İrlandalı felsefeci ve romancı Iris Murdoch, Deniz Deniz romanında der ki bir ara geçerken: “Suçluluk duygusu çoğu kez ithamlardan kaynaklanır, suçlardan değil.” [1] Britanyalı serinliği taşıyan bir hüküm. Fakat yedi iklimde de var ki o serinlik, ithamlarla suçluluk duygularına hitap edilebiliyor insanların, edebiliyoruz. İthamlarla, bazen, o duyguyu saklandığı yerden çıkarmayı umuyoruz.
Behçet Çelik’in son hikâye kitabı Yolun Gölgesi’nde yer alan “Dirlik Kaybı” [2] adlı hikâyede, suçluluk hissetmek için ithama hiç ihtiyacı olmayan bir öğretmen var. (İyi edebiyat “özet”le sakıt olmaz, özetlenmekten ziyana uğramaz, onun için hikâyenin “konusunu” özetlemekten kaçınmıyorum.) Kitabın bütün hikâyeleri gibi, şu zamanda şu memlekette yaşadıklarımız etrafında geçiyor bu hikâye de ve bizim öğretmen, onca zulüm ve rezillik karşısında ses edememekten, bir şey yapamamaktan suçluluk hissediyor. Korkuyor, korktuğundan utanıyor. Her şeye rağmen, ufak tefek bir şeyler yapabilmeye çalışıyor, hiç değilse belirlediği ödevle bir mesaj vereyim, öğrencilerinde bir insaniyet teline dokunayım istiyor; bir yandan da yapabildiğinin bu kadarcık oluşundaki, hem de bu kadarcık için bile elden bırakamadığı tedbirlilikteki “zavallılığa” kahrediyor.
Öğretmenin gönlüne ümit ve bahtiyarlık ışıltısı sızdıran bir gözde öğrencisi var; anne babasının “duyarlı”, politik, muhalif –ve aynı zamanda mutlu– kişiler olduğuna dair işaretler alıyor çocuktan. Onların ‘iyiliğine’, ‘doğruluğuna’ dair kurduğu hayaller, kendi eksikliğini (“zavallılığını”) telâfi ediyor adeta. Kimi kısa temaslar, kimi alâmetler, bir yandan bu romantik imgeyi güçlendirirken, bir yandan da çocuklarının (öğrencinin) ödevinde “dirlik” yokluğuna dair sarf ettiği sözler, bir gölge düşürüyor bu imgeye, öğretmenin gönlünü bulandırıyor. Memleketin, zamanın, gündemin kâbusu, “kahramanlarımızın” ilişkilerini de bozmuş ister istemez, demek…
Hikâyenin sonunda, ‘izlediği’ çifti görürüm diye gittiği, –katılmayıp kenardan izlediği–, bir basın açıklamasında kadını görüp adamı görememesi, bu gönül bulanıklığını koyultuyor. Zaten diğer öğretmen arkadaşlarından, doğrudan politik aktivitelerden çekildiğini işitmiş olduğu adama inceden sitem ediyor gıyabında… Derken, polisin müdahalesi, kaçışmalar, bir esnafa sığınış, – sığınılan esnaf ihbar mı eder, kollar mı, o da ayrı bir endişe… arkasından anlaşıyor ki, adam kazaen orada değilmiş, gelecekmiş aslında… Öğretmen, yine utanıyor; yine bir suçluluk duygusu, başka türden…
Bu güçlü hikâye, şu zamanda içimize akan zehri, zehirleri anlatıyor. Korkunun, otosansürün zehri, aşikârdır; solunum sistemine anında karışan, ‘kokulu’ zehir. Ön alıcı bilmezliklerin, örgütlenmiş mazeretlerin de kâr etmediği bir vicdan egzamasına yol açan, suçluluk duygusuyla ezen o zehrin teşhisi kolaydır. Behçet Çelik’in hikâyesi, o kadar bariz görünmeyen, yavaş yavaş işleyen başka bir zehri gösteriyor bize. Suçluluk duygusunu, başkasını suçlandırmaya çeviren zehir.
Üstelik, “Dirlik Kaybı”ndaki öğretmen, çok ‘iyi’, ‘ince’ bir insan, kötü niyetli değil, kötücül değil, saldırgan değil, dönüp kendine bakmaz olmuş biri değil. O ‘bile’, kötücül ve habis şüphelerin peşine takılabiliyor. Herkesin böyle olmadığını, olamayacağını biliyoruz. Biliyoruz ki, suçluluk duygusuyla, hiç yoksa yetersizlik duygusuyla kavrulanların, bir şey yapamayan veya elinden bir şey gelemeyeceğini düşünenlerin, kendi cesaret ipini salamayanların, bütün bu aczin telâfisini, kendisinden cesaret, metanet, şecaat umduklarından bekler hale gelmesi kolaydır. O ümidi bağladıklarının, o yükü bindirdiklerinin ayağı bir sürçtüğünde, bundan istifade, kötücül ve “zavallıca” bir memnuniyetin veya haydi diyelim rahatlamanın iğvasına kapılmak da kolaydır. Bu meyille, yakınındakilerin çok daha ehemmiyetsiz ayak sürçmelerine müteyakkız hale gelmek, kötü örnekleri kolaçan eder bir vaziyete girmek, daha da kolaydır. Evet, kötü zamanlar, bir imtihandır; insanlar yapıp ettikleri ve yapmayıp etmedikleriyle sınanırlar… fakat sınav gözetmeni havasında dolanarak açık kollamak da, iyi bir sınav vermek olmayabilir. İthamlarla suçluluk duygusu çoğaltmak, iyi bir yol olmayabilir – hem hatta, kaçırtabilir de o duyguyu.
Kötü zamanların zehirli ortamında, simsiyah hayal kırıklıkları, mosmor ayıplar çok olur. Görmezden gelmek, unutmak mümkün mü? Mümkün de değil, doğru da. Lakin, bunları bahsini zevkle çoğaltmakta da bir sorun yok mu?
Behçet Çelik’in hikâyesindeki iyi kalpli, ezgin vicdanlı öğretmen, sadece izleyicisi olduğu etkinliğin sonunda saldırıya uğrayan kadının kolundan tutuyor, ona yardım ediyor, arkasından zalim şüphesini dağıtan hakikati öğreniyor, utanırken sağalıyordu. Dayanışmaya, inşaya, herkesin bari yapabileceğini yapmasına patika açmak ve bilvesile telâfiye de patika açmak, iyi gelir. Yavaş yavaş işleyen zehri dağıtmak için…
[1] Çev. Nuray Önoğlu, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2016, s. 93.
[2] Can Yayınları, İstanbul 2017, s. 53-66.