12 Mart 1971’in cadı avları, “Yürümek” romanıyla hedef olan yazar Sevgi Soysal’ın da hayatını mahkemeler, hapisler, sürgün ile savurmuş, yokuşlara sürmüştü. 40. ölüm yıldönümünde, onu yaşadıkları ve yazıları ile anarken, Türkiye’nin değiştikçe aynı kalan “hallerinin” de daha bir ayırdına varıyor insan...
Türkiye’nin politik dönüm noktaları, bilardo masasındaki toplara vuran ıstakalar gibi hayatlarımızı darmadağın ediyor. Neden, nasıl olduğunu da tam anlayamadan, savruluveriyoruz; durup dengeyi tam bulurken, ıstaka gene sertçe vuruyor birilerine ve yine dağılma, yine yuvarlanıp bir yerlere gidiverme halleri başlıyor...
Türkiye vatandaşlığının beraberinde getirdiği bir vergi de, darbe mağdurluğu. Nesillerdir lanetinden kurtulamadığımız bir kısır döngü...
Yaşasaydı bu yıl 80 yaşına basmış olacak teyzem Sevgi Soysal da, 12 Mart 1971 başta olmak üzere, Türkiye siyasetinin hayatını yokuşlara sürdüğü insanlardan. 1971’e kadar da yaşamı pek de kolay geçmese de, 12 Mart zaten zor koşullarını daha da güçleştiren bir dönüm noktası oldu. Yürümek romanı, “müstehcenlik” zannıyla toplatıldı. Polemik konusu olmadan önce, ilk basıldığında; yani 1970’te TRT Roman Başarı Ödülü’nü kazanan bir kitaptı bu oysa...
O dönemde, TRT’de çalışıyordu Sevgi; 1965’ten 1971’e, program uzmanı olarak çalıştığı bu kurumdan da, siyasi hedef haline getirilmesiyle uzaklaşmak zorunda kaldı. Günümüzde de, çok tanıdık olan biçimde, önce politik bir konuşmada hedef haline getirildi, ardından da, hakkında dava açıldı, sudan bir sebeple tutuklandı ve sonra da işinden oldu.
Tüm bu üst üste binen sıkıntılar, politikanın yaşamına mütecavizliği, onun henüz 40 yaşında hayata veda etmesine neden olan kanserin gelişimini tetiklemiş miydi? Bunu elbette bilemeyiz... Bildiğimiz tek şey, 12 Mart 1971’den sonraki dönemin Sevgi’ye bir sürü sıkıntı getirdiği ve 1976’da noktalanacak ömrünün bu son döneminde üzerine taşınması güç yükler bindirdiği. Ben kendi adıma, eğer, 1971 Muhtırası’nın cadı avı olmasaydı, Sevgi’nin en azından hastalığı ile mücadele edecek gücü çok daha kolay bulabileceğini düşünüyorum.
“Yürümek” ve Düşmanları
Türkiye’de, “Yürümek”, “sokakta olmak” oldum olası sakıncalı bulundu. Tabii, “yürüyenine” de bağlı bir durumdu bu; tankların yürümesi sakıncalı olmadı-tepeden tırnağa silah kuşanmış emniyet görevlileri, mafyöz kişilere de sokak serbestti; Ankara’da iktidar sahibi olanların sokağa çıkmaya, yürümeye teşvik ettikleri kesimler, kitleler ile ilgili de bir sakınca görülmedi. “Yürümek” var, yürütülmek var Türkiye’de neticede ve “üç harf(liler)in” getirdiği büyük değişiklik, büyük farklar...
1970’lerin başında, bir genç kadının kaleminden çıkmış “Yürümek” romanı, çağrıştırdığı tüm özgürlükçü imgelerden olsa gerek, birkaç beden büyük geldi Ankara erkânına.
Bugün olsa, yaklaşık yarım asır sonra, farklı mı olurdu; elbette hayır.
Dediğim gibi senaryo çok tanıdık: Bir genç kadın yazar kelli felli politikacılar tarafından hedef gösterildi. Gereği de hemen düşünüldü; adaleti getirmesi gerektiği zamanlarda sonsuz bir uykuya dalan yargı ivedilikle harekete geçti. Ne de olsa, söz konusu olan bir “milli mesele”, Türkiye’nin ahlakının tehdit edilmesiydi.
Senaryonun başka tanıdık yönleri de var...
Tabii, bütün bu olup biten, medyanın tekelleştirilmesi çabasıydı arka planda... Sevgi üzerinden, TRT’nin nispeten siyasi tahakkümden uzak yayın çizgisi eleştiriliyor, onun gibi özgür kafalı insanların, nasıl olup da bir kamu kurumunda çalışabildiği sorgulanıyordu.
“Yürümek” romanının “müstehcen bulunması, TBMM’de Komisyon kurulup üzerine tartışılması nedeniyle de, sürreal bir hal de aldı. Ordinaryus Profesör Dr. Sulhi Dönmezer ve Profesör Cahit Tanyol gibi isimler de, mahkemede bilirkişi olarak görev aldı. Sevgi için, Sulhi Dönmezer gibi akrabası da olan birinin, romanı hakkında bilirkişilik yapması da kırıcı olmuş olmalı...
Sevgi, kendisi tutuklanmadan önce, hapisteki Mümtaz Soysal ile evlenmişti. Muhalif isimler olarak çifte kavrulmuş mimli yeni evlilerdi onlar; nikahın üzerinden bir ay geçmeden, bir kontrolde, yeni soyadının kimliğinde değiştirilmediği fark edildi; bu bahane de, “emniyet güçlerine mukavemet” suçuyla tutuklanıverilmesine kadar gitti. Böylece Sevgi’nin yolu, sadece birkaç ay içinde, önce mahkemelik olmaya ve ardından da kendini hapishanede bulmaya düşüverdi.
Babası, kamuda çalışan; ailesinde değil hapishane, mahkeme hikâyesi bile olmayan biri için, devletle bu şekilde yüz yüze gelmek, bana kalırsa çok sarsıcı olmalı...
Evet, teyzem Sevgi’nin ailesinde, gerek Selanikli baba Mithat Yenen tarafında, gerekse de Alman anne Anneliese Rupp tarafında, birçok travma, trajedi, sıkıntı var. Ama, “devleti” karşısında bulma gibi bir örnek yok; son derece dürüst, kimseyle ihtilaf yaşamayan aile geçmişlerinden bahsediyoruz. I. Dünya Savaşı, hem anneannem Anneliese (sonradan, evlenip Ankara’ya yerleşince Aliye) ve dedem Mithat’ın ailelerinin kaderini değiştirmiş; savaşların savurduğu ailelerin çocukları ikisi de...
Ancak, göçler, ayrılıklar, dağılıp toparlanmalara rağmen, kimsenin düşmanı olmamış, yasaların karşısında “zanlı” durumuna düşmemiş ailelerin çocuğu, kökenlerin parçası olarak Sevgi, bambaşka bir sıkıntıyla yüzleşmek zorunda kalıyordu: sanık, suçlu haline dönüştürülmek... Ve üstelik de, bu duruma tamamen üzerine yüklenen ve gerçekte var olmayan suçların yükümlüsü olarak düşürülüyordu: Cadı avının, masum “cadısı” olarak.
Gene de, Sevgi, hep gülecek, şakalaşacak ve mağduriyetin kurbanlığından zafer çıkaran bir “trajedi kraliçesine” de dönmeyi seçmeyecekti. Tersine, içine düştüğü hallerle dalgasını geçerken, aslında tüm gücüyle üzerine vuran dalgayı tek başına göğüsleyen de kendisi olacaktı. Yaşadığı dertleri, atlattığı ve atlatamadığı badireleri, tam manasıyla sineye çekecekti.
Şimdi, biraz Sevgi’ye söz vermek istiyorum; biraz da o anlatsın, kendini, başına gelenleri ve 12 Mart cenderesini...“Yürümek” kitabının yasaklanması üzerine kaleme aldığı “Bir Romanın Hatıratı” yazısına bırakıyorum geri kalan sözleri; bir yazar olarak dile gelsin, geçmişten bugüne değişemeyen hallerimizi, Ankara’nın o katı, kalpsiz, ceberut dünyasını o aktarsın...
“Bir yazar olarak” diye vurguluyorum zira, mahkemede işini sorduklarında ve Sevgi, “yazar” diye yanıt verdiğinde, mahkeme görevlileri aralarında “demek işsiz” diye fısıldaşıp, kayıtlara da “ev kadını” diye geçirmişler. Evet, Sevgi’nin omuzlarında olagelen yükler arasında “ev kadınlığı” da vardı; kaldı ki, ev kadınlığının hiçbir kusuru yok. Ama, Sevgi’nin kendini nasıl tanımlamak ise tercihi, mahkemenin de ona saygı duyması lazım idi. Tabii, zaten o mahkemenin Ankara’nın güçlüleri dışında bir başka şeye saygısı olsaydı, zaten Sevgi’nin, onun gibilerin yargılanması dahi söz konusu olur muydu; işte asıl mesele dün de bugün de bu. Yaklaşık 45 yıl sonra, bari biz O’nun tercihini kendi ifadesiyle kayda geçirelim ve bırakalım O, bir yazar olarak kelimelere can versin.
“Bir Romanın Hatıratı”-Sevgi Soysal
“Seviyordum "yürümek" sözcüğünü; ilerlemeyi, değişimi, durdurulmaz oluşumları gözlemeyi. Kavradıklarını, belki özümleme zorluğundan, kusanlardandım; oturmuş, ufak bir roman yazmıştım.
Her attığı adımı ilerleme sanan, bu nedenle biraz erken ve çabuk yorulan bir kadının, yanlışlara yanlış ad koya koya vardığı labirent içinde, duyduğu kaçınılmaz bunalımları, belirli ve sağlıklı kurallar içinde değişen doğayı, sağlam durumlar ortasındaki bireysel çırpınışların anlamsızlığını, o zamanlar bildiğim ve anlatmak istediğim daha birkaç şeyi sığdırmıştım bu kitaba; sığdırmak istemiştim. Elâ'nın onu bıraktığım yürümek noktasında, ilerlemenin gerçek anlamını kavrayacağını umarak.
Böyle işte, Elâ kendisinden beklenen bir yana, atabileceği adımları atadursun, safdil geçmişi umumun ahlâk ve edebini fena halde rencide etmesin mi? Ama Elâ ne de olsa bir roman kahramanıdır, "Yürümek" romanının yüz kızartıcılığından sorumlu tutulamaz. Kim sorumlu tutulacak peki koskoca Türk toplumunun genel ahlâk ve adabından?
Zaman o zamandı, pek çok suçlu ihbar ediliverdi hemen. Bir kez TRT suçluydu, bu romana ödül vererek ve memleketi 12 Mart kıyısına getirerek. Bir de, suçlu, namuslu aile kadınları yerine Elâ adlı bir hayâsızın evrak-ı metrûkesini dile getiren, hem TRT'de çalışıp hem ödül alarak TRT'yi iki kez 12 Mart'a getiren, en kötüsü şimdi; Türk erkekleri arasında, eşeklerle söylemesi ayıp şeyler yapanlar olduğunu yazmaktan hicap duymayan roman yazarı kadındı asıl suçlu. TRT ödüllerinin sorumluları, "suça teşvikten" yargılanadursunlar, TRT içinde onu asla 12 Mart'a getirmemiş masumlar da vardı.
Genel ahlâk ve âdaba son derece düşkün, 12 Mart suçlularıyla aynı çatı altında bulunmaktan bedbahtlık duyan ve Türk erkekleri arasında eşeklere, söylemesi ayıp şeyler yapanlar olabileceği iftirasını şiddetle reddedenler. Bunlar, kendilerini ve kurumlarını bu lekeden temizlemeliydiler.
Aklanma çabaları iki koldan yürütüldü:
TRT içi ve TRT dışı
Önce bir tamim yayınlandı:
Sayı: 005-7-0/1145
Konu: "Yürümek" adlı roman hakkında 3.5.1971
ÇOK Acele
Sevgi Sabuncu'nun yazdığı "Yürümek" adlı roman incelenmiş ve mevcut ahlâk kurallarımıza aykırı, bir kamu teşekkülü olan TRT mikrofonlarından yayını uygunsuz görülmüştür.
Her ne şekil ve suretle olursa olsun radyolarımızdan yayınlanmaması hususuna dikkatinizi rica ederim.
Dağıtım: Program
Etüd ve Planlama D. Bşk. Genel Müdür
Ankara Radyosu
İstanbul Radyosu
Genel Müdürlük böyle bir tamim yayınlayarak, zinde çevrelere, "Yürümek" romanı hakkındaki kişisel düşüncesini açıklamış ve gerçek TRT'nin, romana verilen TRT ödülüyle ilişiği olmadığını kanıtlamış oluyordu. Bu tamimin uygulamada bazı faydaları da oldu, ısrarla "Yürümek" sözcüğünü kullanan bir programcının programı sansür edildi.
Peki ama romancı ne olacaktı, o elini kolunu sallayarak, yeni romanlar mı yazacaktı, TRT'yi yeniden 12 Mart'a mı getirecekti? İşte TRT dışı çabalar bundan sonra yoğunlaştı.
Büyük Millet Meclisi'nde TRT bütçesi görüşülürken bu fırsat değerlendirildi. TRT bütçesini eleştirecek değerli milletvekillerine, eleştirilerinin daha bilimsel olması için Yürümek romanı el altından sunuldu. İşte böylece Yürümek romanı TRT bütçe müzakerelerine ışık tutucu belgesel niteliği kazandı.
Milletvekilleri "Yürümek"ten parçalar okuyarak bütçe eleştirilerini belgelediler. Ne boyutlar kazanıverdi romanım, bir sayfası bütçelerİ eleştiriyor, memleketi uçuruma getirenlerin iddianamesi oluveriyordu.
"Yürümek" romanım yayalıktan çoktan kurtulmuştu artık, motorize olmuştu, tank olmuştu, her coğrafyada akıl almaz bir hızla ilerleyen bir tank.
TRT bütçesi gibi önemli bir konuda, birkaç sayfayla yetinmeyecek kadar titiz olan komisyonun üyeleri resmî bir yazıyla TRT'ye başvurdular ve kitabın bütün komisyon üyelerine dağıtılmasını istediler.
İç düşmanlarından temizlenmek için, bu önemli belgeyi raportör milletvekillerinin hizmetine sunmuş olan yetkililer, adı geçen romanın TRT yayını olmadığı gibi baştan savucu bir karşılıkta bulunamazlardı. Kitap satın alma komisyonundan karar çıkartıldı ve gerekli sayıda "Yürümek" romanı, yayınevinden satın alındı.
Artık TRT bütçe görüşmeleri selâmete çıkmıştı, milletvekillerine gerekli el kitabı olan "Yürümek" romanı dağıtılmıştı.
Ah, nasıl bir roman yazmıştım ben! Artık benim hâkimiyetimden çoktan sıyrılmış olan romanım nerelere ışınlamıyordu ki beni? Bütçe müzakerelerine, ordan basına ve teeddübden teeddübe düşen sosyete salonlarına. Yine Meclis'e. Ve bütçe müzakerelerinin en titiz ve dikkatli üyesi kitabın kapağında önemli bir delil yakaladı: Bir fotoğrafımın negatifinin basılı olduğu kapakta.
Ah, nasıl söylemeli, nasıl anlatmalı? Çoktan sözümü dinlemez olmuştu romanım, ordan oraya ışınlayıp duruyordu beni. Önce Türkiye radyolarına, sonra Büyük Millet Meclisi'ne, sonra basına ışınlıyordu yüz kızartıcı görüntümü: Nankör roman! Volkanlılarla işbirliği yapıyordu romanım, kapağında bir, bir... erkek cinsiyet organı varmış gibi yapıyordu, titiz milletvekilinin gözüne, böyle bir şey gösteriyordu.
Romanımın kapağında keşfedilen phallus heyecan, tiksinti ve nefret yaratmıştı. Sözü birbirlerinin ağzından alan milletvekilleri, Kosova'dan, Malazgirt'ten, Sakarya'dan ecdatlarının tarihe yazdığı şanlı sayfalardan söz ettiler. Niçin mi? Bu sayfalarla "Yürümek" romanının bir iki sayfasını ve kapağını kıyaslamak için. Sonra, "karılarından, bacılarından, kızlarından bu romanı nereye saklayacaklarını bilemedikleri" için. Ah, yürümek derken, durmak bilmiyordu hain roman, tekmil bacılara, namuslu ev hanımlarına ve aile kızlarına ışınlıyordu yüz kızartıcı kapağını.
Yapacak bir şey yoktu benim için gerçekten, süklüm püklüm, evden işe-işten eve gitmekten başka, ama kurtulamıyordum romanımdan. Bir akşamüstü, evime doğru, herhangi, asla roman yazmamış bir memure gibi dönerken, bahçe duvarına kümelenmiş kopiller bağırdılar arkamdan... "Yürümek... Sevgi Sabuncu... Yürümek!.."
Yok yazıldığı gibi değildi bu roman artık, biçim, kılık, kalıp değiştiriyor, her taşın altından çıkıyordu karşıma. Kırk yılın birinde berbere gitsem, manikürcü kız, gözlerini süze süze soruyordu: "Yürümek romanını siz mi yazdınız abla?"
Sonra hiç roman okumadıklarını pek iyi tahmin edebileceğim kişiler, ansızın "Aşkol, bana romanından vermezsen bozulurum" diye sırnaşıveriyorlardı.
Hiçbir ananın oğluna almayacağı, hiçbir kendini bilen hanfendinin ahbaplık etmeyeceği, hiçbir ciddi ve güvenilir kurumun iş vermeyeceği, hiçbir bankanın kredi vermeyeceği, hiçbir bonosunun kırılmayacağı, hiç bir nikâha şahit olamayacak, hiçbir senede kefil olamayacak biri kılacaktı romanım beni. Adını "Yürümek" kor musun; ilerlemenin kurallarından söz eder misin? Al sana akıl almaz bir deli koşturması!
Romanımı, yeteri kadar vatanperver kınadıktan, yeteri kadar aile kadını evine sokmadıktan sonra, köklü tedbirler alınmasına sıra geldi.
O sıralar zaten hep köklü tedbirler alınıyordu, o sıralar zaten hep yuvalar kazınıyor, kökler temizleniyordu.
Böylece, "Sevgi Sabuncu tarafından yazılarak Aralık 1970 tarihinde Sevinç matbaasında bastırılan 'Yürümek' isimli Roman kitabının, 10. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 17/6/1971 tarih, 971 sayılı kararı ile toplattırılmasına karar verildi."
Sevgi Sabuncu, 24/6/1971 tarihinde bir dilekçe ile bu karara itiraz etmek istedi ise de, adliye sarayında itiraz dilekçesini kabul edecek bir merci bulamadı.
Sonunda küf kokan, evrak dolu bir odada, kara kolluklu yaşlıca bir evrak memuru, hayatta yemiş olduğu sillelerin verdiği umursamazlıkla yüzü kızarmadan dilekçeyi aldı ve okudu. Kafasını çok yaşamış, güngörmüşçesine salladıktan sonra, indirdiği bir dosyada dilekçenin "ilgisini" buldu. İtiraz dilekçesinin ilgisi, müstehcen sayfası açılarak öteki sayfaları toptan zımbalanmış "Yürümek" romanıydı.
Evrak memuru, suç delilini okudu, bana döndü:
"Kızım doğru yazmışsın ama keşke yazmasaydın, bu adamlar cahildir anlamazlar."
Sonra karşısına kırk yılın birinde, evrak yerine canlı birinin çıkışının verdiği sevecenlikle, yardıma karar verdi. "Burda kimin kimsen var mı?" "Yok." "İyi öyleyse, bak ben senin ağabeyinim, bu belâdan kurtarayım seni."
Büyük şehirde ilaçla uyutularak bekâretini yitirmiş taşralı bir kız görüyordu karşısında, dilekçem elindeydi, ses etmedim. O önde ben arkada koridorlar geçtik, merdivenler indik-çıktık, sonunda bir mahkeme kapısına vardık. Evrak memuru, önce kendi girdi mahkemeye, sonra kapı aralığından sadece kolluklu kolunu uzatarak içeri girmemi işaret etti.
Hemen savundu beni.
"Bu kızcağız, Ankara'da yalnızmış hâkim bey, bu romanı hayâlen yazmış, kendi yaşamamış, bu seferlik mazur görün..."
Hâkim başını kaldırmasıyla ve de dilekçede adımı görmesiyle ve de beni görmesiyle: "Defol..." diye bağırarak... Adliyeden ışınlanmıştım.
Böylece Türk Ceza Kanunu'nun (TCK) 427. maddesine muhalefetten sanık Sevgi Soysal hakkında Toplu Basın Asliye Ceza mahkemesinde dava açıldı. İddianameyi tebelluğ ettim.
"Yukarda açık kimliği yazılı Sevgi Sabuncu tarafından yazılan 'Yürümek' adlı kitabın 89. sahifesinde başlayıp 91. sahifesinde sonra eren.... kısmının TCK. 427. maddesine aykırı nitelikte bulunduğu anlaşılmış ve bu kitabın toplattırılmasına Ankara 10. Sulh Ceza Hakimliği’nce 17/6/1971 tarihinde 971/56 müteferrik sayıyla karar verilmiş olup hazırlık soruşturması evrakı ilişikte sunulmuştur.
Yazar Sevgi Sabuncu'nun yargılanmasının mahkemenizde yapılarak, hareketine uyan 5680 sayılı kanunun 143 sayılı kanunla muadil 16/1 ve TCK'nin 427. maddeleri delaletiyle TCK'nin 426. maddesine göre cezalandırılmasına ve kitabın TCK'nin 427/2. maddesine göre müsadere ve imhasına karar verilmesi iddia olunur, 17.6.1971
Cumhuriyet Savcı Yardımcısı"
Büyük tirajlı gazetelerde bir manşet:
"Program Uzmanı Sevgi Sabuncu'nun TRT ödülü alan 'Yürümek' adlı romanı, hayvanlarla cinsi münasebeti övücü nitelikte bulunduğu için toplattırıldı."
Hayvanlarla cinsi münasebeti övücü nitelikte... Bozkırlar, Karadeniz, Karadeniz'deki ölü balıklar, Tirebolu miskinliği, karıncalar, Yenişehir çocukları, tavşanlar, kirpiler, tereyağ yemeyen Şenel, asma kökleri, Memet'in erkeklik gururu, fareler, şeytanı mızraklayan Aya Yorgi, sürgünleri kemiren sincaplar, Memet'i kahreden genelev, kemirmekten bıkmayan porsuk, iyi yemek yemesini bilmeyen biriyle yatmayacak kadar iyi terbiye görmüş olan Elâ, aslında insandan korkan kurtlar, Hilton Oteli'nde geçen balayı, bereketli topraklarda serpilen haşhaş tohumu, hastahane hademelerinin gözünde bir hiç olan yüzbinlerin doğumu, ölümden daha çabuk çoğalan hamam böcekleri, amansız ayrık otları, bir sinek ölür gibi gerçekleşen boşanma, deri değiştiren yılan, Elâ'nın bir türlü patlamayan bombası, Elâ'yla Memet'in sevişmesi, bozuk musluktan akan sular, İmroz, yaşlı Rum'un boğulan keçisi, her şeyden soyutlanması mümkün olmayan mutluluk, tükenmişin üstünde çoğalanlar, geri dönen som balığı, nüfus kâğıtlarının, banka ve aile cüzdanlarının yanına bırakılan cümleler, yürümek, dönüp bakmamak arkaya... Bunlar, bütün bunlar işte, uzayın belirsiz yerlerine ışınlanmış, terk etmişlerdi romanımı.
"Hayvanlarla cinsi münasebeti övücü nitelik"le kaldım mı şimdi baş başa”.