Harun Karadeniz, 15 Ağustos 1975’te ölmüştü. 1971’de hapishanedeyken, kansere yakalandı. Tedavisine imkân tanınmadı, hatta tahliyesinden kısa bir süre sonra yeniden tutuklandı. Ancak 1973 sonunda, yurtdışında tedavi görmesinin şart olduğunu ortaya koyan belge yığınının “yetkili makamlarca” kabul edilmesiyle tedavi için İngiltere’ye gidebildi. Tedavide gecikildiği için kolu kesildi, yapacak bir şey de kalmamıştı. Memlekete döndü. Otuz üç yaşında öldü. Bugün, bu erken ve zalim ölümün 43. senesi oluyor.
Harun Karadeniz’i hatırlama, unutmama gereğini yakın zamanlarda bana duyuran iki vesile oldu. Biri, Şükrü Argın’ın Cereyanlar’la ilgili lütûfkâr makalesindeki uyarısıdır. Şükrü Argın, sol hareket ve fikriyatın tarihinde “özel ve muhterem” yeri olduğunu söylediği Harun Karadeniz’in kitaptaki eksikliğini eleştiriyordu haklı olarak. Onun kapitalizmin ‘ne’ olduğunu anlatmaya, eğitim sistemini sorgulamaya dönük risalelerinin ’70’lerde birçokları gibi kendisinin de ‘uyanmasında’ nasıl etkili olduğunu, “bele silah takmadan, kaleme el atarak da devrimci olunabileceğini” gösteren bir örnek olarak kendini ona borçlu hissettiğini anlatıyordu.[1] Diğer hatırlatma, Murat Belge’nin popülizm yazılarında, Harun Karadeniz’in bir sol popülizmin imkânı bâbında anıldığı satırlardır.[2] Murat Belge onu, “halkın içinden gelen” ve “geldiği yeri unutmayan”, “komünizm diye bir şey olacaksa” bunu o insanların “kendi elleriyle örmesi, kurması gerektiğine” inanan, bunun için de “o kültür ve değerler içinde yaşayan insanlara nasıl seslenmek gerektiğini” sürekli dert eden birisi olarak yâd ediyor.
Harun Karadeniz’in, devrimci sosyalist hareketin kurucu ’68’-’71’ kuşağının diğer önde gelen şahsiyetleri kadar belki ‘meşhur’ olmamasının bir nedeni, ’70’lerde şekillenen ana akımlardan birisinin siyasî ahvadından sayılmaması, başka bir deyişle ‘cemaatsizliği’ olabilir. Gerçi, 12 Mart döneminde tutuklandıktan bir süre sonra TKP davasına dâhil edilmişti.[3] Muhtemelen, 12 Mart arifesinde, TİP içindeki Aybar’a muhalif ve TKP’gil Emek grubunun toplantılarına katıldığı için böyle olmuştu.[4] Ancak TKP’yle özdeşleştirilen birisi de değildi. Cenazesinin, 12 Mart sonrasında -henüz ayrışmamış- Dev-Genç’gil ve THKP/C’gil grupların buluşup görüşmesinde bir vesile olduğunu da biliyoruz.
Dindar bir ailenin çocuğuydu. Bu, onu dönemin solcu kuşağı içinde müstesna kılan bir özellik değil. Fakat kendi aydınlanma yolunu, mutasavvıfların soruları üzerinden bulduğunu yazar, ki bu müstesna sayılabilir. İslâm felsefesiyle ve tasavvufla ilgili anlatılanları yetersiz bularak, oradaki “ezberciliği aşma” maksadıyla, arayışını geliştirdiğini anlatır. ’60’ların anti-komünist provokasyonlarını anlatırken, “dindar masum ve bilinçsiz” insanların, provokasyon nesnesi kılınmasına hayıflanır gibidir. Murat Belge, Karadeniz’in sosyalist olarak “geride bıraktığı arkadaşları”yla, düşünsel özgürleşmeye dönük bir diyalogu hep sürdürmek gerektiğini inandığını aktarıyor.
O müthiş mümbit ’68’-’71’ dönemi içinde Harun Karadeniz, epeyce bariz biçimde, ’71’den ziyade ’68’i temsil eder. Öğrenci hareketi içinde politikleşmiş, sosyalistleşmiş, öğrenci liderliğinde sivrilmiş, öğrenci hareketiyle özdeşleşmiştir. Bununla beraber, öğrenci hareketinin işçi ve köylü hareketiyle bağ kurması fakat kendi alanından taşmaması, ‘ikameci’ bir öncülük rolüne girmemesi ve ısrarla meşruiyetini yitirmemeyi gözeterek eylemesi gerektiği üzerinde ısrar etmiş; hatta bu nedenle “oportünist, pasifist, hain” gibi suçlamalara muhatap olmuştu.[5] Kendisi de 1969/70’te, faal olabildiği son deminde, işçi örgütlenmesine yöneldi. Onu TKP hanesine ‘yazılmasına’ sebebiyet veren, bu itirazları ve yönelimidir.
Harun Karadeniz, öğrenci hareketini ve kendi tecrübesini, artık bir klasik sayacağımız Olaylı Yıllar ve Gençlik kitabında anlatır.[6] Bu kitapta, dönemin ‘efsanevî’ öğrenci hareketinin gelişme dinamiğinin gerçekten ‘samimî’ bir tanıklığı vardır. Hem heyecanlı, hem özeleştirel bir anlatı… (Yukarıda aktardığım özeleştirinin yanında, Milli Demokratik Devrim hareketinin, örgütleri-kurumları gerçekten çalıştırmaya değil, sadece onları ele geçirmeye odaklanmasını sorgulaması, önemlidir.) O yıllarda “sağcıyım” demenin utanılacak bir şey haline geldiği bir havanın nasıl oluştuğunu, velhâsıl zamanın ruhunu iyi anlarız bu kitapta.
Harun Karadeniz’in, kapitalizmi basit bir dille anlatmaya dönük bir risalesi ve eğitim üzerine bir kitabı var.[7] İlki, Kapitalsiz Kapitalistler risalesi (1968), adını, 32 milyon vatandaşın 30 milyonunun “kapitalin kırıntısına” sahip değilken kendini kapitalist zannederek sistemi destekliyor olduğu paradoksundan alır. “Çalışan kazanır”ın büyük bir yalan olduğu, bu düzende “çalıştıranın kazandığını” anlatan, basit-naif-etkili bir propaganda el kitabı.
Karadeniz’in eğitim üzerine çok çalışmasının, en çok bu konuda yazmasının sebebi, onun bunu öğrenci hareketinde aktif olmanın bir icabı, bir sorumluluğu sayması. Elbette “sistem sorunu” olduğunu bilerek, bu alanın kendi içindeki sorunu teferruatıyla çözümlemenin lüzumuna inanmış, buna emek vermiş. Bu da, ne yazık ki harcıâlem olmayan bir haslet. Zaten öğrenci hareketlerinin çıkışında, eğitim sisteminden dolayı geleceğe duyulan güvensizliğin belirleyici etkisi olduğunu yazıyor. Bu yazılar, dönemin sosyalizm anlayışına uygun olarak, “üretime dönük eğitim” şiârına fazlaca tutulmuştur. Hatta “beyin ihracı” meselesini ele alır ve bunu Türkiye’nin üretim yapısına uygun olmayan eğitime bağlarken; “Türkiye’ye yarar sağlamayacak”sa, dış ülkelere yarayacak vasıflı insan gücü yetiştirme masraflarını bizim üstlenmemiz anlamına gelecekse, “fazla bilgiye hayır!” demekten geri durmaz. Burada da dönemin sosyalizm anlayışının “millîciliği” görünüyor. Oysa başka yerde “bilgisizlik büyük bir mahkûmiyettir” diyor, “bilgisizlik baş eğmeyi doğurur” diyor, sistemin insanları bilgisiz bırakmak için “eğitimi baltalama zorunluluğu”ndan söz ediyor. Harun Karadeniz’in bu yazılarında, aslında “beyne açılmış bir pencere” olarak tanımlanması gerektiğini söylediği “elektronik beyin”in icadının açacağı imkânlar üzerine kapıldığı birkaç satırlık heyecan, onun darlıklarımıza sığmayan insanlık aşkına dair bir meteor ışığıdır…
Olaylı Yıllar ve Gençlik’i toparlarken, 1970’te (sağlık nedenleri yanında) “çoğunluğa ters düşerek” hareketten çekildiğini söylüyor, sükûnetle, ağır başlılıkla. “Kimseyi hainlikle veya ihanetle suçlamadığını” belirtiyor. Kitabın kısa sonuç bölümünde, şu temennisini yazmış: “Özellikle gerçek milli demokratik devrimlere gönül vermiş ve samimiyetle kendini ortaya koyarak çalışmış insanlardan özür dilerim ama onlardan isteğim [bir önceki cümlede “cuntacı” olarak tanımladığı] MDD ve Dev-Güç’ün cunta ilişkilerini görmeleri ve ona göre tavır almalarıdır.” Her şey bir yana, bu ağır başlılık, özen, nezaket de, Harun Karadeniz’i müstesna kılıyor.
Evet, bir Harun Karadeniz var, unutulmaması gerekenler arasında.
[1] Şükrü Argın: “Çölde vaha”, Express, sayı 154 (Temmuz/Ağustos 2017), s. 61.
[2] “Siz İsterseniz…” – Popülizm Üzerine Yazılar. İletişim Yayınları, İstanbul 2018, s. 41-43, 237-8.
[3] T(B)KP genel sekreteri Nabi Yağcı, 1987’de poliste sorgulanırken, sonra mahkemede işkence gördüğünü kanıtlamak amacıyla, parti üyesi diye, “çok önce ölmüş bir kişi” olarak Harun Karadeniz’in adını verdiğini anlatır. Nabi Yağcı: Elele Özgürlüğe (söyleşi: Hüseyin Çakır). Belge Yayınları, İstanbul 2018, s. 74.
[4] Bkz. Nabi Yağcı, agk., s. 487.
[5] Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi – Cilt 7, s. 2072-3. İletişim Yayınları, İstanbul 1988.
[6] May Yayınları, 1975. Son olarak Literatür Yayıncılık, 2015’te yeni basımını yaptı.
[7] Emekçinin Kitaplığı (Kapitalsiz Kapitalistler – Eğitim Üretim İçindir (kısa versiyon) – Devrimcinin Sözlüğü). Belge Yayınları, İstanbul 1995. Eğitim Üretim İçindir. Gözlem Yayınları, İstanbul 1995.