Küresel toplum ciddi bir siyasal, toplumsal ve ekonomik kriz ile karşı karşıya. Kapitalizmin derinleştirdiği eşitsizlikler, güvencesizlik, büyük göç dalgaları, yükselen ırkçılık, otoriter yönetimlerin güçlenmesi demokrasiye ve barış içinde bir arada yaşayacak toplum tahayyülüne önemli bir tehdit oluşturmakta. Bu koşulların oluşturduğu toplumsal kutuplaşmalar ise yükselen popülist hareketlerin etkisiyle daha da derinleşiyor.
Sorunların çatışma üreten karanlık taraflarına bakmanın dışında, barış ve huzur üretebilecek yanlarına bakmak ve bunları ortaya çıkarmak da bilim insanlarının ve düşünürlerin temel görevleri arasındadır. Bu bağlamda, bilim insanları olumlu dönüşüme meydan verebilecek şekilde, sorunların ne gibi dönüşüm potansiyelleri barındırdığını çalışarak toplumların özgürleşmesine, eşitliğine ve sonuç olarak adilleşmesine katkıda bulunurlar.
Bu kadar fazla dağıtılmamış güç tek elde toplanınca, toplumun buna verdiği tepkiler daha ağır ve daha ani olacak gibi duruyor. Bir anda tüm popülist rejimlerin düştüğüne tanıklık edebiliriz. Ancak benim önerim, güç paradoksunun sonuçlarını beklemektense, alternatif ol politikasıdır. Alternatif olabilmek için bunun bilgisinin sürekli üretiliyor olması dışında uygulanmaya konması gerekmektedir.
Venezuela’da yaşananlar ve buradaki olaylara verilen tepkiler önemli bir sorunu bir kez daha gündeme getirdi. Bu sorun Soğuk Savaş zamanlarından bu yana uluslararası alanda hep bir ikilem olarak karşımıza çıkıyor. Sorunu şu şekilde formüle edebiliriz: “Öncelikli olan nedir? Temel haklar mı yoksa kamusal yarar mı?”
Gasset’nin kitabını yazdığı yıllar Avrupa’da liberal demokrasinin gerilediği ve zarar gördüğü 1920’lerin sonu ve 1930’ların başıdır. İki savaş arası olarak da bilinen bu dönemde faşizm dünyanın pek çok yerinde güçlenmiş ve zamanın ruhunu oluşturmuştur. Bu dönemde özgürlükler, faşistler tarafından peyderpey ortadan kaldırılmış ve “tekçilik” esaslı yönetimler kurulmuştur.