Atatürk (veya Gâzi Mustafa Kemal), bir akşam “sofrada” Falih Rıfkı’nın o günün yazısını metheden “mutad zevat”a serzenişte bulunmuş: “Ama bizim kelimeler yok.” Kastedilen, Öz Türkçe kelimeler – veya işte, sözcükler.
Lacivert Dergisi, her sayısında genellikle muhafazakâr ve-veya İslâmcı yazarlarla anket yapıyor, “Yazarken kullanmayı sevmediğiniz kelimeler”i de soruyorlar. Kimisi girmiyor veya çok sert girmiyor bu topa, kimisi ise tereddütsüz “öteki” kelimeleri sıralıyor: Kuram, sözcük, duyarlılık, yapıt…
1960’lardan ’80’lere kadar olduğu kadar katı değilse bile, yine de dil etrafında bir iç harp hüküm sürüyor memlekette. Birçokları daha ilk izlenimde, karşısındakini kelime veya sözcük tercihine göre tasnif edebiliyor.
Sözcüklerin barış içinde bir arada yaşayabileceğine (hatta kelimelerle de geçinebileceğine!) inananlar da var şükür. Onların en güçlü dayanağı, bu konuda sadece aklıselimle değil düşünmüş ve araştırmış olarak konuşan Necmiye Alpay’dır. Dilimiz, Dillerimiz (Metis, 2004) kitabında bir araya getirilen yazılarında, oluşan “farklı kültür adalarının” ortak imlâya bile mahal vermediğinden şikâyet ederken, bir nevi ‘dil barışı’ kurmaya çalışır. Ona göre Türkçe’nin sorunu, Osmanlıca döneminde dilin bütünlüğü ve üretkenliği gözetilmezken, Cumhuriyet’in dil devriminin de dili kullanan kişinin anlamsal gereksinimlerini ve sözcüklerin tarihsel yükünü ihmal etmesidir. Bu son bahiste, “arı dil uğruna tarihten, somuttan vazgeçme”ye rıza göstermemek gerektiği kanısındadır Alpay. Bugün, Türkçenin yaşarlığını, üç etkeni de kollayarak geliştirmek gerektiğini savunur.
Bir parantez açıp, “okuma notlarını” bir araya getiren bir başka kitabı içinde yer alan “İsmet Özel, şair” yazısını da zikretmeliyim. Necmiye Alpay, o yazıda Özel’in politik-ideolojik tavrıyla şiirini değerlendirmenin ölçütlerini birbirine karıştırmama, “gündelik yazının alanına giren sorunları şiire yüklememe” uyarısında bulunur. (Parantez içinde parantez: bu yazıda, “şiir halinde saptama” diye bir kavram önerir.) Ayırt etme özeni, onun dile bakışındaki ferahlığın bir icabıdır. Zikrettiğim edebiyat eleştirisi kitabının adı da tanımlıyor, merakı incelikle birleştiren bu tutumu: Yaklaşma Çabası (Kanat, 2005).
Her halükârda, baskıcı dil politikalarına karşıdır Necmiye Alpay. “Fetvacı anlayışa” yüz vermez. Dil ve anadil özeninin, ‘arı duru’ (veya ‘selis’) Türkçe bekçiliğinden başka bir şey olduğunu canla başla anlatır. Dil sorunlarını “arılık, temizlik/kirlilik” ve sakatlık kavramlarıyla ele almanın şoven hatta faşizan bakış açısına yatkınlığı hakkındaki uyarır bizi.
İlk kitabının adına dikkat edelim: Dilimiz, Dillerimiz. Dilin çoğulluğuna, çok dilli bir yaşamın imkânlarına işaret eden bir ad. Hani herkesin “bizim kelimeler”inden gayrı, şu x’li, w’li kelimeler var ya… Necmiye Alpay, 2001’de Milliyet Sanat’ta “Bir, iki, üç daha fazla dil” başlığı atmış, dilsel çoğulculuğun sloganı gibi. 2003’te Eğitim-Sen’in Anadilde Eğitim Sempozyumu’na sunduğu tebliğde, dilin hem hak hem zenginlik olduğunu vurgularken, “eksiltici ikidillilik”-“arttırıcı ikidillilik” farkına dikkat çekmiş. İkidilliliğin, öğrenilecek yeni dilin anadiline zarar vermeyeceğine emin olunan koşullarda, eksiltici değil arttırıcı olabildiğini söylemiş burada. Bunu, anadili Türkçe olmayan yurttaşların yanı sıra Batı dillerini öğrenmeye çalışan yurttaşların da maruz kaldığı bir sorun olarak koymuş. Onun çözümü: “Hınç biriktiren eksiltici ikidillilik” karşısında çokdilcilik.
Spinoza’nın daha önce de andığım (link) düsturunu yineleyeceğim: “Barış, savaşın olmaması değildir. Barış bir erdemdir, iyiliğe, güvene ve adalete doğru bir meyil, bir zihinsel tutumdur.” Sahih bir barışçılık, sadece bir savaş halinde, bir barış görüşmesinde, bir beyanla, bir bildiriye atılan imzayla, bir olayda alınan tavırla değil; hayatta her ne işi yapıyorsanız, onu barış dilinin, barışçı ilişkilerin takatini güçlendirecek biçimde yapmanızda gösterir kendini.
Necmiye Alpay, herhangi bir barış toplantısına katılmasaydı, hiçbir barış bildirisine imza atmasaydı bile, onun barışı inşa edenlerden olduğunu söz edebilirdik, söz edebiliyoruz. Sırf dile dair tavrıyla, sırf dile bakışımıza getirdiği esenlik ve ferahlıkla bile, barış tohumu atmıştır o.
On beş sene kadar önce bir denemesinde, “kişi” sözcüğünün kaybolmasından, sadece saymak için kullanılır hale gelmesinden yakınırken, polis dilinde zanlının hep “şahıs” diye anılmasını anıştırarak, “belki polis ‘şahıs’ gibi onu da ele geçirmiştir,” diye yazmıştı…
Burası, Necmiye Alpay’ın “terör” suçlamasıyla hapsedildiği bir yer.