldukları yönünde yapılan açıklamaların yanıltıcı olabileceğini de vurgulamak gerekiyor.
Çünkü Kürt silahlı güçlerinin Rakka’ya mı yoksa Kobane-Afrin arasında bir güvenlik koridoru oluşturmak amacıyla Cerablus’a mı yöneleceği konusu henüz tartışmalı.
Aslında aynı tartışma, ABD’nin hava desteğiyle YPG IŞİD’i Gri-Spi’den çıkardığında da gündeme gelmişti. Ancak, tam da bu sırada kotarılan ABD-Türkiye anlaşması hazırlıkları boşa çıkardı. Türkiye İncirlik Üssü’nü açarak hem olası bir Cerablus operasyonunun önüne geçti hem de PKK’ye karşı bugüne kadar süren hava operasyonlarına başladı.
Sonuçta, bugün ABD’nin Kürt silahlı güçlerinin öncülüğünde Rakka’ya bir operasyonu yeniden gündemine almasının asıl nedeninin Rusya’nın beklenmeyen Suriye hamlesi olduğu açık. Ancak, Rojava Yönetimi bu kez karar vermekte zorlanıyor. Bu zorluğun bir nedeni “Demokratik Suriye Güçleri” gibi dekoratif yapıların bir Kürt-Arap çatışmasının önüne geçemeyeceği gerçeği ise, bir başka nedeni de Rusya’nın desteğiyle Cerablus’a operasyonun yeniden bir ihtimal olarak belirmesi.
Halep’te yoğunlaşan savaşın bir sonraki durağı eğer Cerablus olursa, YPG’nin sonu Arap-Kürt çatışmasına varabilecek bir Rakka operasyonuna katılmak yerine, Suriye rejimiyle işbirliği yaparak güçlerini Cerablus’a yöneltmesi sürpriz olmaz. Tam da bu süreçte Rusya’nın PKK’yi bir terör örgütü olarak görmediğini açıklaması ve Rojava Yönetimi’nin Moskova’da bir temsilcilik açacak olması bu ihtimali güçlendiren göstergeler.
Tabii Türkiye’nin böylesi bir operasyona nasıl tepki vereceği önemli ama tayin edici olur mu meçhul. Çünkü halihazırda Türkiye’nin sorunu zaten dışında kaldığı bir denkleme yeniden dahil olabilmek. Bu bağlamda, Suriye’de “Esad’lı bir geçişe” razı olması Rojava Yönetimi için de bir fırsat. Tıpkı Kamışlı’da olduğu gibi Cerablus’ta da Suriye rejimi ve Rojava Yönetimi arasında gelişecek bir güç paylaşımına Türkiye itiraz etse bile engel olamaz görünüyor.
Bu arada Rojava Yönetimi’ni Rusya ile birlikte hareket etmeye iten bir başka neden ise ABD’nin Irak politikası. Gözler he ne kadar Suriye’de olsa da IŞİD’e karşı savaş bir yandan da Irak’ta yürütülüyor. Rusya’nın Suriye’de inisiyatifi ele geçirmesiyle eşzamanlı olarak başlayan operasyonlarda Bağdat’a bağlı güçler Selahaddin’den sonra Anbar’da da IŞİD’i büyük ölçüde geriletmiş görünüyor. Uzun bir aradan sonra Irak-Ürdün sınırının açılması elde edilen ilk sonuç;Beyci rafinerisinin yeniden IŞİD’in elinden alınması ise bir diğer önemli gelişme.
Bu arada tam da Rusya-İran-Irak-Suriye istihbarat paylaşımı ve ortak operasyon merkezinin kurulduğunun açıklandığı bir sırada sözkonusu operasyonların ABD-İran işbirliği ile kotarıldığını gözden kaçırmamak gerekiyor. Suriye’de Rusya ile Irak’ta ABD ile işbirliği yapan İran’ın ABD için önemi belli ki gün geçtikçe artıyor. Öyle ki, ABD Bağdat Büyükelçiliği önceki gün yaptığı açıklamada ilk kez Haşdi Şabi’nin (Şii milis güçleri) Beyci’de gösterdiği başarıdan dolayı “övgüyü hak ettiğini” duyurmaktan çekinmiyor.
Ama asıl hedef Musul operasyonu. Musul operasyonunun başarıya ulaşması için de Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin (KBY) vereceği askeri destek kaçınılmaz. Geçen yıl KBY Başkanı Mesud Barzani peşmergenin muhtemel bir Musul operasyonunda asla yer almayacağını söylemişti. Bu bağlamda, KBY’nin de tıpkı Rojava Yönetimi gibi asıl korkusunun bir Kürt-Arap çatışması olduğunu vurgulamak gerekiyor.
Ancak, görünen o ki, ABD’nin artık Kürdistan’ın bağımsızlığı konusundaki çekincelerini kaldırması karşılığında KBY Musul savaşına dahil olacak. Bu tabloda Rojava Yönetimi’ni sıkıntıya sokan gelişme ise Şengal ölçeğinde açığa çıkıyor. Zira bir Musul operasyonundan önce IŞİD’in Şengal’den çıkarılması gerekiyor. Şengal’in kontrolü ise hem Rojava Yönetimi hem KBY açısından stratejik öneme sahip. Tam da bu nedenle yılın ilk yarısında “Şengal’i özgürleştirme operasyonu” peşmerge ve gerilla güçleri arasında bir krize dönüşmüştü.
Gelinen aşamada, ABD’nin Şengal’i KBY kontrolüne bırakma yönünde gelişen tercihi ise Rojava Yönetimi’nin hem Rakka operasyonuna katılım kararını hem de Rusya ile birlikte hareket etme eğilimini etkiliyor. En son, anlaşma sağlandığı halde 5000 Suriye peşmergesinin Rojava’ya geçişine yeniden karşı çıkılıyor olması da bu tablonun bir parçası. Bir anlamda Rojava Yönetimi eğer biz Şengal’de kabul görmeyeceksek, Suriye peşmergeleri de Rojava’ya kabul edilmeyecek diyor.
Son tahlilde, Üçüncü Yol’da seyrin Rojava Yönetimi’ni bugüne kadar ayakta tuttuğu muhakkak. Ancak, an itibariyle bu seyrin bir yol ayrımına giderek yaklaştığı da açık. Bu kadar çok değişken ve belirsizlik içinde doğru kararı vermek için belki de yapılacak en doğru iş “Biz bu savaşı aslında neden veriyoruz?” sorusunu bir daha sormak. Zira bu sorunun yanıtı tüm bu değişkenlerin ve belirsizliklerin önemini azaltacağı gibi, yalnızca Rojava Yönetimi değil tüm Kürdistan için bir çıkış yolu açabilir.