Türkiye’de “derin devlet”e karşı bir soruşturma, araştırma ne olabilirdi? Şimdiye kadar kaç kere gördük, cevabını. Son “Ergenekon” hakkındaki Yargıtay kararıyla da, bu faslın perdesi kapandı. O perde bundan böyle kolay kolay açılmaz yeniden. Açılırsa, klasik “Kemalist” devlet başlığı değil, “Tayyip Erdoğan’ın Rubrikleri” başlığıyla açılacaktır. Suriye’de olanlar v.b. belki! Zayıf bir ihtimal!
Yargıtay kararı bir tarafı sevindirdi, doğal olarak. Şimdi, o “taraf”ın tavrı, bu “karar”a dayanarak, bütün bir tarihte temizlik yapmaya doğru gidiyor. Yani, 2002’de AKP iktidar olduktan sonra askeri ve siviliyle bu hükümeti devirmek, belki biraz daha sert bir “28 Şubat” olayı yaratmak için bir hareket olmamış. O mahkemelerde kendilerini savunanlar bunu söylüyorlardı. Böyle bir girişim, niyet v.b. sözkonusu değildi. Söylenenler “iftira”ydı.
Yargıtay da bunu onayladı.
Ama bunu onaylamakla kalmadı. Gene “derin devlet” cephesinin de ilân etmekte olduğu gibi, bu darbecilik geleneğini de beraat ettirdi. 12 Eylül olmamıştı, 12 Mart olmamıştı, 27 Mayıs da olmamıştı. Bu toplumun geçmişinde “darbeci” denebilecek kimse yoktu. Olsa olsa, Talât Aydemir gibi birkaç kişi. Onlar da cezalandırılmıştı.
Can Dündar ve Erdem Gül tahliye edildi ve tutuksuz yargılanacak diye Anayasa Mahkemesi’ni protesto eden Tayyip Erdoğan da Yargıtay’ı protesto etmedi. Tersine, gayet memnun görünüyor.
Yani bu memlekette bütün kötülükleri Fethullah örgütü yapmış. Allah bilir, 27 Mayıs’ı da onlar yapmıştı. Ha, bir de “solcular”, tabii. Her türlü kötülüğün içinde onların da bulunması âdettendir. 6 Eylül’ü yapar, sonra Aziz Nesin’i tutuklarsın.
Tayyip Erdoğan “cihet-i askeriye” ile bir ittifak yaptı. Olan bu. Dolayısıyla dava bitti, kabahat Fethullahçılar’ın üstünde kaldı, sen sağ, ben selâmet!
“Cihet-i askeriye” ne diyor, aslında ne diyor, olaya bu gözle bakıyor mu? bilmiyoruz. Bir sinyal yok.
Doğrusu, kendi hesabıma, “uzlaşma” denen anlaşma biçimine karşı değilim. Birbirine düşman iki güç, düşmanlığı ortadan kaldırmakla herkes için daha kazançlı bir süreç başlatacaklarına inanıyorlarsa (daha önemlisi, bunu başlatacak güce sahip olduklarına inanıyorlarsa) hemen uzlaşmalarından yanayım.
“Ey ahali! Duyduk duymayın demeyin! Biz uzlaştık!” diye ilân etmeleri de gerekmez. Koşullara göre. Belirli durumlarda ilân edilmesi daha iyi olabilir. Tersi de mümkün.
Peki, sizce böyle bir “uzlaşma” oldu mu? Şu son gelişmeler onun ürünü mü?
“Uzlaşma” diyorum, “ateşkes” değil. Uzlaşmada, “Ben şunları savunuyorum” dediğim şeylerin en azından bazılarını savunmaktan vazgeçmen gerekir. Sen bunu yaparken uzlaştığın taraf da kendi cephesinde benzer bir revizyon yapmalıdır. Burada amaç “aynı fikirde buluşmak” değildir. Birlikte yaşamaya devam etme imkânı veren bir zemini yaratmaktır.
“Ateşkes” de değil. Orada herhangi bir “pozisyon”undan vazgeçmiş ya da onu rafa kaldırmış değilsin. Sadece, dövüşecek takatın kalmamış. Karşı tarafın da kalmamış ki bir “ateşkes” olabiliyor. Bu noktadan bir “uzlaşma” sürecine gidebilirsin. Ama sadece “kuvvet topluyor” olman da mümkün. Bu durumda, kuvvetini toplayınca, bıraktığın yerden saldırırsın, yeniden.
Tayyip Erdoğan’ın Silâhlı Kuvvetler’le, daha doğrusu onun bugünkü komuta kademesiyle bir “uzlaşma” yaptığına inandığı kanısındayım. Aynı zamanda, bunun bir “uzlaşma” olmadığı kanısındayım. Her şeyden önce, Tayyip Erdoğan’ın kendisinin vazgeçtiği herhangi bir şey yok.
Ama “ortak hedefler” olabiliyor, işte bugünün Kürt politikası. Burada buluşmuş görünüyorlar. Ayrıca, Avrupa politikası da bana potansiyel bir buluşma noktası gibi görünüyor. Bu konuda Silâhlı Kuvvetler’de doksanların havası sürüyorsa, “cihet-i askeriye” AB’ye karşı demektir. Açık söylemiyor ama Tayyip Erdoğan’ın da AB’ye herhangi bir sempatisi yok. Daha önemlisi, Tayyip Erdoğan zihniyetiyle yürüyen bir Türkiye’nin AB’de yeri yok.
Özetleyecek olursam, Silâhlı Kuvvetler ile Erdoğan arasında birtakım ilkeler içeren bir “uzlaşma” olmadığı kanısındayım. Ama bir “ateşkes” oldu. Her ateşkes, bir uzlaşmaya doğru yönelme potansiyelini taşır. Buradan da böyle bir gelişme olabilir.
Ancak bu, demokrasinin ilke ve değerlerine ulaşma hedefini gözeten bir uzlaşma olmayacaktır. Bugünden bu kadarını söyleyebiliriz.