New York Times'da bir yazı okudum: Hindistan ve Modi hakkında. Yazan, Romila Thapar. Konu, “tarihi yeniden yazma” çabaları. Mitler uydurup bunları “tarih” diye yutturma çabasını anlatıyor. Hindu milliyetçiliği şüphesiz hep vardı; ama Hindistan’ın bir Britanya sömürgesi olmaktan kurtuluşunun mimarları Gandhi ile Nehru idi. Onların şanlı mücadeleleri sonucu yeni Hindistan kurulurken bu milliyetçiler (ve dinciler) ortada yoktu. Zaten Kongre Partisi uzun zaman Hindistan’ı rakipsiz yönetti. Ama bu uzun süre içinde Hindu milliyetçiliği de örgütlendi.
Başlangıçta Raştriya Svayemsevak Sangh adında bir örgüt kurulmuştu. Buradan, şimdiki Bharatiya Canata Partisi doğdu. Narendra Modi bütün bu örgütlerde çalıştı.Romila Thapar tarihi yeniden yazma eğiliminin Raştriya’dan beri gündemde olduğunu söylüyor. Nedir amaç? Ne yapmak istiyorlar? Tabii, bütün milliyetçilerin yaptığı gibi, Hintliler’in dünyanın en yüce, en soylu, en medeni (daha bir yığın “en” sayılabilir) milleti olduğunu kabul ettirmek istiyorlar. Birinci konu bu. Hindular’a göre Hindistan birkaç yüzyılı bulan Britanya emperyalizminden kurtulmuş; ama ondan öncesinde de Moğol-Türk emperyalizmi sözkonusu: Babürlüler. İngilizler gibi onlar da “dışarıdan” gelme, Hintli değiller. Onlarla birlikte gelen Müslüman dini de Hindistan’a yabancı. Bütün bu süre içinde bu ülkede yaşamış olmaları bir şey değiştirmiyor. Hintlilik de, Hinduizm de sonuna kadar arı. Yabancı öge almamış, katışmamış.
Tarih hakkında bu tür teoriler hep hayali bir geçmiş anlatırken, aslında hayal edilen bir geleceği betimliyordur. Hindu milliyetçileri, etnik ve dini bakımlardan arı bir Hindistan istiyorlar. Sorun bu. “Geçmişte böyleydi. Gene böyle olmalı.”
Dünyanın yeni siyasi yapılanmasında karşımıza çıkan benzerlik ve benzemezlikler bana çok ilginç görünüyor. Örneğin burada gördüğümüz popülist hareketler ve tarih karşısında aldıkları tavırlar. Modi bir Hindu ve yukarıda özetlediğim şekilde Müslümanlar’ı tarihten silmeye çalışırken bir yandan valisi olduğu Gücerat’tan fiilen silinmelerine de yardımcı olmuştu. O kıyımda can kaybı üç değil, beş değil, binlerde.
Tayyip Erdoğan ise Müslüman bir siyasi önder. Bu kimliğiyle Amerika’yı Müslümanlar’ın keşfetmesinin iyi bir şey olacağını düşünüyor ve bunu ilan ediyor. Bu veriler ışığında bu iki kişinin yollarının hiç kesişmemesi gerek. Oysa kesişiyor. İşte, olmayan bir tarih yazma çabasında buluşuyorlar.
Daha da özgül bir konuda iyice kesişiyor: Gandhi ile Nehru (çok farklı düşünce yapılarına rağmen şaşılacak bir uyum içinde birlikte çalışabilmiş iki kişi) seküler bir Hindistan kurdular. Bu da, Bharatiya Canata’nın hiç hoşlanmadığı bir şey. Başta Modi, Hindistan’ı bir Hindu devletine dönüştürmeye çalışıyorlar.
Ya AKP ne yapıyor? Orada da cumhuriyetin kuruluş felsefesinin önemli bir bölümünü oluşturan sekülarizmle mücadele var. Şimdiye kadar olanca resmi tarih Atatürk çevresinde kurulmuştu. Şimdi AKP onun geriye çekildiği bir “Türkiye tarihi” yazmak istiyor. Bu konuya bakınca benzerlik daha belirgin hale geliyor.
Gelgelelim, Gandhi ile Nehru, kendi kafalarından hiç olmamış bir Hindistan tarihi çıkarıp yazmamışlardı. Tarihyazımına müdahale etmek, Hintli tarihçilere “şöyle şöyle” bir Hindistan tarihi yazdırmak akıllarından geçmemişti. Oysa bunlar burada var. AKP öncesi Türkiye’de, neredeyse Cumhuriyet’le yaşıt, bir “yapma tarih” kurma girişimi var. Orta Asya, kuruyan deniz, oklar, medeniyet taşıyan Türkler, bütün bilinen dillerin temeli olarak Türkçe, Türk Konfüçyüs, Türk Buddha, külliyetli miktarda mitoloji var burada. Şimdilerde tek-parti döneminde olduğu gibi vurgulanmıyor, ama bunlar hepsi olmuş ve izleri duruyor.
Dolayısıyla şimdiki çaba bir uydurma tarih yerine bir başka uydurma tarih getirip yerleştirme biçimini alıyor.
Tayyip Erdoğan sarayının merdivenlerinden “On Altı Türk Devleti”ni temsil eden on altı bıyıklı zevatın arasından geçerek iniyor! Yakın tarihin unutulmaz sahnelerinden biri!
Bu sahneyi görünce, mitolojik-tarihten kurtulacağımıza inanan biri var idiyse, o da inancından vazgeçmiştir. Ama bu olay gerçekten ilginç; çünkü karşı olmasını beklediğimiz efsaneyi benimsediğini görüyoruz. Bu “On Altı Türk Devleti” Tayyip Erdoğan’ın her fırsatta beğenmediğini izhar ettiği Kemalistler’in bir icadı. Hani Hindu Modi ile Müslüman Erdoğan için, “karşıt” gibi görünmelerine rağmen aynı işi yaptıklarını söylüyorduk. Burada benzemezlerin benzerliği daha da şaşırtıcı.
Tarihi değiştirmeye kalkışmak, belirli tipten siyaset adamlarının başvurduğu bir yöntemdir. Bunun ardında genellikle “radikal” sayılacak bir ideoloji yatar. Bu siyaset adamı tipinin bir “dava”sı vardır. Ülkeyi oldukça kökten bir biçimde değiştirmek istiyordur. Ülkeye vermek istediği biçimi de “tarihte de böyleydi” diye haklı gösterme taktiği güder.
Tayyip Erdoğan “Osmanlı” sözünü dilinden düşürmüyor. Yüzeysel bir tavırla baktığımızda, “Osmanlı bizim gerçek tarihimiz. Hunlar’la, Göktürkler’le uğraşmaktan daha gerçekçi” diyebiliriz, ama değil, çünkü yaşanmış Osmanlı tarihiyle değil, yaşanmamış bir Osmanlı tarihiyle “iştigal” ediyoruz. Hani adam TV’ye dizi yapıyor, yaptığını beğendirmek için Abdülhamid’e Britanya elçisini tokatlatıyor! Olan bir şey olmadığı gibi olabilecek bir şey de değil. Tabii dediğim gibi, ne olmasını istediğini göstermiş oluyor. Böyle şeyler istemenin ne kadar sağlıklı olduğunu burada tartışmasak da olur.
Geçmiş yüceliğimizi milletimize anlatmak, göstermek, bununla övünmek, bütün popülist siyaset programlarında rahatça yer alabilecek şeyler. Erdoğan’ın Osmanlı baas-ı bad-el mevti ardında koşmasında sevdiği “yönetim biçimi” üstüne düşüncelerinin de rol oynadığını sanıyorum. Resmi sıfatı “Cumhurbaşkanı” ama mizacı bundan çok “Padişah”a yakın. Bunun bulunacağı yer de tabii Osmanlı.
Geçmiş tarihi kendi beğendiğimiz şekle sokmak için yaptığımız şeyler, bugün olanları anlamak ve anlatmak için yaptıklarımızdan çok da farklı olamaz herhalde. Sonuçta aynı dimağın ürettikleri. Geçmişi “hatırlamak” üzere On Altı Türk Devleti’ne başvurmak ya da Küba’daki camiden dem vurmak gibi işler yapınca, bugün olanların da açıklamasını “kadının üstüne işediler” ya da “seçimde hile yaptılar” “tez”leri üstüne oturtmak ve olur olmaz hapse atılan insanlar hakkında aslı esası olmayan suçlamalarla konuşmak da “normal”leşiyor. “Onları söyleyen bunları da söyler” normalliği bu.
Ayrıca, doğuya baktın Modi, batıya baktın Trump, kuzeye baktın Putin, güneye baktın Esad veya Beşir veya Sisi… bir normalliktir gidiyor.