Bir süredir Kıbrıs’taki gelişmeler burada “çözüm” bekleyenlere umut veriyordu. “Kıbrıs’ta barışa hiç bu kadar yaklaşılmamıştı” deniyordu.
“Kıbrıs uzmanı” falan kesinlikle değilim. Zaten yıllardır bu konuda söylenenleri, yapılanları izlemek, insanı, hayatta başka hiçbir şeyle uğraşamayacak kadar meşgul edebilir. Kıbrıs’ı iyi bilen biri başka herhangi bir konuyu öğrenecek vakit bulamayabilir.
Ama sıradan bir “sağduyu” çerçevesinde son verilere bakan biri, gelinen noktanın Türkiye açısından, Annan Planı’nın da ötesine geçen avantajlar içerdiğini görebilirdi.
Ben de böyle görüyordum ama umutlanmıyordum. Umutlanmamamın nedeni doğrudan doğruya buradaki iktidar. Bu iktidar şimdiye kadar bu kategorilere giren hiçbir sorunda bir şey çözmüş değil.
Ama bu iktidar şimdi iyiden iyiye “gerilim politikası”nı angaje olmuş durumda. Baş sorun “Başkanlık sistemi”ne geçiş, dolayısıyla “referandum”, dolayısıyla “Evet/Hayır” oranları. Ulusal ya da uluslararası, varolan bütün sorunlar bu temel sorunun gölgesinde, oradan beklenen sonuca yapacağı olumlu ya da olumsuz (olacağı düşünülen) etkiye göre hesaba katılıyor. Bu iktidarın gerilime ihtiyacı var.
“Kıbrıs çözümsüzlüğü” diye adlandırabileceğimiz bu kördüğümde Rum tarafının sabıkaları da sözkonusu elbette. Bunların arasında, Annan Planı’na “hayır” demek de hatırı sayılır bir yer tutuyor. Böyle olunca, “çözümü zorlaştıran” rolünü hevesle üstlenmemek, akla yakın bir politikaydı ve Türkiye de böyle davranmaya karar vermiş gibi görünüyordu. Ama dizginleri büsbütün boşlamak da olmayacağı için asıl stratejik konularda bir “direnç hattı” kurmanın yararı olacağı belliydi. “Garantör” konumundan vazgeçmemek ve adadan askerî varlığını çekmeye yanaşmak bu hattın belli başlı ögeleriydi.
Türkiye, daha doğrusu milliyetçi-yayılmacı bir zihniyetle hareket etme konusunda kararlı Türkiye 1974 müdahalesinde kazanacağı avantajı kazandı ve bunu koruyor. Adada askerî güç bulundurmak “garantörlük” statüsünün türevi. Böyle bir işleve sahip olmak da, bu ada halkının kendi sorununu kendisinin çözemeyeceğini varsaymaktan geçiyor. Onun için, bu perspektiften bakanlara göre en iyi çözüm çözümsüzlük – ya da “Samson darbesi” ile başlamış “geçici” durumun fiilen “kalıcı durum” olması. Askerî güç, bu “geçici durum” gereği, “geçici” olarak orada, kâğıt üstünde. Kâğıt üstünde öyle olabilir, ama “adanın üstünde” bu geçicilik bir kalıcılık olarak kalmalı.
Olay böyle çalkalanır ve müzakere masasında mesafe alınır gibi görünürken Rum tarafı –gene– yapacağını yaptı! Bu “Enosis Bayramı” için herhangi bir anlaşılır gerekçe düşünemiyorum. Kıbrıs’ta birlik sağlamak yolunda adım atılırken (yani, genel kanı, “Kıbrıs’ın birliği”nin gerçekleştirildiği yolunda biçimlenmişken), çözümsüzlük etkenlerinin en belli başlı olanlarından birini bu şekilde gündeme getirmenin mantığını göremiyorum. Bunu becerdikten sonra da kapıyı vurup çıkma gibi “gösterişler” yapmanın basiretini de anlayamıyorum.
Kıbrıs Rumları’nın baş destekçisi doğal olarak Yunanistan’dır. Ancak, Annan Planı’nı reddetmeleri bu ülkenin bazı aydınlarının ve politikacılarının da sabrını zorlamıştı. Şimdi bu Enosis hikâyesi de ortalığa bir duman çöktürdü. Geri kalan dünya açısından pek önemsenmeyecek bir ayrıntı gibi görünebilir ama sorunu yakından bilenler simgenin anlamlarını daha iyi tartabilirler. “Kıbrıs’ta çözüm” rüyası böylece belirsiz bir tarihe ertelenmiş oldu sanıyorum.