Mustafa Ekmekçi’nin “Karadeniz’de İnsan Mozaiği...”1 başlıklı makalesi, aslında bir Lazın asabiyet göstermesi için birçok noktayı içeriyor. Sıradan bir insanın bile MEB yayını ansiklopedilerde kolayca ulaşabileceği, tarih, coğrafya, linguistik vb. bilgilerden yararlanmadan eksik ya da yanlış anladığı/anlamadığı muhtemel “sofra sohbetlerini” köşesinde aktararak, kendisini gülünç duruma düşüren Ekmekçi’nin tutumu karşısında sadece üzüntü duyuyorum.
Ekmekçi’nin makalesinde2 geçen iki önemli iddianın geçerliliğini kısaca irdelemeye çalışacağım.
Ekmekçi, Recai Kocaman’ın, Lazların “kökenlerinin ne olduğunu bilmediğini ve araştırmak da istemediğini” belirterek şunları söylediğini yazıyor: “...Ama, derler ki, o Megellerle3 Gürcülerle, Yavuz Sultan Selim’in askerlerinin bir araya gelmesinden doğan bir ırk...”
Lazların binlerce yıllık tarihleri,4 yaşadıkları coğrafyalar, Lazika Devleti’nin etkinlikleri, bölünmüşlükleri,5 Osmanlı-Rus çekişmesindeki milis güçleri,6 demokrasi tarihine yararlılıkları7 ve Kemalist Savaş’taki yeraltı faaliyetlerine katkılarıyla8 Cumhuriyet’in kuruluşundaki emekleri üzerinde durmanın gerekli olmadığını sanıyorum. Lazların 16. yüzyılda9 “ortaya çıktıkları” gibi “sofra ürünü” bir iddianın gülünçlüğüne dikkat çekmek istiyorum.
Lazlardan “Laz etnik tanımıyla” ilk defa bahseden Romalı yazar Plinius (M.S. 23-79) olmuştur. Plinius, Tabiî Tarih’inde, Lazların Karadeniz kıyısında ve Phasis (Faş/Riyon) ırmağı boyunca yaşadıklarını yazar. Trabzon ile Doğu Karadeniz ve Kırım kıyılarını M.S. 131 yıllarında dolaşan ve Karadeniz Çevresinde Seyahat adlı eserin sahibi Arrianos; ünlü Coğrafya’sını 150 yıllarında yazan Plotemeus; Bizans elçilik heyetine katılarak 448’de Attila’nın sarayına varmış olan ve Gotik Tarih’in yazarı Priskos; 552-558 yılları olaylarını yazan Bizanslı Agathias; 558-582 yılları olaylarını yazan Bizanslı Menandros ve 689 yılında, Choronographia adlı eserin sahibi Theophanes Lazlardan, Lazika Devleti’nden ve bu devletin bölge gücü olan Roma/Bizans ve Pers İmparatorluklarıyla olan ilişkilerinden bahsederler.10
Görüldüğü üzere, Lazların “Laz adıyla varlığı” iddianın aksine 16. yüzyıl değil, 1. yüzyıldır.
“Lazcanın yazısı da yoktur, edebiyatı yoktur, sadece birtakım tekerlemeler biçiminde destanlar, şiirler olabilir...”11
Doğaldır ki, Türkiye’de resmî dil olan Türkçe’nin dışında hiçbir yerel dilin yazısı yoktur.12 Ancak, Lazca bir dildir.13 Dilbilimciler14 Lazca ve Megrelce’yi Kolheti dilinin günümüzdeki iki temsilcisi sayarlar.15 Lazca, 1920’li yıllarda, diğer Kafkasya dilleri gibi yazılı hale geldi. Sovyetler Birliği Lazları, Latin alfabesine dayalı bir alfabeyi kullanmaya başladılar. Lazca ders kitaplarının yanısıra kültür hayatıyla ilgili kitaplar, dergiler, broşürler yayımlandı. Lazca tiyatro eserleri sergilendi.16 1937-38 sindirme döneminde Lazca okullar direktörü İskender 3taşi katledildi, kültür özgürlüğü engellendi ve 1949’-da da Batı Gürcüstan’dan Lazlar Kazakistan’a sürüldü.17
Günümüzde ise, Gürcüstan’da yaşayan Lazların kendi dillerinde eğitim görme hakkı bulunmamasına karşın, Lazca kitaplar Kartuli alfabesiyle rahatça basılıp, satılabilmektedir.18
Yöresini yıllarca Senato’da temsil eden Recai Kocaman’ın Ekmekçi’nin aktardığı “bilgileri” verebileceğine inanmıyorum. Ekmekçi’yi böylesi nazik bir konuda ciddiyete davet ediyor hatasını düzeltmesini bekliyorum.