AKP, maddenin sıvı halinde var olan, akışkan bir parti ve Türkiye siyaseti iktidar partisinin bu özelliğinden ötürü son on yılda oldukça keskin yön değişikliklerine sahne oldu. Avrupa Birliği uyum yasalarını hızla ve hevesle yürürlüğe koyduktan sonra AB değerlerinden çok uzağa savrulan; Ermeni ve Kürt sorunlarında çözümü epey zorladıktan sonra çözümsüzlüğü hiç olmadığı kadar derinleştiren; milliyetçiliği gündemden büsbütün düşürdükten sonra “Yerlilik ve millilik” şiarını hayatın her alanında hâkim kılmak için kolları sıvayan hep aynı parti. AKP ve Reis’i iç ve dış siyasette manevra yapmayı, şartlar gerektirdiğinde şu veya bu yöne kolaylıkla savrulmayı, işlerine yarayacak her türlü ittifaka dâhil olmayı bir siyasi zekâ ölçütü haline getirdiler ve bu kural, muhalif partilere de sirayet etmiş görünüyor. Siyasetin alanı “ya bana (AKP’ye) benzersin ya yok olursun” noktasına doğru daralırken partiler de toplumun değerler ve ilkelerden ziyade değişken ve akışkan çıkarlara önem verdiğine kanaat getirmiş durumdalar. Bu kanaatin Türkiye gibi sınıfların epey geç tarihlerde oluştuğu, toplumsal konumların “oynak” ve her an değişebilir olduğu yerlerde bir haklılık payı taşıdığını da söylemek lazım. Böyle bir toplumda kenar mahalleden merkeze taşınan, arkasına aldığı rüzgârla sınıf atlayan siyasal aktör için dün ne olduğunun fazla önemi yoktur, zihni hatırlamak istemediği bir geçmişten ziyade daima gelecekle meşguldür.
Siyaset alanını kaplayan bu akışkanlık özelliğinin 24 Haziran’a giden süreçteki tezahürlerinden biri kurulan pragmatik ittifaklar ve bunların olası getirilerine göre yapılan hesaplar. Yol açtığı onca hukuksuzluk ve mağduriyete rağmen AKP’nin oyunun yüzde 40 bandında sabitlenmesi muhalefeti de ittifak politikasına mecbur kıldı ve muhalefet cenahı da ilkelerle değil aritmetik hesaplarla hareket ediyor.
HPD’nin Millet İttifakı’na dâhil edilmemesi bu hesaplardan biri. Bu dışlayıcı tutum kısa vadede AKP’nin elini zayıflatabilir. Millet İttifakı, HDP’yi dışarıda bırakarak, AKP’nin “bunlar terör örgütleriyle beraber hareket ediyorlar” kozunu kısmen elinden almış oluyor - gerçi her ittifaka sızabilen ve hiç bitmeyecek görünen bir “FETÖ” tehdidi var. Millet İttifakı’na dâhil edilmemiş olmak, paradoksal biçimde, HDP’nin de elini güçlendiren bir gelişme. HDP, 7 Haziran’dan sonra hendek politikasıyla küstürdüğü muhafazakâr Kürt seçmeni tekrar kazanabilir. 7 Haziran’dan sonra Türkiyelileşme siyasetini sürdüreceği yerde öz-yönetim deneylerine göz yummayı -en azından açıktan cephe almamayı- tercih eden HDP, Diyarbakır gibi kentlerdeki muhafazakâr Kürtlerin oyunu 1 Kasım seçiminde üçte bir oranında kaybetmişti. AKP’nin 2015’ten 2018’e yaptıkları, HDP’ye hiç kılını kıpırdatmadan bu kesimle yeniden barışma fırsatını verdi. Geçen üç yılın ardından Ankara’nın doğusundaki muhafazakâr-Kürtlerin Bahçeli’yle ittifak yapmış bir AKP’ye oy vermesi çok zor. Ama aynı seçmen Millet İttifakı’nda Meral Akşener’le kol kola giren HDP’ye de oy vermekte tereddüt ederdi; kısacası HDP, 24 Haziran seçiminde oralarda tek başına çok daha güçlü ve ittifak dışında kalıp oyunu arttırma ihtimali zayıf değil. Ama bu oralarda’nın altını çizmek lazım çünkü Batı'daki metropollerde oy kullanacak Kürtlerin 24 Haziran’da tercihlerinin ne olacağını kestirmek zor (Bağcılar-Ümraniye gibi semtlerde mahalleleri ahtapot gibi saran AKP taban teşkilatlanması HDP seçmenini kolaylıkla çekim alanına alabilir - gitmesek de görmesek de bu semtlerde yalnızca HDP ile AKP siyasal varlık gösteriyor ve iki partinin sosyolojisi arasında ciddi geçişkenlikler, ortaklıklar var: Aynı okullara gidip aynı sosyalleşme kanallarını kullanıyorlar; dindarlık gibi etkili ve kenetleyici bir tutkalla birbirlerine bağlılar).
Meclis aritmetiğinden Başkanlık aritmetiğine geçince, CHP nomenklaturasının Muharrem İnce’yi Cumhurbaşkanlığı’na aday göstermekle birden fazla hesabı aynı anda yürürlüğe koyduğu söylenebilir. İlkin, “popülizme-karşı-popülizm” gibi bir hesaptan söz edilebilir. Erdoğan’ı Erdoğan’ın üslubuyla, gerilim siyasetinde tökezlemeyecek bir adayla yenme planının toplumda karşılığı olduğu kesin. Muharrem İnce’nin elindeki propaganda imkânları dört yıl önce Ekmeleddin İhsanoğlu’nun sahip olduğu imkânlarla eşit olsaydı, 24 Haziran büyük ihtimalle ikinci tura kalırdı.
Öte yandan CHP’nin Muharrem İnce tercihinin arkasında parti içi bir hesaplaşmanın olduğuna dair işaretler de var. Birçok kişi CHP’nin parti başkanlığına layık görmediği birisini ülke başkanlığına aday göstermesini içten içe garipsedi; aslında CHP’nin doksan yıllık tarihine bakıldığında, bu o kadar şaşırtıcı değil. CHP nezdinde “sıradan halk” hiçbir zaman Parti kadrolarının (seçkinlerin) seviyesinde olmamıştır. (Dolayısıyla Tayyip Erdoğan'ın plebisitle yönetilen Türkiyesi'nde halka yakıştırılan başkanın Muharrem İnce, partiye yakıştırılan başkanın ise Kılıçdaroğlu veya Baykal olması normaldir). Gene de birkaç gün önce açıklanan milletvekili aday listesinden Muharrem İnce’ye yakın isimlerin elenmesine bakılırsa, Kılıçdaroğlu’nun Sarıgül’den sonra parti içindeki ikinci bir rakibinden daha “seçim mağlubiyetiyle” kurtulma yolunu da açık tuttuğunu belirtelim.
24 Haziran’da muhtemel bir terslik halinde en kaydadeğer gelişmeler AKP cephesinde yaşanacaktır. AKP, medyayı bütünüyle zaptetmiş, etkili muhalif seslerin (altı milyon oy almış bir partinin lideri de dâhil) hemen tümünü “etkisiz kılmış” halde, OHAL koşullarında seçime gidiyor ve bütün dünyadan bu seçimin demokratik koşullarda yapılacağına inanmasını bekliyor! 24 Haziran gecesi Parti kanalları dışında seçim sonuçlarının takip edilebileceği bağımsız bir haber ajansı bile yok. Bütün bu eşitsiz koşullara rağmen 24 Haziran’da başkanlık seçimi ikinci tura kalırsa, Cumhurbaşkanı Erdoğan, MHP’den ittifaka gelen oyun yüzde 2’yi aşmadığını fark ederse (Bahçeli’nin son zamanlarda hapisteki eski ülkücülerle barışma çabası MHP’de işlerin iyiye gitmediğine işaret) Bahçeli’den uzaklaşıp kısa sürede başka ittifaklar kurmaya çalışabilir ve bu ittifaklar gene hiç kimsenin ummadığı siyasal aktörleri aynı zeminde bir araya getirebilir. AKP, Kürt siyasetinin birkaç yıldır ortalıkta görünmeyen aktörleriyle yeniden yakınlaşmak için nabız yoklayabilir; çünkü başkanlık seçimi ikinci tura kalırsa HDP’nin oyu gerçekten belirleyici olacak. Türkiye siyasetinde son on beş yılda kurulup bozulan ittifaklara bakıldığında, bundan sonra kurulabilecek hiçbir ittifak şaşırtıcı olmaz.
24 Haziran, uzun ömürlü olması pek muhtemel olmayan ittifakların sonucu belirleyeceği bir seçim olacak; bu seçim tablosunda ilkeler ve değerler dışında her şeye yer var.