Burada hep postmodern zaman düşünürleriyle mi tanışacağız diye serzenişte bulunanlara bir sürprizimiz var. Bu kez de taş devri kadar eski zamanlara, o çağın ruhunu taşıyan düşünce ve düşünür türüne uğrayalım dedik.
Mümkün mü, var mı öyle düşünürler, taş devri ruhunu taşıyan düşünceler mi olurmuş demeyin hemen. Bir kez insanoğlunun tarihindeki en uzun dönemdir taş devri ve dolayısıyla da öyle kolay kolay çıkılamamıştır. Biraz yontulup sonra cilalanıp devam eden taş devri, ilkokul tarih kitaplarına göre orada bitmiş görünürse de daha derinlikli bir tarih bilgisi şimdiye kadar yaşanan tüm devirlerin içinde taş devrinin de sürüp geldiğini fark ettirir. Küçük, ama tüm itirazları susturacak bir misal ister misiniz: Taş devrinin sembolü olan baltaya bakın. Yontma taş devrinin baltası önce cilalanıp keskinleştirildi, sonra keskin taşın yerini demir, tunç alınca ne değişmiş oldu sanki? Bırakın bunu, birileri elde nacak, satır ya Allah diyerek koridorun ucundan saldırıya geçtiklerinde mağarasından taş baltalarıyla fırlayanlara göre ne kadar çağ atlamış görünüyorlar dersiniz?
Gelelim, bu çağın düşünürleri, düşünceleri faslına. Bu nacaklı, baltalı tosunların idealinin Abdullah Çatlı gibi bir “kahraman” olmak, onun becerdiği türden “kahramanlık”lar yapmak olduğunu şu yakınlarda bir kez daha öğrendik.
Şimdi biri oturup “Vallahi ideal (ülkü) diye ben buna derim işte” mealinde övgüler düzer, Çatlı’nın dört başı mamur bir kahraman olduğunu bağıra çağıra ilân eder, bundan en ufak kuşku duyan herkese ağzına geleni söyleyip, Çatlı’nın işlediği “kahramanlık”larını yere göğe sığdırmaz ve böylece doldurduğu yazısına “başlara taç olması gereken belgelenmiş bir şeref ve hizmet mirasını yazacağım” diye başlarsa, bu düşünür ve onun düşüncelerine ne sıfat vereceğiz?
Sıfatı tamam da adını merak etmez misiniz?
Karşınızda Bay Ahmet Kabaklı.
Kabaklı’yı genç okurlarımız pek tanımayabilirler. Tanıyor olsalar bile çoğunluğu onu son yıllardaki yazılarından hatırlarlar. Arada bir “eski günleri”ni çağrıştıran hamleler yapardı, ama genellikle elli yıl yazmanın yorgunluğunu çıkardığı yazılar yazardı. Ama kendisinin de ifade ettiği gibi, şu Susurluk olayından sonra Çatlı’nın siciliyle ilgili yazılıp söylenenleri dişlerini gıcırdatarak dinlemiş, ardından dayanamayıp haftalardır kafasını zonklatan düşüncelerini sayıp dökmüş. Yazısının teması “Çatlı gibi mümtaz, örnek bir kahramana bu mu yapılmalıydı?”
Bu Çatlı’nın sicilinde başta 7 TİP’li gencin hunharca katledilmesi olmak üzere yığınla cinayet ve uluslararası tasdikli uyuşturucu kaçakçılığı yazılı olduğundan, en yakın ülküdaşları bile pek övücü sıfat kullanmamaya çalışırken, Bayan Çiller kalkıp “kahraman” lafını edince, kafası zonklamakta olan Kabaklı gibileri de kahraman Çatlı’dan bahseder oldular. Dolayısıyla imamı Çiller olan cemaatten sayılır Bay Kabaklı.
Doğrusu Kabaklı’nın “eski günlerini” unutmayanlar “bu tencereye bu kapak” diyeceklerdir.
Kabaklı kafasının “kahraman”ı ancak Çatlı gibiler olabilir. O nedenle Çatlı’nın şu siciliyle hangi sıfatları hak ettiğini yazmanın gereği yok ve ayrıca Kabaklı’ya, kendileri dışında hemen herkesin Çatlı gibilere kahraman denilmekle kahraman kelimesini kirletilmiş saydıklarını anlatmak da gereksiz. Anlamaz çünkü; başka bir devrin, “öteki”ni öldüren her kişinin, bu işi ister pusuda, ister bağlıyken boğarak, ister ardına geçip kafasını parçalayarak yapmış olsun “kahraman” sayıldığı, “her yol mübahtır” diye düşünüldüğü “taş devrinin” kafasıyla düşünmektedir Kabaklı. Şimdiye kadar hep böyle “düşündü” bundan sonra da değişmesi mümkün değil artık.
Bu Kabaklı, bir de Çatlı’nın kızlarının babalarıyla ilgili söylediklerinden pek mütehassis olmuş. Onlar babalarını kaybetmiş gencecik kızlardır. Duygularını anlarız. Ama o kızcağızların anlaşılır hissiyatını dile getiren sözlerine yetmişini aşmış Kabaklı kendi onay mührünü basıp yinelediğinde bir noktaya değinmek farz oluyor.
Bay Kabaklı’nın yazısına başlık türettiği o sözler şöyle: “Herkesin babası evlatlarına çok para servet bırakmış olabilir. Bizim babamız (Çatlı) ise bize miras olarak şeref, itibar ve onuru bıraktı.”
Başta Drej Ali “dayı”ları olmak üzre babaları için ardarda mevlüt okutan ülkücü “baba”lar varken babalarının bıraktığı “şeref, itibar ve onur”u mebzul miktarda paraya tahvil edebileceklerini ve etmekte olduklarını bu genç kızlar henüz fark etmemiş olabilirler. “Herkes” derken de çevrelerini dolduran o babalardan başkasını pek görmemiş olabilecekleri düşünülüp mazûr sayılabilirler.
Gelelim o genç kızların ağıtları gerisinden, epeydir kapattığı mağarasından yeni (tabiî yine) çıktığını hatırlatan “Gün ışığında” adlı köşesinden konuşan Bay Kabaklı’ya...
Af buyurun Hazret; “evlatlarına çok para servet bırakan” o “herkes”lerin şu ülkede oranı kaçtır acaba? “Herkes” bunlar ise, yani bu ülkenin yüzde beşi bile değil ise, kalan kısım, muhterem Türk milletinin yüzde doksanbeşi “hiç kimse” midir, adamdan bile sayılmıyor mudur?
Estağfurullah filan demeyin. Yazınızın en sonunda Çatlı’yı dualarla methetmeyeni milletten saymamışsınız. Ortama bakılırsa milletin yüzde yetmişi demektir bu. Kalb kalbe karşıdır ya, bu yüzde yetmiş de sizi ve sizin gibileri adamdan saymaz, olur biter.
“Babamızdan kalmasına muhtaç olduğumuz ŞEREF”
AHMET KABAKLI
Türkiye, 12.12.1996
Başlara tac olması gereken, belgelenmiş bir şeref ve hizmet mirasını biraz sonra yazacağım.
Ülkemizi, çıkarları uğruna yıkıp çökertmekten ve bu yolda yurtdışı-yurtiçi ayinlerle ihanet birliği etmekten sakınmayan, gözü dönmüş politika ve basın simsarları, bilindiği gibi bir aydan beri yalnız Susurluk yeyip Susurluk sayıklıyor. Meclis’ten gazete manşetlerine TV’lerinin tezgâhlarına kadar Susurluk dinamitleri patlatıyorlar. Susurluk ile azgın sarhoş, Susurluk ile eli kanlı kaatil kesildiler. Milliyetçi-ülkücü Türk gençlerini Susurluk çayında boğmaya kastetmişler.
Susurluk’ta bir ay önce düzenlenerek kaza süsü verilen suikastın sonunda öldürülen Abdullah Çatlı ve arkadaşlarına karşı eski Sovyet tarzı propaganda sürdürmüşlerdir.
Perinçek’inden, Ecevit’inden, hiç beklenmeyen Yılmaz’ına kadar, kimi intikam, kimi iktidar hastalığı ile mefluçlar. Devlet, polis ve gençliğimize PKK bombaları atıyorlar. Bütün vecibesiyle millet şehidi olan merhum Çatlı’ya ve arkadaşlarına karşı cibiliyetsiz yalanlarla saldırıyorlar.
Türkiye’nin düşmanları ile milleti sevmeyenler “Ülkücü-Akıncı” denilen Müslüman Türk çocuklarına inanılmaz çeşitlerle düşmandırlar. İşte onlar Susurluk’ta icra edilen suikast kurbanlarını, DYP-RP koalisyonunu ve hatta devleti dahi yıkmak uğruna, kullanmışlardır.
Tansu Çiller’e düşmanlığı yüzünden Çatlı ve arkadaşlarının felaketlerini iktidar ve ikbal metaı gibi kullanması, sayın Yılmaz’a bilhassa yakıştırılamadı. Çünkü o da, “başbakanlık” gibi devletin yüce mevkiinde bulunmuştu. Başkaları gibi o da, Çatlı’nın yiğitliklerini biliyordu.
Çatlı, gönlüyle devlet hizmetlerinde idi ve bir tarihte Türk hariciyecileri, Ermeniler tarafından üçer beşer katledildikleri zamanda bazı katil Ermenilere görünüp ASALA eşkıyasını susturanlar onlardı. Ecevit, Baykal, Yılmaz dâhil, hepsi (koydukları imzalarla) bunu biliyorlardı. Bucak aşireti yiğitlerinin, PKK eşkıyasını, Güneydoğu Anadolu’muzda Kürt vatanseverler gücüyle nasıl durduklarını da hepsi biliyorlardı.
Yalnız İsrail değil, Amerika’sı, Fransa’sı dahil, dünyanın her milletinden vatanseverlerin Cumhurbaşkanları ve başbakanların tasdikiyle devletin düşmanlarına karşı görevlendirildiklerini bilmiyor muyuz? Bu büyük can fedakârlığını, her milletin devlet adamları, hiç olmazsa sessizce fakat devlet madalyaları ile ödüllendirmiyorlar mı? O halde siz cumhurbaşkanı, başbakan ve liderler, Türkiye’nin yürek sahibi “alperen” gençlerini “katil, cani” diye nasıl kıyar da kınarsınız? Hele onların öldürülmüş gömleğinden, iktidarın samur kürkünü çıkarmaya kalkışmanız reva mıdır?
Haftalardır kafamı zonklatan bu düşünceleri, iyice emin olduktan sonra işte yazdım. Şehitlerimizin her şekilde öldürülenlerinin hepsine rahmetler dilerim. Bu kudsiyeti kavramayıp, millet şehitlerine türlü düşmanlıklar edenlerin de ıslâh olmalarını temenni ederim.
Merhum ve mağfûr şehid Abdullah Çatlı için, Kırşehir ve İstanbul’da yapılan mevlid cemiyetlerinde, onbinleri aşan Kur’an ve mevlid dinleyicisi bazı politikacılara fazilet ve vatan adına hâlâ birşeyler anlatamamış olmalarına üzülüyorum. Bazı gazetelerin bu vakarlı mevlid törenlerini karalamaya kalkmaları, taşıdıkları düşmanlığın korkunçluğunu şiddetle göstermektedir.
Bütün bu gafletler, ihanetler, madrabazlıklar arasında, hepimize insanlık, babalık, evlatlık dersi veren iki genç kızın sözleri var ki, onu gelecek nesil Türklerine armağan için yazıyorum. İstanbul Süleymaniye Camii’nde, onbinlerce genç Müslümanın mevlidi var. 8 Aralık salı günü rahmetli Çatlı ve arkadaşları adına cemaat, tekbirler getirip merhumların ruhunu yadediyor. Ne yazık, Susurluk yüzünden hasta gazetelerden görevli bazı kişiler yine oradadır. Ve öldürülmüş devlet mücahitlerine yine hakaret etmeye yelteniyorlar.
Onların bazıları, adetleri üzre, rahmetli Çatlı’nın eşi ile iki kızına yine yakışıksız bağırmalarla seslenirken, genç kızları Sercan ve Gökçen Çatlı’lar ellerini Allah’a açarak:
“Herkesin babası, evlatlarına çok para servet bırakmış olabilir. Bizim babamız da, bize miras olarak şeref, itibar ve onuru bıraktı” demişlerdir...
Haram paranın ve soygunun şerefsizleri, bilmem bu lafın üzerine başka bir şey söyleyebilecek midirler? Çatlı’nın elbette TV’leri, grupları, gazeteleri, satın alıcı patronları yoktu. Fakat Allah’ın verdiği ne zenginliktir ki Yarabbim! Arkasından onu dualarla metheden bir millet ve pırlanta gibi temiz eşi ile çocukları kalmıştır.
Bu vasıfları taşımayan nice nüfuz sahipleri Çatlı’yı kıskanmakta haklı değiller mi?