Avrupalı sendikaların eli kana bulanmış bir saldırgandan nasıl para kabul edebildiğini bilmek isterim. Bu sendikaların topladığı aidatların bir kısmı Ukrayna'nın kana bulanmış bölgelerinden geliyor. Benzer bir şeyi Birleşmiş Milletler için de söyleyebilirim. Geçtiğimiz günlerde [BM Genel Sekreteri António] Guterres, Kazan'daki BRICS zirvesine gitti ve orada Putin'in elini başını eğerek sıkarken bir fotoğrafı çekildi. Böyle bir fotoğrafı daha önce başka nerede gördük? Birinci Çek Cumhuriyeti'nin son cumhurbaşkanı Hitler'le el sıkıştığında. Aynı duruş. Aynı fotoğraf. Uluslararası örgütlerden en azından ellerini Rus emperyalizminin kanıyla kirletmemelerini beklemeliyiz.
Sözünde durmamak, hatta açıkça imzaladığını uygulamamak gibi hareketler kendi başına eğer birer savaş nedeni olsaydı, dünyada savaşlardan geçilmezdi, zira istisnasız tüm devletler arasında hayli sık cereyan eden çelişik hareketlerdir bunlar. O nedenle de büyük çoğunlukla savaş nedeni olmazlar, savaş nedeni olarak ilan edildiklerinde de çoğu kez kâğıt üzerinde kalırlar. Savaş nedeni sayılsın sayılmasın, Ege adalarının silahlandırılmasının yarım asırdan fazladır çok şükür bir savaşa yol açmamış olması bu gerçeğin bir göstergesidir.
Rusya 1917'den önce Batı'yı yakalayamadı; daha sonra Finlandiya, Polonya ve diğerlerine düpedüz bağımsızlık vererek ve ondan sonra, nihai olarak 1992'de ülkenin parçalanmasına götüren ulusların eşitliğini ve herkes için kendi kaderini tayin hakkını ilan ederek, Rusya’yı küçülten aşırı Batılılaşma öğretisini benimsedi. Daha sonra, yine Batı'dan ithal edilen ve sonuçları nüfusun dramatik bir şekilde yoksullaşması, artan ölüm oranları, intiharlar ve milyonlarca Rus yurttaşı tarafından yaratılan zenginliğin şaşırtıcı şekilde çalınması olan liberalizmi benimsedi.
Putin Rusya’nın neoliberalizme açılması sürecinin bir ürünü. Stalin matah bir siyasi aktör değil ama Putin’i hokus pokus ile Stalin’in devamı olarak gösterme çabasının gerisinde, onun neoliberal ekonominin Batı dünyası dışındaki temsilcilerinden biri olduğu gerçeğini örtme çabası var. Putin ve Çarlık Rusya’sı ile kurulan bağlar ise düpedüz neo-Oryantalist bir söylem, özetle, ‘otokrasi Rusların tarihsel-kültürel gerçeği’ demekten başka bir şey değil.
1924’ten itibaren kabul edilen SSCB ve birlik cumhuriyetleri anayasalarında (devlet dili dışında) belirli bir etnisite ön plana çıkarılmamıştı. Devlet, işçilerin-köylülerin veya ülkede yaşayan tüm halkların devleti olarak tanımlanıyor, federalizm ulusal bölgesel özerkliğe dayanıyor, özerk ulusal cumhuriyet ve bölgelerde farklı dillerin devlet dili olarak kullanılabileceği kabul ediliyordu.
Son süreçte uluslararası toplumun muhayyilesini meşgul eden en mühim meselelerden biri kuşkusuz Donald J. Trump ve V. V. Putin arasındaki tılsımlı "rabıtadır". Bilhassa Amerikan kamuoyunun 2019 yılı Nisan ayına kadar taşıdığı en büyük şüphe, Kasım 2016'da vaki olan başkanlık seçimlerinde iki portrenin bir "gizli antlaşma (collusion)" yaptığı yönündeydi.
Dış politika popülizminin “çok kutupluluk, özgün uygarlık” gibi tanımlamalar dışında altını dolduran öneriler ne yazık ki henüz yoktur. Örneğin Soğuk Savaş sonrası tek kutuplu dünyayı eleştirirken Rusya, BM Güvenlik Konseyi’nin yeni üyelerin kabul edilmesi ya da eşit şekilde Hindistan, Almanya, Japonya ve Müslüman dünyasının temsil edilmesi yönünde girişiminde bulunmadı.