Kelime Latince operatio’dan geliyor, basitçe: yapmak, yerine getirmek, ifa etmek demek. Sözlüklerdeki Türkçe karşılığı: ameliyat, harekât, askerî girişim, bir sonuç almaya dönük eylem ve işlemler bütünü. Kullanım yelpazesi geniş bir kelime. Tıpta cerrahi müdahale, bilişimde programın bir komutla atılan adımı, askerî terminolojide güç kullanımı, nakliyede koordinasyon, işletme dilinde kâr hedefli faaliyet, matematikte işlem anlamına geliyor. Askeriye terminolojisinde ayrıca örtülü operasyon, gizli operasyon, özel operasyon vs. çeşitlerimiz var. Soğuk Savaş ideolojisinin sürekliliği içinde, “psikolojik savaşın” artık “psikolojik operasyon” diye hüsnü tabir edilmesini de buna ekleyebiliriz.
12 Mart ve 12 Eylül askerî darbeleri, operasyon kavramının polisiye kullanımının şöhret kazanmasını sağlayan eşiklerdir. O dönemlerde solu ezmeye dönük işleviyle özdeşleşen operasyon: seri tutuklamalar, müteselsil işkence, bunun yanında yargısız infaz demekti. Devlet şiddetinin geminden boşalması demekti. 19 Aralık’ta 13. yılını geçirdiğimiz “Hayata Dönüş Operasyonu”, operasyonun bu anlamının sürekliliğini hatırlatır bize.
Operasyonun kamusal dildeki kullanımı, 1990’larda uğursuz bir şekilde sıklaştı ve askerî terminolojiyi kuşanarak, Kürtçe bir anlam kazandı. Operasyon, artık öncelikle PKK’ye karşı (ve tabii sivilleri de esirgemeyen) askerî harekât demekti. Operasyonlar sıradanlaştığında, yetmediğinde, milliyetçi kamuoyu “sınır ötesi operasyon” istiyordu; Kuzey Irak lâfı geçince peşinden genellikle operasyon da deniyordu, neredeyse birleşik isim haline gelmişlerdi. Kürt sorununda askerî “çözüm”den (kalıcı veya geçici) vazgeçilmesinin halk dilindeki somut anlamı: “operasyonların durması”dır. (KCK operasyonu, askerî operasyon konseptiyle birazdan geleceğim AKP devri operasyon konsepti arasındaki geçişliliği temsil eder.)
AKP iktidarı devrinde, kamusal dilde tam bir operasyon istilâsı altındayız. Medyada, gündemde hep bir “son operasyon”dan bahis geçiyor; daha önceki bir dizi başka “gündemi sallayan” operasyondan ayırt etmek için konuyor bu “son” eki. Çok geçmeden yeni bir “son operasyon” da geliyor zaten.
Politik alandaki canlı operasyon rutini, kavramın magazinden, spora her alana sirayet etmesine yol açan bir cezbe de yaratıyor. Fatih Terim’in Galatasaray teknik direktörlüğünden uzaklaştırılması mesela, bir “operasyon” olarak anılıyor.
Operasyon kavramını cezbeyle kullananların, bu kavramın yaydığı güç-kudret imgesinden nasıl büyülendiklerini görebiliyorsunuz. Ağzı iyice dolduran, gözleri iyice büyüten oparasyon telaffuzu, daha da belli ediyor bunu. “Operasyon çekmek”, “operasyon yemek” tabirlerinin kullanımındaki şehvet, belli ediyor. Operasyon ‘olayından’ heyecanlanan muktedirler de, iktidar arzulayan mağdurlar da (bilhassa Ergenekoncular), onu hasmı faka bastırmanın,1 gücünü kabul ettirmenin zaferi olarak görüyorlar; mutlak eyleme kudreti olarak görüyorlar. Galiba, politikanın en üst, en yetkin biçimi olarak görüyorlar.
2000’lerin ve 2010’ların operasyon kavramının ‘olayı’ nedir? Olağanüstü yetkilerle yürütülen bir büyük soruşturma ve yargılama kampanyasıdır: Geniş çaplı tutuklamalarla ‘saha temizlenir’, polisin olanca taşkınlığıyla delil toplar ve üretirken elini korkak alıştırmaması sağlanır, yargı usul konusuna pek fazla titizlenmez; medyaya (sızdırma demeyelim) yağdırılan delil süsü verilmiş fotoğraflar, konuşma kayıtları ve “bağlantılar”, zanlıların dehşetli suçlular olarak resmedilmesine yol açar. (Kriminalizasyon mesaisinde kullanılan üslûbun, hukukun esası demek olan usule riayetsizliğin ve masumiyet karinesinin üzerinde tepinilip durmasının yan etkisi, zanlıların gerçekten suçlu olduğu durumlarda dahi, mağdur ve masum görünebilmeleridir.) Kampanyaya sağlanan politik meşruiyet de kriminalizasyon temelindedir: iktidar, yargı ve polisin önünü açmaktan fazlasını yapmıyor pozundadır. Kriminalizasyon, kriminalize ettiği sorunla ilgili açık seçik, tutarlı ve şeffaf bir tavrı ikame etmeye yarar. Tümüyle politikayı ikame etmeye yarar. Son on yıldaki mana ve ehemmiyetiyle operasyon, politikanın polis aklına emanet edilmesi demektir.
AKP hükümeti, uzun süre simbiyotik bir ilişki sürdürdüğü Gülen hareketiyle arasındaki güç rekabetinin tırmandığı bir noktada, kendisi böyle bir operasyona maruz kaldı. Şimdi, bir yandan karşı-operasyon düzenleyerek2 polis-yargı kompleksindeki (tekrarlayalım, uzun süre iş gördürdüğü) Gülenci operasyon gücünü3 kırmaya, bir yandan da kamuoyunu bu yolsuzluk operasyonunun arkasında aslında başka bir operasyonun olduğuna ikna etmeye çalışıyor.
Yolsuzlukları, hırsızlıkları da icabında görmezden gelmemizi, sineye çekmemizi telkin eden bu mazeretçilikteki zilleti burada konu etmeyeceğim.4 Burada meselemiz, operasyon ideolojisidir. Operasyon ideolojisinin kilit lâfı: “Operasyonun şifreleri”dir. Kanaat mühendisleri ve teknisyenleri, bir somut operasyonun arkasındaki ‘büyük operasyonu’ teşhiste uzmanlaşmışlardır. Sadece dar anlamda, özgül bir operasyonun değil, polisiye/kriminal/yargısal bir anlamı olmayan herhangi bir eylemin, hareketin de içine oturduğu çok geniş bir operasyon mefhumuna atıfla konuşurlar. Her işin esası, “…kimin operasyonu” olduğunu teşhis etmektir onların nazarında.
Misalleri çok. 3 Aralık’ta Yeni Akit’te Hasan Karakaya dershaneler mücadelesini “açık ve net”, “Cemaatin kalkışması 2. Gezi Operasyonudur” diye ‘analiz’ ediyordu. Gezi de, bir toplumsal hareket falan değil, operasyondu neticede. Yeni Şafak’ta Cem Küçük (19 Aralık) yolsuzluk operasyonunu, “Emniyet-yargı cuntasının sivil ve seçilmiş hükümete yönelik darbe operasyonu” olarak deşifre etti. Ona bakılırsa bu, 7 Şubat’ta MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı tasfiye etmeye dönük operasyonla başlamış bir operasyondu. Nitekim hükümet yanlısı televizyon kanalları, olayın didildiği programlarda ekranın altına attıkları banda hep “Hükümete Operasyon” yazdılar. Star yazarı Cemil Ertem, ‘sözde’ yolsuzluk operasyonunun arkasındaki bu büyük operasyonun başlangıcını ta 2010’a, Reuters’in Türkiye-İran anlaşmasıyla (ve Halk Bankası’nın bu bağlamdaki malî operasyonuyla) ilgili rahatsızlık belirten haberine uzatıyordu. Sabah’ta Rasim Ozan Kütahyalı CHP ve MHP’yi, neticede kendilerini de hadım edecek bir vesayet operasyonunu desteklediklerini söyleyerek uyardı. “Operasyon millî değil” hükmünü koyan Yasin Aktay, arka plandaki “beynelmilel” güçleri işaret eden Başbakanla hemzemindi.
Küçük bir parantez açalım. Bir operasyonun arkasındaki esas operasyonu teşhis etme hevesinin solda da eksik olmadığını biliyoruz. Sendika.org internet sitesindeki bir yazının başlığı: “Cemaat görünümlü CIA operasyonu”, bunun taze örneğidir.
Operasyon mefhumuna düşkünlük, komplo zihniyetinin bir sendromudur. AKP önderliğinin İslâmcı gelenekle de, milliyetçi ve ulusalcı ideolojilerle de, solun bazı kesimleriyle de paylaştığı bir ‘ulusal’ zihniyet kalıbından söz ediyoruz aslında. Bunu söylemek, elbette AKP’lilerin dehşetengiz komplo fantezileri üretmede Gezi’den beri kırdığı ve yolsuzluk operasyonları vesilesiyle kırmaya devam ettiği rekorları küçültmez. Küçültmez, fakat bu birbirinden enteresan teoremlerin nasıl kabul görebildiğini, kabul göreceklerine inanılabildiğini anlamamızı sağlar. Her politik eylemin, her kamusal sözün arkasında, o eylemin failini, o sözün sahibini hiçleştirerek, araçsallaştırarak, deşifre edecek bir “operasyon” arayan komplo zihniyetinin anti-politik habisliğini tekrarlamaya gerek var mı? Bu zihniyet, hiçbir konunun içeriğini konuşmaya meydan vermez, her konuyu güç mücadelesinin aritmetiğine vurur.
Tabii, komplo zihniyetiyle meşbu bir politik öznenin tasarrufu altında gerçekten komplo tertip edebilecek “operasyon” güçleri de bulunuyorsa, iyice korkmak lazımdır!
Başbakan, operasyonun “gayrı millîliğini” söylerken, “Hiçbir güç benim ülkemde dışarıdan ameliyat yapamaz” dedi. Hatırlayalım, operasyonun Türkçe sözlükteki ilk karşılığı ameliyattır; bu, kelimenin daha ziyade tıbbî kullanımıdır… Hatırlayalım, 20. yüzyılın ilk on yılları boyunca Türkiye’nin endişeli modernist ve milliyetçilerinin Sosyal Darwinist beka kaygısıyla yoğrulmuş zihniyet dünyası tıbbî mecazlarla kaynar, sakat uzuvlardan, urlardan, cerahatlardan, çare olarak kesip atmaktan, ameliyattan söz edilirdi. Askerî tıbbiye çıkışlı İttihatçılardan, Kemalistlerden, günümüz iktidarına uzanan bir devamlılık göremez miyiz bu ameliyat merakında?
Almanya’da 18. yüzyıl başlarından 19. yüzyıl ortalarına kadar hüküm süren bir polis bilimi vardı (Polizeiwissenschaft veya Polizeywissenschaft). Siyaset ve idare tekniğini bilimselleştirme ve modernleştirme sürecinde gelişmiş bir bilimdi: Kamusal hayatı topyekûn kavrayan, kamu hukuku, idare bilimi, millî ekonomi ve siyasetbilimini kapsayan bir makro sosyal bilim… Operasyonlarla yürütülen politika, operasyon-karşı operasyon döngüsü ve bütün bunların konuşulma biçimi, bu polis biliminin 18. yüzyıl Prusya’sındaki kudretiyle günümüz Türkiye’sinde canlandığını düşündürüyor insana.
Operasyon lâfının kendisi, askerî ve polisiye mecazların politikayı istilasının bir aletidir. Operasyonların, operasyon bahsinin bu yaygınlığı, kelimenin tam ve saf anlamıyla terör –devlet terörü– ortamının işaretidir.
1 Çok defa “şafak operasyonu” mahiyetinde olmaları, yani sabaha karşı evler basılarak uygulanmaları bu tatmini arttırıyor.
2 Operasyonun bir de bu kadrolaşma anlamı var! Emniyette, yargıda, milli eğitimde vs. atama kampanyalarına da operasyon diyorlar.
3 Fethullah Gülen internetteki Kırık Testi neşriyatında 17 Haziran 2003’te şöyle yazmış: “…insan başını kaldırıp İsrafil’in azametli heykelini bile görse kendisini bir kuyunun dibinde sukut etmiş olarak görmüyorsa baş aşağı düşüyor demektir. Bu açıdan sürekli bir operasyon, sürekli bir muameleye– ki ehlullah kulun Allah ile münasebetine muamele demişler– ihtiyaç var.” Buradaki “sürekli operasyon” lâfı, başka bir bağlama aktarılıp, polis-yargı kompleksinin ‘hamaratlığına’ hamledilmeye müsait bir pas, tabii. Ben işi oraya vardırmadan, çok daha basit, uhrevî anlatının içinde mayalanan modernist eylemciliğe ve iradeciliğe yoracağım. Gülen’in ekonomist verimlilik terminolojisine olan düşkünlüğü gibi…
4 Ümit Kıvanç bunu mükemmelen yapıyor: http://riyatabirleri.blogspot.com/2013/12/hadis-i-serifin-de-zamanlamas-manidar.html