Referandumdan önce, bunun son seçim, bütün seçimleri bitirecek seçim olacağını söyleyerek kahredenler vardı. (Bu idare altında, adil görünümlü bir seçim bile ‘teknik olarak’ mümkün değil, o ayrı.) Referandumun neticesi bir derece yatıştırdı ama ondan bağımsız olarak da, hüküm sürüyor bu: daha beterinin, asıl beterinin kapıda olduğu… Şu da olunca, bu da geçince, falan noktadan sonra… Bu günleri bile arar olacağımızı, artık her şeyin biteceğini, nefes almanın bile lüks olacağını vaaz eden felâket beklentisi söylemi. Belâ çağırmak. Dünyanın en eski mesleklerinden biri olarak, felâket tellallığı.
Ufukta felâket-ve-felâketler olmadığını söylemiyorum. (Arapça “falak”/felek kelimesinden geliyor felâket, “feleğin darbesi” demek. 1. anlamı: Büyük zarar, üzüntü ve sıkıntılara yol açan olay veya durum, yıkım, belâ. 2. Çok kötü. 3. Şaşırtıcı, hayrete düşürücü.) Büyük üzüntü doğuracak, yıkıma yol açacak belâlar, dünyanın ve memleketin şu halinde, sürpriz olmamalı. Öngörmeye çalışmak gerekir. Hazırlıklı olmak gerekir. Endişe etmek gerekir.
Felâketleri öngörmek ve tetik olmak başka, felâket söylemi, başkadır. Felâket söylemi, kendi göğsünü jiletleyen bir kahriyyedir. Kara mizahın canını çıkartmayı sever, sarkastik tavrı bir zevke çevirmeye yatkındır. Başkalarının değil kendi yakınlarının-dostlarının içini kıyan, ahlâkçı bir saldırganlığa kayması kolaydır. Kimi ajitasyon, “uyandırma” maksadıyla yapar bunu; kimi gayrı ihtiyarî, çaresizliği “yönetme”, gerilimle baş etme stratejisi olarak meyleder.
Karşı taraftan da, habaset ehlinin zevk edindiği tehdit diliyle oraya sürekli kaynak aktardığını unutmayın. “Bunlar iyi günleriniz…” “Göreceksiniz…” Kötülük ve strateji. Kötülüğün stratejisi. Unutmayın, felâket söylemi de bu stratejiye kaynak aktarır.
***
Kimse kötü niyetle, mahsus yapmıyor bunu elbette… Lakin felâket söyleminin, bozguncu, kendini felç edici bir ‘işlevi’ olduğu açık. Vaz’ettiği kötü son, usanca da bir son vaat eder gibidir; adeta azat edecektir bizi. Bitecek, düşünecek ve yapacak bir şey kalmayacaktır.
Bu burca girdiğinde, kıyametçi hülyanın ışığı vurmaz mı felâket söylemine? İslâmî anlamıyla kıyam, kalkışma, topluca diriliş. Batı dillerindeki eski Yunanca köküyle apokalyps: İfşa, açığa çıkma.
Felâketle gelen, felâket suretinde gelen kurtuluşun, seküler devrimci biçimini biliyoruz. Walter Benjamin’de mesihçi kıyametçilik, bugünkü-hâlihazır dünyanın çöküşüyle beraber, tanrısal kudretin kendi aşkınlığını da aşan yeni bir çağ açacağına intizar eder.
En karamsar anlarda bile, felâkete (en süflî seküler ifadesiyle: “dibe vurmaya”) intizar, gayrı şuurî, kurtuluş manasında bir son beklentisini mi okşar? En gümbürtülü felâket tellallığının bir tahammül stratejisine dönüşebilmesi, ondan mı?
***
Felâketçi ve kıyametçi hissiyat, kriz dönemlerine ‘yakışır’ ve zamanın ruhundandır. Ne kadar fazla “dünyanın sonu” filmi çekiliyor… Amerikan sağının güçlü cereyanlarından Evanjelizm, hararetini “tanrıyı kıyamete zorlamak”tan alıyor; kendine İslâm Devleti diyen örgüt de kendi itikadınca bunu yapmıyor mu?
***
Felâketi, başsız sonsuz, süreğen olarak düşünebilirsiniz. (Felâketin Yunanca ve Latinceden gelen kelimesi catastrophe/catastropha kelimesi: terse veya yok oluşa, mahva dönmek.)
Orhan Koçak, Ayhan Geçgin’in romanlarında –onları Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam’ının yeniden doğumu gibi okuyarak– gezdiği Tehlikeli Dönüşler’de (Metis, 2017), feleğin bin bir çehresiyle birlikte buna da dikkatimizi çekiyor. Dümdüz söylersek: Kapitalizm altında yaşamak felâkettir, ‘zaten’ felâkettir. Geçgin’in “yavan felâket, yavanlaşmış felâket” sözünden devamla, Orhan Koçak’ın “bizi kayıtsızlaştıran ve kendi kendini de bir aldırışsızlık nesnesi haline getiren bir felâket” diye tanımladığı “7/24” felâket hali... Felâketin Batı dillerindeki kelimelerinden desaster’in (dés-astre), “yıldızsızlaşma” –ışığın sönmesi, ışıksız kalma– anlamına geldiğini hatırlatarak.
Sinizme ve sarkazma, felç edici bir Zaten’e katık etmek zorunda değiliz bu ‘bilgiyi’. Milatçı ve kıyametçi telâştan çıkmaya da güç verebilir, yıldızsızlaşmış dünyaya göz kırpan bir yıldız olabilir. İsterseniz, “her gün aşura…” gibi, “hiç ölmeyecekmiş – yarın ölecekmiş gibi”deki gibi…
Ülkeye, bugüne indireceksek… Kemal Can, “Referandum tartışmaları” yazılarında (gazeteduvar/), referandumla her şeyin başlayıp bitmeyeceğini, Hayır’ın da Evet’in de her şeyi değiştirmeyeceğini yazdı ısrarla. Sonuç elbette önemsiz değil, hiç değil; ama aslolan süreçtir, sürmekte olandır ve tabii değiştirmek için yapılacak olandır.
Bitişlere, son beklentisine kilitlenmek, başlangıç yapma kabiliyetini öldürmemeli.
“Hayır, bitmedi, daha yeni başlıyor” – işte bunu söylemiyor mu?