Kıbrıs: Herkesin Umurunda mı Yoksa?

Dünyanın umurunda olmayan insanlar, bir gün herkesçe çok önemsendikleri düşüncesine kapılırsa ne olur? Henüz belli değil, ama 14 Aralık’ta böyle bir düşünceye kapılmanın bir şeye yol açıp açmadığını, bir şeyi değiştirip değiştirmediğini hep birlikte göreceğiz.

Sokağa çıkmayı genelde aile gezmesi olarak anlayan, meydana çıkmayı masal kahramanlarının yiğitliği diye anlatan insanlar, sokağa çıkıp meydana inince çıkardıkları sesin dünyadaki yankısının büyüklüğüne bakıp, uzun bir aradan sonra ilk kez “bir şeyler yapabiliriz hissi”ne kapıldı.

Kıbrıs’ın kuzeyinin son dönemi, aslında kimsenin umurunda olmamaktan, herkesin umurunda olduğunu düşünür noktasına gelişin öyküsü.

Kıbrıs ülkesinin coğrafi ölçeğinin, mekân algısının bile altüst olduğu bir dizi haftanın ardından, siyasetin durduğu yerde saymasını beklemek de pek mümkün değil artık: Aralık’ta genel seçim var.

Ülkenin kuzey yarısında konuşulan, düşünülen, yazılan ve yapılan ne varsa hemen hemen tümü seçim atmosferindeki taktik adımlar, iktidar oyununun dengeleyici elemanları... Bu nedenle hemen hemen herkesin söylediğine herkes tarafından temkinli yaklaşılıyor.

Muhalif söylemin iktidar olma ihtimaliyle karşı karşıya olduğu Kıbrıs’ın kuzeyinde, iktidara aday her söylemin reel politikle mücadelede attığı geri adımlardan çok daha büyüklerinin muhalif söylemin önemli bir temsilcisi tarafından atılmaya başlaması, haliyle ‘reel olarak’ endişe verici.

Kopenhag ve Lahey Zirveleri zamanında, kendini keşfetme ritüeline dönüşen meydan mitingleri, iktidarın karşı ataklarıyla bir millet yaratma pratiğine doğru evriliyor. Pratik, meydanlarda statüko karşıtlığı ile tanımlanıyor ağır ağır yeni bir kardeşlik inşâ ediliyor...

İktidarın eleştirel bir mesafeye olan ihtiyacını kavrayacak politik akıldan yoksun Kıbrıs Türk iktidarı -artık statüko diyor herkes-, karşısına çıkan her tümseği yerle bir etme şehveti sayesinde, kendi kendini o denli aşındırdı ki, birden komikleşiverdi.

Sürprizler üzerinde kafa yorup, “Bakın size daha ne büyük sürprizlerimiz var” diyebilen bir iktidara ne derler? Ne denmesi gerekiyorsa, Kıbrıslıtürkler de Denktaş-DP-UBP üçlüsü ile bu üçlünün marifetlerinin destekçilerine onu diyor.

TC-KKTC Gümrük Birliği Çerçeve Antlaşması komedisi son örneklerden biri. İçi boş ve doldurulmayacağı belli bir anlaşma imzalanarak törenler düzenlenip ‘Türke Türklük propagandası’ yapılıyor: Dünya bir yana, anavatan-yavruvatan bir yana. Dünyadan izole, kendi kabuklarına saklanan bir Türkiye olsa idi, uluslararası sistemle bağları olmayan bir Türkiye mümkün olabilseydi, ikinci bir KKTC daha olacaktı yeryüzünde ve o zaman istedikleri ikili anlaşmayı imza edip törenler düzenledikten sonra hevesleri kursaklarında kalmayacaktı. Ama ne şans ki, başka KKTC yok!

Son sürpriz Cumhurbaşkanı Denktaş tarafından sıcağı sıcağına “Büyük Sürpriz” olarak tanımlandı: Ankara ile Annan Planı’na alternatif bir yeni plan üzerinde çalıştığını açıkladı. Hem de “Büyük sürprizimizi bekleyin” cümlesini kullanarak. Hemen ardından Ankara -ki ne kadar Ankara ise- adına Abdullah Gül, “Annan Planı’ndan başka plan yok” cevabını yapıştırdı. Denktaş da duruma “Biz burada hazırlıyoruz, sonra Ankara’ya da gösterip onaylatacağız sürprizimizi” gibisinden loş bir açıklık getirdi.

AKP hükümetinin Kıbrıs konusundaki yalpalamalarına, hizaya gelmeye meyilli çıkışlarına ve artçı ince ayarlara alışığız ama bu oynak zemindeki gidişat da hiç fena değil galiba. AKP’nin ve Ankara’nın içişlerine müdahale olarak algılanmasın, haddimiz değil ama galiba işler oldukça karışık, roller oldukça değişken ve mücadele gani. Biz Kıbrıs’a, işimize bakalım.

MEYDAN KARDEŞLİĞİ

Annan Planı temelinde çözüm ve Avrupa Birliği üyeliği ile ebedi barışa kavuşma talebiyle meydanlarda buluşan Kıbrıslıtürkler, “Birlik, mücadele, daynışma” diye slogan atarken “Kıbrıs’ta barış engellenemez” diye de yükseltiyordu sesini. Kıbrıs’ta barış sürecinin kaçınılmaz bir şekilde tamama ereceğine, ancak süreci doğallaştırarak ikna olabilen Kıbrıslıtürkler, abartmayalım ama en azından çoğunluktaydı: Kıbrıs’ta barışı gerçekleştirmek veya kendiliğinden demir atılacak doğal bir liman olarak barış. İşte bütün mesele burada başladı.

Meydanlarda ortaya çıkan kardeşliğin, meydan kardeşliğinin seçime yaklaşılırken sandık kardeşliğine dönüşememesinin önündeki önemli bir engel, Kıbrıs’ta barışın engellenemez bir doğal akışa bağlı olduğu mu, yoksa Kıbrıs’a ebedi barışı getirmenin yolunun oturup beklemek/medet ummak ötesinde, yerel bir dinamiğe bağlı mı olduğu sorusunun hangi yanına yakın durulduğu... Bir de Aralık seçimlerinin, halkın gasp edilen referandum hakkının yerine getirileceği tarihî bir fırsat, bir referandum olarak mı yoksa sıradan bir seçim olarak mı algılandığı...

İnönü Meydanı’nda, bir diğer deyişle Girne Kapısı’nın orada, Doktor Küçük heykelinin arkasındaki meydanda (ki ilerisi adı Türk Mukavemet Teşkilatı’nın ilk dönemlerinde turistik ziyaret diye gidilip Zir Ovası’nda silâh eğitiminden geçirilen Mücahitler’den birinin yıllarca rakı ve konyak sofraları kurduğu, şimdilerde ise çay demlenen ocak olan Zir Bar’a açılır) oy birliği ile kabul edilen “Barışa kadar hep birlikte...” beyanına göre, 14 Aralık’ta yapılacak genel seçimlerde barış, demokrasi, çözüm ve AB isteyen herkes tek listede buluşacak ve Kıbrıs’ı ‘sorun olmak’tan kurtarmak için çalışacaktı. Birliktelik mümkün olmadı. Meydan kardeşliği, sandık kardeşliğine dönüştürülemedi.

“YILDIZLAR İTTİFAKI”

Ziyanı yok, denilip mümkün olanlar denendi. Ortaya Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP), Barış ve Demokrasi Hareketi (BDH) ile Çözüm ve Avrupa Birliği Partisi (ÇABP) çıktı. Üç listenin taa en baştan savunucusu Asil Nadir’in Kıbrıs Gazetesi, muhalefetin 3 parçalı haline “Yıldızlar İttifakı” adını verdi.

Yıldızlar ittifakının, parti amblemlerinde AB yıldızları olan, Annan Planı temelinde bir çözüm ve AB üyeliğini esas hedef olarak tanımlayan üç partinin, siyaset sahnesinde ayrı ayrı, ama biraz da birlikte ortaya çıkışı sancılı bir süreçle oldu.

Meydanlardaki hararetin devam ettiği süreçte “Barışa kadar, sonuna kadar hep birlikte...” diyen bu üç aktör, uzun süre Aralık ayındaki genel seçimlere tek liste ile girilsin mi girilmesin mi tartışmaları yaşadı. CTP bir tüzük kurultayı yaparak çözüm ve AB isteyenleri kendi bayrağı altına çağırdı ve adını “CTP-Birleşik Güçler” yaptı. Bu karar öncesinde ve kararın ardından CTP hep tek listenin sakıncılarından, birleşmenin başarıyı riske atacak bir adım olacağından söz etti. Ama her ne hikmetse adına karşı olduğu alternatifi, birleşmeyi ekledi.

Barış ve Demokrasi Hareketi de Toplumcu Kurtuluş Partisi, Birleşik Kıbrıs Partisi, Sosyalist Kıbrıs Partisi, çok sayıda sivil toplum örgütleri ve Annan Planı tartışmalarının kuşattığı gündemde ön plana çıkan bağımsız bireylerin bileşimiyle “Bizi meydanlarda birleştiren neydi?” sorusuna verilen net cevaba denk gelen bir program ve anlayışla yola koyuldu: Demokrasi, barış ve Avrupa Birliği.

Annan Planı’nın gündemin ana maddesi olduğu dönemde yıldızı parlayan Kıbrıs Türk Ticaret Odası Başkanı Ali Erel ile ekibi, tüm bu gelişmeler yaşanırken aktif siyasete girip girmemek konusunda yarı belirsiz bir çizgide ilerledi. CTP’nin ısrarlı girişimleri devam etti ve uzun süren work shop’lar düzenlenip beyin fırtınaları estirildi. Birleşmek mi yararlı, birleşmemek mi? Bu çalışmalarda yapılan sıkı pazarlıklarda işin adaylık listelerinde kontenjan talebi ile eş başkanlık noktasına kadar ilerlediği konuşuldu. CTP’nin eş başkanlık talebine hayır demesi ile Ali Erel ve ekibinin ÇABP’yi ilan ettiği ifade edildi. İlk iş olarak da CTP-BDH-ÇABP arasında bir protokol imzalanmasını gündeme getirdi. ÇABP’nin hazırladığı taslak üzerinde yapılan tartışmalar sonucunda ortaya bir protokol çıktı.

“Barış ve Demokrasi Hareketi (BDH), CTP-Birleşik Güçler ve Çözüm ve AB Partisi (ÇABP), barış güçlerinin üç partisi olarak aşağıdaki ortak hedeflerde uzlaşmış ve bu konuları iç ve dış kamuoyuna duyurmayı kararlaştırmıştır:

1. CTP - Birleşik Güçler, ÇABP ve BDH, Kıbrıs sorununa Annan Planı temelinde, Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum Kurucu Devletleri’nin siyasal eşitliğine dayalı bir çözüm çerçevesinde Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasını ve bu devletin Mayıs 2004’ten itibaren AB üyeliğinin gerçekleştirilmesini temel hedef olarak görmektedirler.

2. ÇABP, BDH ve CTP Birleşik Güçler, bu amaçla Aralık 2003 seçimleri sonucunda, halkımızın destek ve güveni çerçevesinde oluşacak yeni Meclis aritmetiğine bağlı olarak aralarında bir koalisyon hükümeti oluşturmak dahil, belirtilen temel hedef doğrultusunda her türlü işbirliğini gerçekleştirmeyi; aynı şekilde UBP, DP ve benzeri statükocu partilerle hiçbir şekilde hükümet ortaklığı yapmamayı taahhüt etmektedirler.

3. Üç parti, seçim sonrasında ilk adım olarak, Cumhurbaşkanı Denktaş’ın görüşmecilik görevine son verecek ve Kıbrıs sorununa çözüm müzakerelerinde Kıbrıslı Türkleri temsil edecek, Meclis çoğunluğunun güvenine sahip yeni bir görüşmeci heyeti atayacaktır.

4. Üç parti, Mayıs 2004 tarihine kadar Annan Planı temelinde anlaşmayı gerçekleştirip halkın onayına (referanduma) sunacaktır.

5. Üç parti, statükocu partilerin Türkiye’deki AB karşıtı çevrelerle işbirliği içinde seçimlere ve seçmen iradesini değiştirmeye dönük müdahale eylemlerine, nüfus ve seçmen sayısı ile oynanmasına yönelik girişimlere kararlılıkla karşı çıkacaktır.

6. Partilerimiz, Kıbrıs sorununun çözümü ve Birleşik Kıbrıs’ın AB’de yer almasının, Kıbrıs Türk halkı ile Türkiye’nin ortak çıkarına olduğunun bilincindedir. Bu bağlamda, Kıbrıs’ta çözüme ulaşılmasını ve Türkiye’nin AB üyelik sürecinin ilerlemesini arzulayan Türkiye’deki siyasal ve toplumsal güçler ile diyalog ve dayanışma içinde olunacaktır.

7. Üç partiden oluşan barış güçleri, Aralık 2003 seçimlerine giden süreçte öngördükleri hedefleri gerçekleştirmek için dayanışma, işbirliği, güçbirliği ve eylem birliği içinde hareket edecek, birbirini yıpratıcı davranışlardan uzak duracaktır; çözüm ve AB sürecine zarar verecek ve işbirliği ruhunu zedeleyecek saldırılara birlikte göğüs gerecektir.”

TC KÖKENLİ OYLAR

Kıbrıs’ın kuzeyinin demografik yapısı, özellikle seçim dönemlerinde hatırlanan karmaşık bir durum. TC kökenli Kıbrıslıtürkler’in Ankara tarafından alenen yönlendirildikleri kanaati baskın. Geçmiş seçimlerden de bu kanaati destekleyen emsaller mevcut.

Aralık seçimlerinin son derece kritik niteliği, TC kökenli Kıbrıslıtürk oy potansiyelini de haliyle gündeme getirdi.

TC kökenli Kıbrıslıtürk oylar konusunda KKTC Göçmenler Derneği Başkanı olmasıyla adı duyulur hale gelen Nuri Çevik-el, kuzeyle güney arasındaki kapılar açılıp geçişler kontrollü olarak serbestleştirilince, güney Kıbrıs’a geçişleri “siz Kıbrıslı değilsiniz” diye engellenince KKTC hükümetine karşı “Ya çözün ya gönderin” diyerek bir sınır eylemi yapmıştı.

Eyleme kadar derneğinin bina kirası TC Lefkoşa Büyükelçiliği tarafından ödenen, kitabı bastırılıp TC Yardım Heyeti tarafından Kıbrıslıtürkler’e “Alın da gerçek tarihinizi öğrenin” diye dağıtılan Nuri Çevikel, muhalif medyanın cilası ile star oluverdi.

Çevikel’e şüpheyle bakanlar kadar baştacı edenler de mevcut. Çevikel’in basına da yansıyan önemli bir yönü, çözüm ve barış güçlerini destekleme yönündeki kararlarının AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat ve MGK Kıbrıs İşleri’nden Sorumlu -ki böyle bir mevki var mıdır?- komutanla görüşerek verildiğini açıklaması. Hattâ verdikleri bu karar doğrultusunda çıktıkları yolun doğruluğunu teyid için yine Ankara’ya danışacaklarını da söylemiş olması, bir vakıa.

Çevikel’in zaman zaman TC kökenlilerin ikinci sınıf vatandaş muamelesi gördüklerini, devlet kadrolarında nüfusları oranında iş bulamadıklarını, kredi ve benzeri olanaklarından yeterince yararlanamadıklarını söylemesi, tüm bunlar vaad edilirse, statükoyu Annan Planı’na yeğlerler mi sorusunu da sordurmuyor değil.

TC kökenli seçmenlerin ilk kez bir blok olarak hareket etmeyecek şekilde çatladığının tespiti, son kamuoyu araştırmalarının en önemli bulgusu.

Bu noktada, muhalif kanadın Kıbrıs’ın kuzeyindeki TC kökenli nüfusla ilgili 3 eğilimi ortaya çıktı:

Yurtsever Birlik Hareketi (YBH) adadaki nüfus yapısı nedeniyle Aralık ayında yapılacak seçimlerin “etkili olmayacağını” belirterek, seçimlerden önce Kıbrıs konusunda çözüm bulunması için çaba gösterilmesi gerektiğini savunuyor. 

“Türkiye’nin Kıbrıs’ın kuzeyine nüfus taşıyarak Kıbrıs Türk toplumunun özgür iradesinin yansımasını engellediği” iddiasıyla AİHM’ye başvuran YBH, bu nüfus yapısının Kıbrıslıtürkler’in siyasî iradesinin ortaya çıkmasını engellediğini belirtiyor

YBH, AİHM’in Türkiye’ye, Kıbrıs’ın kuzeyinde özgür bir sayım yapılmasını kabul ettirmesini talep ederken, sadece Kıbrıslıların oy kullanacağı seçimlerin yapılması için tedbirler alınmasını; Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yeniden birleşmesine dek vatandaşlık işlemlerinin tamamen durdurulmasını istiyor.

İkincisi, CTP’nin TC kökenli oyların kendine kayma ihtimalini kuvvetlendirecek adımlar atarken yaptığı gibi meseleyi görmezden gelmek. CTP, yeni yurttaşlıkların verilmesi, seçmen listelerinin şişirilmesi ihtimaline karşı KKTC iç hukukuna başvurarak, Bakanlar Kurulu tarafından verilen yeni yurttaşlıkların Resmi Gazete’de yayımlatılması zorunluluğunun getirilmesini talep etti. Genel yaklaşım, gelişigüzel yurttaşlık dağıtılmasının önünün uyanık olunması durumunda alınabileceği, uluslararası hukuk ve kurumların içişlerimizden uzak tutulması yönünde. Mahkemenin Bakanlar Kurulu tarafından verilen yurttaşlıkların Resmi Gazete’de yayımlatılması konusundaki emrine karşın, emre itaat edilmediği Bakanlar Kurulu tarafından yurttaş yapılan son listenin yayımlatılmamasıyla ortaya çıktı.

Üçüncüsü ise BDH’nın hem Türkiye hem de Avrupa Konseyi nezdinde yaptığı girişim ve izlediği politika. BDH, Abdullah Gül’e Radikal’de yayımlanan demecinde dile getirdiği seçimlerin şeffaf ve demokratik olması gerektiği yönündeki temennisinin yetersiz olduğunu, gereğinin yapılmasının zorunluluk olduğunu dile getiren bir mektup yazdı. Seçimlerin şeffaflığına düşen gölgenin, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kıbrıs’taki asker-sivil bürokratlarının fiillerinden kaynaklandığını belirterek, AKP Hükümeti’ni bürokratlarına sahip çıkmaya çağırdı. BDH, Avrupa Konseyi’ne de Kıbrıs’ın her iki kesiminde de mümkün olan en kısa sürede güvenilir bir nüfus sayımı yapılmasının gerekliliğini hatırlattı.

YBH hariç, Türkiye kökenli oylar meselesine kökenden ari, yeni bir yurttaşlık akdini vaad eden Annan Planı temlinde yaklaşan BDH ve CTP, planda birleşik yeni Kıbrıs’ın yurttaşlığını kazanma koşullarını taşıyan TC kökenli nüfusa yaklaşımlarında ince bir farklılık taşıyor. Bu ince farklılık iki partinin Türkiye ile ilişkilerine de yansıyor. CTP lideri, partisinin iktidar olması durumunda Türkiye’nin onay vermemesi halinde Denktaş’ı görüşmecilikten almanın mümkün olmayacağını bir radyo programında beyan ettikten sonra, protokolda Türkiye’ye rağmen ifadesi olmadığından olsa bunun aksine imza attı.

DIŞ MÜDAHALELER, NASIL YANİ ?

Her seçim döneminin hararetli gündemi olan dış müdahaleler konusu da iyice karışmış durumda. Kıbrıs’ın kuzeyinin iktidarı Denktaş-UBP-DP, Kıbrıs siyasal tarihinde ilk kez dış müdahalelerden şikayet etmeye başladı. Alışılagelen, muhalefetin seçimlere dış müdahaleden olan yakınmasıyken, roller değişti.

Meşhur Psikolojik Harekat Dairesi’nin Kıbrıslılık bilincinin engellenmesi ile ilgili Şahin Planı ortaya çıktıktan sonra, yakın zamanda, özellikle TC kökenli Kıbrıslıtürkler’in Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı Halkla İlişkiler Birimi görevlileri tarafından ziyaret edilerek Annan Planı aleyhinde oy kullanılmasını telkin ettikleri de basına yansıdı. Barış ve AB yanlılarına destek verilmesinin devlet düşmanlığı olduğu görüşünün işlendiği köy ziyaretleri devam ediyor...

Avrupa Birliği ve ABD yetkililerinin, diplomatik çevrelerin Kıbrıs sorununun Denktaşsız çözülebileceğini dillendirmesi Denktaş-DP-UBP üçlüsünü çileden çıkardı ve bunun seçimlere dış müdahale anlamına geldiğini söylemeye başlamalarına neden oldu.

İktidarla muhalefetin kamusal söylemdeki rolleri değiştiği gibi, dış müdahaleler konusundaki pozisyonlar da birbirine karıştı.

Uluslararası arenadan barış ve AB yanlılarının görüşleriyle örtüşen sesler çıktıkça, yalnız olmadığını anlayan Kıbrıslıtürkler, ilk kez kendilerini önemseyen, umursayan birilerinin de varlığının hazzını yaşıyor. Türkiye medyasında da kendi gerçeklerine denk düşen haber ve yorumları okumaktan dörtköşe olan Kıbrıslıtürkler, tarihlerinde ender rastlanır bir şekilde herkes tarafından önemsendiklerini düşünüyor. Bu düşünce 14 Aralık’ta sandığa nasıl yansır?

Anketlere göre seçmenlerin %50’den fazlası barış ve AB yanlısı partilere oy vermeye meyilli. Bu meyil sandığa sığar mı, Denktaş-UBP-DP üçlüsü çizmelerini giyip araziye çıkınca belli olacak.

Gerçi sürprizler hazırlamakla iştigal etmekten başka meşgâlesi kalmayan statükonun kendi kendini komikleştirme hususundaki üstün becerisi, avanta dağıtma alışkanlığının sürdürülmesinde kullanılabilecek kıt kaynaklarının fiilen tükenmesi, devlet-bayrak-hain üçlemesi dışında hamaseti aşabilecek geleceğe dair herhangi bir tasavvurunun/vaadinin olamayışı, çizmelerin fazla kirlenmeden çıkarılıp naftalinlenerek sendeye atılması ihtimalinin kuvvetli olduğuna işaret ediyor.

İnsanî bir durum olarak, demokrasi ve barış diyenlerin, aklın kazanacağını ümit etmek, reel politiği çok mu aşar?

Olabilir.

ALİ BİZDEN