Süleymaniye Vakası:Türkiye'ye Hayırlı Bir Mesaj

Geçtiğimiz ay Türkiye’nin gündemini oluşturan Süleymaniye vakası iki noktada anlamlıydı. Süleymaniye’de olanlara Türkiye medyasının “şaşkınlıkla” yaklaşması Amerika’nın tavrının sürpriz bir gelişme gibi gösterilmesi ve de olanların 1 Mart’ta Amerikan askerlerine Irak’a giriş izini verilmemesi nedeniyle Türkiye’nin başına geldiğini söyleyenler çoğunluktaydı.

1 Mart tezkeresi Türkiye’nin savaş sonları Irak’ta yaşananlardan şimdilik bile olsa uzak kalmasını sağladı. Süleymaniye vakası da bunu Irak’ta olabileceklerin ipuçlarını vererek olumlu anlamda Türkiye’ye tersten bir mesaj oldu. Her şerde bir hayır vardır misali Amerika 1 Mart tezkeresinin intikamının Türkiye’den alırken hayırlı bir iş yaparak Türkiye’nin işgâlci olma konumunu biraz olsun ertelemiştir. Çünkü Türkiye’nin Irak savaşında Amerika’yı yalnız bıraktığı için özellikle medyanın baskısı ile yaydığı korku, aşağılık kompleksi ile birleşen özür dileme süreci özellikle milliyetçi çevreleri rahatsız etmişti. Türkiye hükümeti ve medyasının önemli bir bölümü ile kendisini Amerikan yönetimine nasıl affettireceğini düşünür, Amerika’nın şemsiyesi altında Türk askerinin Irak’a nasıl sokulacağının planlarını yaparken, halkı da bu yönde ikna sürecine sokmuş; çeşitli ekonomik gerekçeler öne sürerek ağırlaşan koşulların sadece ve sadece Irak’ın işgâline ortak olunarak aşılabileceği yönünde baskıya başlamıştı.

Ancak AKP hükümetinin büyük çoğunluğunu oluşturan “pişman kanadı” ile medyanın “işgâle katılmadık öyleyse cezanızı çekin” lobisi ya da “bizim Amerikalılar” tam da Amerika ile aralarının düzelmeye başladığını düşünmeye başlamışken Süleymaniye’de olanlar karşısında şaşkınlığa ve ikileme düşmüşlerdir. Onlara göre işler tam yoluna girecek, Türk askeri Irak’a işgâlci olarak yollanacak ve Amerika ile artık stratejik ortaklık anlamında olmasa bile yeni bir başlangıç yapılabilecekti. Oysa Irak’taki işgâle karşı farklı grupların gösterdiği daha çok Bağdat eksenli saldırılar saklanamaz hale gelmiş ve kısa süren savaşın sevinci de çok uzayamamıştı. Hattâ medyada başından itibaren savaşı ve işgâli destekleyen, Türk askerini Kuzey Irak’ta görmek isteyen çevreler bile Amerika’nın Irak’ta kontrolü sağlayamaması üzerine daha temkinli davranmaya başlamıştı. Ama yukarıda sözünü ettiğimiz çevreler genel eksen olarak Amerika’yla ilişkileri eski düzeyine getirmek için elden ne gelirse yapılması telkin edilmesi taraftarı olarak seslerini yeniden yükseltme sürecine girmişlerdi. Ama bu çevreler, Süleymaniye olayıyla Türkiye kamuoyunu ikna etmiş olsalar da Amerika’yı “ikna” edememenin” burukluğunu yaşamışlardır. Hattâ tam işler yoluna girecekken “dostlarının davranışları” hayal kırıklığı yaratmış, işgâle ortak olmaya hevesli çevreleri zor duruma sokmuştur... Kelimenin tam manasıyla Amerikalı dostları “bir çuval inciri berbat etmiştir.”

Yani Türkiye’deki işgâl destekcilerinin görmek istemediklerini hem Irak’taki kısmi saldırı ve direniş hem de Amerika’nın belki de bilinçsiz olarak Süleymaniye’de gerçekleştirdiği olay daha net ortaya koymuştur.

Irak’ta işgâli bir güç olmayı gurur meselesi haline getiren, Türkiye’nin “büyük” bir ülke olması ya da bu yoldaki hayallerini işgâle bağlayan çevreler işi “orduların savaşarak deneyim kazandığı” noktasına kadar gelebilecek kadar ileri götürmüşlerdir. Bu çevreler belki de önümüzdeki günlerde yeni bir tezkere ile Birleşmiş Milletler şemsiyesi altında olsa bile işgâl edilen bir ülkeye asker gönderme mücadelesine başlayacaklar ve bu kez de “barış gücü” belagati ile kamuoyu oluşturmaya çalışacaklardır. Nitekim Amerika, Türkiye’yi “affetmese” bile Irak’ta düştüğü içler acısı durumu kurtarmak için yeni ve yedek güçlere ihtiyaç duyduğunu bu bağlamda Türkiye’nin de Irak’a girmesi gerektiğini saklamamaktadır. Üstelik ilk gelen haberler Amerikan yönetiminin Birleşmiş Milletler şemsiyesini bile kabul etmediği yönündedir.

AKP hükümetinin son aylarda ağırlaşan ekonomik koşulların işgâle ortak olmayışımızdan kaynaklandığını öne sürer -en azından şimdilik- ve bunun üzüntüsünü yaşarken, ekonomideki tüm olumsuzlukları da buna bağlamıştır. Tezkere nedeniyle Amerika tabiî ki AKP’yi ve müttefiki Türkiye’yi ekonomik anlamda cezalandırmış; vaadettiği ulufeleri kesmiştir; AKP bu anlamda cezalandırılmıştır. Ancak, Süleymaniye vakası doğrudan Türk Silahlı Kuvvetleri’ne gönderilen bir mesajdır. Gerektiğinde Türkiye’de darbeyi destekleyen Amerika bu kez sözünü dinletememiş, kendi içinde demokratik olan bir oylamaya müdahale etmediği için Türk Silahlı Kuvvetleri’ni kara listeye almıştır. Çünkü çok kaba da olsa Amerika’nın demokrasi anlayışı kendi çıkarı ile paraleldir. Yani gerektiğinde demokratik yöntemler bile geçersiz kılınıp, görmezden gelinmelidir, çünkü önemli olan Irak’ın özgürleştirilmesi ve demokratikleştirilmesidir; Amerikan anlayışına göre bir ülkenin “demokratikleştirilmesi” için diğer ülkelerin demokratik bir süreç izlemelerine gerek yoktur. Nereden bakarsak bakalım tam bir ikiyüzlülük taşıyan bu durum karşısında Amerika’nın işgâlini destekleyen birçok kişiyi şaşırtan bu tavrı Türkiye’nin lehine olmuştur.

Irak’ta Amerikan askerlerinin hemen hergün yaşadıkları saldırılar savaş öncesindeki bazı tahminleri doğru çıkarmış, Vietnam gibi olmasa da içinden zor çıkılacak bir batağa girildiğinin farkına varılmıştır. Irak’taki gelişmeler sadece Amerika değil o topraklara işgâlci olarak girecek her ülkenin benzer bir tavırla karşılaşacağının ipuçlarını veriyor. Bütün olanları Saddam Hüseyin’e bağlayan ve onun yakalanması ile saldırıların sona ereceğini düşünenler yanılıyor olabilir. Çünkü Irak’tan gelen haberler saldırılar düzenleyenlerin sadece Saddam Hüseyin’i destekleyenler değil, İslâmi kökenli örgütler ve işgâle karşı çıkan farklı gruplar olduğunu göstermektedir. Saldırıların çoğunlukla Saddam Hüseyin’in güçlü olduğu üçgenin içinde gerçekleştiği doğrudur, ancak Amerikan askerlerinin daha Şii bölgelerine yanaşmadığını düşünecek olursak ileride nelerle karşılaşılacağını kolayca tahmin edebiliriz. Üstelik Amerika’nın geçiçi yönetim adı altında sadece Kürtleri memnun eden bir liste hazırlamış olması da Irak’taki krizi daha derinleştirecektir. Çünkü şu anda Irak’ta Kürtler dışında işgâlden ve işgâl sonrası Irak’ı yapılandırma çalışmalarından hoşnut olan grup neredeyse yok gibidir. Ekonomik hayat ve güvenlik şu anki şartlarda birçok kişi için Saddam Hüseyin dönemini aratmaktadır. Ve bu koşullar devam ettiği sürece bugüne kadar saldırılara katılmayan çoğunluk için bir gerekçe oluşturabilecektir ki muhtemel gelişmelerde bu yöndedir. Üstüne üstlük Irak’ın Arap ve Müslüman bir coğrafyanın tam ortasında bulunduğunu, bu bölgede Amerika’ya karşı olan nefretin çok derinleştiğini de unutmamak gerekmektedir.

Yani, bir süre sonra Amerika işgâli yoluna soktuğunu düşünse bile bu konuda da kafası çok karışıktır; çünkü Irak mozayiğinde yılların çelişkileri yatmaktadır, İran’da Şii iktidara karşı ayaklanmayı teşvik eden Amerikan yönetimi Irak’ta Şiilerle ne yapacağını bilememektedir. Daha geniş perspektiften bakılacak olursa Amerika Ortadoğu çoğrafyasında hiçbir zaman rahat bırakılmayacak, baskıyla oluşturduğu bölge düzenini sürdürmekte güçlük çekecektir.

Tüm bu gelişmeleri alt alta sıraladığımızda Süleymaniye’de yaşanan olaylar ve en önemlisi Irak’ın şimdiki dinamikleri işgâle katılmanın nasıl sonuçlar doğuracağının habercisi gibi görünmektedir. Bu yüzden Irak’taki işgâle karşı çıkış anlamlı olduğu kadar hayırlı olmuştur. Yani Amerika birçokları için şer gibi görünen hareketiyle Türkiye’ye hayırlı bir mesaj vermiştir.

METE ÇUBUKÇU