Türkiye, Tayyip Erdoğan’ın direksiyonunu sımsıkı tuttuğu “alâmet”e binenler ve onların bu şekilde “kıyamet”e gidişini seyredenler olmak üzere ikiye ayrıldı. “Rus uçağı”, “Suudi uçağı” derken, gerçekten her türlü ihtimale açık, tehlikeli bir yerdeyiz. Ülkeyi “yönettiğini” düşünenlerin maharetine güvenmek için de hiçbir neden yok. Gerilimi en sağlam müttefik olarak gören bir zihniyet duruma egemen.
Bu endişe verici manzaranın içinde etkili bir muhalefetin görünmemesi de cabası. Bu muhalefet, Devlet Bahçeli’nin himmet ve gayretiyle, Tayyip Erdoğan’ın eline bütün istediklerini –o anda isteyebileceklerini– sundu ve bugünleri hazırlayan belirleyici etken oldu.
Tayyip Erdoğan kaybettiğini geri almanın yolunu Kürtler’e savaş açmakta gördü ve hiç duraksamadan oraya yöneldi. Üzerine bir “ulusalcılık” pelerini giydirilebilen sorunlar bu toplumda etkili olur. HDP, Güneydoğu’da alıp yürüyen yıkım karşısında elbette bir “Kürt tavrı” alacak, Erdoğan ve hükümet de bunu “PKK destekçiliği” olarak damgalayacak, böylece HDP’nin etkili olmaya başlayan söylemini ve siyasetini açığa düşürecekti. Bunlar oldu. Kürtler’e karşı sert politika isteyenleri de mutlu etti. Bu arada uzun vadede Kürt sorunu battı, barış zemini ölümcül yaralar aldı. Ama önemli değil, çünkü işte, AKP’nin ve Tayyip Erdoğan’ın iktidarı devam ediyor, plan tuttu.
“Ulusalcılık” demiştim. Evet, Tayyip Erdoğan yakın zamana kadar didiştiği “ulusalcı” kesimle barışmaya da karar vermişti. Bu ülkedeki dengelerin kolay kolay değişmeyecek kanalları, işleyişleri var. Fethullahçılar’la bozuşunca Kemalistler’le, hiç değilse onların bazı kesimleriyle barışma potansiyeli doğuyor. Kürtler’e vurunca, AKP’den nefret eden milliyetçilerden bazıları da, ellerinde değil, mutlu oluyor ve AKP’nin “bazı” olumlu yanları olabileceğini düşünmeye başlıyor. İşte Doğu Perinçek.
O kesim, bütün o “Balyoz”ları, “Ergenekon”ları, bağışlamak bir yana, unutabilir mi, sanmıyorum. Ama siyaset dünyası bu. Bazı sorunları bir süre sandığa kaldırmak gerekebilir. Sonra, yeterince güçlenince, vakti gelince, oradan çıkaracağını düşünürsün. Şimdilik o alanda böyle bir atmosfer hüküm sürüyor.
Yani, dolayısıyla, Tayyip Erdoğan istediği “dikensiz gül bahçesi”ni kurdu mu?
Tarihteki gül bahçelerinin arasında “dikensiz” olanı henüz görülmedi. Birtakım yolları, kanalları tıkıyor ya da yönünü değiştiriyorsun. Sonra, beklenmedik bir yerden gene bir muhalefet akımının üstüne geldiğini görüyorsun. Tayyip Erdoğan açısından bu o kadar da “beklenmedik” bir durum değildi herhalde, ama şimdi muhalefet kendi partisi içinden biçimlenmeye başlıyor. Tayyip Erdoğan partiyi birlikte kurduklarından başlayarak, kendisine rakip olabilecek herkesi tasfiye ederek yürüdü.
Tasfiye olanlar genellikle Erdoğan politikalarını eleştirmiş, özellikle de bu sürekli gerilim ve herkesle kavga siyasetinden rahatsız olmuşlardı. Her geçen gün, endişelerinde haksız olmadıklarını kanıtlayan yeni yeni olaylarla karşılaşıyorlar – hep birlikte karşılaşıyoruz.
Haziran ayında yüzde altmışı Erdoğan’a “hayır” demişken (ve onun aldığı yüzde kırk hâlâ çok yüksek bir orandı) şimdi buraya savrulan muhalefet, AKP içinde olanlardan çok önemli sonuçlar bekleyebilir. Bu sonuçlar gerçekten çok önemli olabilir, ama olmayabilir de. Bir kere Tayyip Erdoğan’ın zihninde ya da davranışında herhangi bir şeyi değiştirmeye yanaşmayacağı belli. Erdoğan sabredebildiği kadar etti, sonunda “yeter” dedi. Dünyada kabul edilen normlara göre değil, kendi normlarına göre davranacak.
Bunun kendisi için yararlı sonuçlarını da görüyor. Her “Ey Amerika”sında birilerinin mest olduğu, “işte, lider dediğin böyle olur” diye düşündüğü belli. Şüphesiz, onu belirli ölçüde haklı bulsalar bile bu sallasırt gidişten kaygı duyanlar, ürkenler de vardır ve şimdi olduğu gibi bu doz arttıkça, kaygı duyanlar da çoğalacaktır. Ama şimdi onların sesi çıkmıyor, çıkamıyor. Erdoğan şahinlerinin tezahüratı ortalığı kaplıyor. Onun için, parti bünyesindeki muhalefetin geleceği de şüpheli. Orada ne olduğunu bizler pek göremiyor, izleyemiyoruz. Ama şu sıralarda parti içinde bir Erdoğan muhalefetinin güçlenmesini muhtemel görmüyorum. Kuşku, kaygı duyanlar da açık seçik bir “ayak sürçmesi” olmadıkça, Erdoğan’ın çevresini terk etmeyeceklerdir diye düşünüyorum. Öyle bir “sürçme” olursa, o zaman her şey çok hızla değişebilir.
Ama nesnel olarak baktığımızda Tayyip Erdoğan’ın şimdiye kadar yararlandığı bu gerilim ve kavga politikasının kendisini gitgide daralan bir alana sıkıştırdığını da görüyoruz. “Ey Amerika! Ey Avrupa!” nereye kadar? İçeride de, dışarıda da, her yeni gün yeni düşman tesbit ediliyor, birileri azarlanıyor ve eylem alanında da gerilim tırmanıyor.
Sonuç olarak, yakın tarihinin en karanlık dönemlerinden birini yaşıyor Türkiye.