Bir Yanım Deryada Çalkanır Şimdi: Mustafa Suphi

Kısa bir süre sonra Mustafa Suphi ve arkadaşlarının “yaralarının tuz içinde” kanamasının yüzüncü yılı. Yani yüz yıl önce bugünlerde cellatlarına doğru yürümeye mecbur bırakılan Mustafa Suphi ve arkadaşları Trabzon yollarındaydı. 1921 yılının 28/29 Ocak’ından 2021 yılının 28/29 Ocak’ına tam yüz yıl. Yüz yıldır tuz içinde kanayan yara. Yüz yıldır merkezinde Suphi ve arkadaşları olan yazılar, çiziler, ağıtlar, türküler. Her şeyin ortada ve apaçık olduğuna iman etmeye yetecek kadar ürün ve bilgi. Ama bilme işinin durulan, bakılan, hissedilen yere göre her dem tazelenen bir şey olduğunu Ahmet Kardam’ın Mustafa Suphi: Karanlıktan Aydınlığa adlı kitabı yeniden ve hakkıyla hatırlatıyor.

Kitabın yazılış gerekçesi yeterince ilginç aslında. Türkiye’ye dönüşe karşı çıkıldığında Mustafa Suphi tarafından söylendiği ifade edilen şu söz: “Siyasi hava Kafkaslar’da kalmaya müsait değil.” Elan toz kondurmaktan imtina ettiğimiz Bolşevik Devrimi -Lenin döneminden söz ediyoruz-, yani dünya halklarının umut ufku, Suphi ve arkadaşları için kalmaya müsait bir ortam sunmuyor. Ahmet Kardam buradan hareketle Suphi ve TKP çalışmalarında daha önce üzerinde durulmamış, ihmal edilmiş bir noktaya yöneltiyor: Bolşevik Parti ve Mustafa Suphi-Sultan Galiyev-TKP ilişkileri. Yani Türkiye sosyalist/komünist hareketlerinin sormadığı soruların, aramadığı yanıtların alanına giriyor.

Mustafa Suphi Türkiye sosyalist hareketinin kurucu babası. Bu kesin, bunun yanında kesin olan bir temel nokta daha var. Kurucu baba tanımını mümkün kılan fikir ve eylemlerin bu tanımı yapacak çapta ve açıklıkta bilinmiyor olması. Suphi’nin fikir ve eylemleri üzerindeki bilinmezlik tarihle ilgili bir durum olmaktan öte politik bir mesele gibi görünüyor. Elbette Suphi’nin yaşam seyrini ayrıntılarıyla bilmeye yetecek bilgi belge ortalıklara saçılmış ve politik bir tercihle bunlar ihmal edilmiş değil. Olağanüstü koşullarda ömür süren pek çok insan gibi Suphi’nin fikir ve eyleminin de bilinebilme sınırları var. Sözünü ettiğimiz tarihsel, mitik bir figür olarak Mustafa Suphi üzerine bilinenler ile yoldaş Mustafa Suphi üzerine bilinebilecekler arasındaki açı. Yani politik mesele, eylemiyle, fikriyle Mustafa Suphi’nin mitleştirilmiş kurucu babaya dönüştürüldüğü süreçte ortaya çıkıyor. Buna ister reel sosyalizm/Komintern politikaları diyelim, ister TKP resmî tarihi, ister Türkiye sosyalist hareketinin gelişme özellikleri, sonuç değişmemektedir. Suphi’nin mitleştirilmesi, Suphi şahsında bir başka politika yapma, müdahil olma ihtimalinin ve bu ihtimali yaşama tercüme edecek iradenin dönüştürülüp etkisizleştirilmesi, yerine başka ihtimallerin ikame edilmesidir.

Ahmet Kardam bu kitapla “acınası tarih bilinci yoksunluğumuzu” aşacak eşikleri zorlarken, fikir ve eylemiyle bir Mustafa Suphi anlatıyor. 

Rusya Müslümanlarının Bolşeviklerle ilişkisi kitapta değinilen konulardan biri. Halen çözülememiş ve giderek de karmaşıklaşan bir meselenin, din-siyaset ilişkisinin Müslümanlar açısından Bolşevik Devrimi sürecindeki seyri bugüne de bir şeyler söylüyor. Bolşevik Devrimi Müslüman olmanın peşinen karşıdevrimci olmak anlamına gelmeyeceğini gösterdiği gibi, bir Müslüman’ın nasıl karşıdevrimci bir noktaya itildiğinin de örnekleriyle dolu. İran’daki Gilan Devrimi süreci ve Zeki Velidi Togan bahsi özellikle ilginç. Bugün mutedilinden faşistine Türk sağının simgelerinden birisi olan Zeki Velidi Togan ile Mustafa Suphi’yi, Suphi’nin son zamanlarına yakın tutan nedenler bir başka siyasal yol ihtimali olarak da okunamaz mı? Yani demem o ki salt insani temelde kalsa dahi, o gün Mustafa Suphi’nin, hem de rayiç siyasal iklim açısından barındırdığı olumsuzluklara rağmen Zeki Velidi’ye kapısını açması çoktandır izini yitirdiğimiz başka bir ilişkiselliğe işaret etmez mi?

Bolşeviklerin Doğu halklarına bakışına, Müslümanlara yaklaşımına, reel politik hamlelerine... Örneğin, İngiltere ile anlaşma koşulu olarak İran’da ve Türkiye’de İngiliz karşıtı hareketlere destek olmamaya ya da tersinden söylersek Lenin’in emperyalizm kuramını önemseyip/benimseyip İngiliz emperyalizmine karşı mücadele etmek isteyenlerin enerjilerini bir tür maceracılık olarak mahkûm etmeye...

Devam etmeden bir iki noktaya da değinmek gerek. Kardam her ne kadar kitabın Bolşevik Parti ile ilişkilere odaklandığını ifade ediyor olsa da Suphi’nin düşünsel gelişimindeki sürekliliklere ve kopukluklara da değinip yüz yıldır değişik boyutlarıyla yeniden üretilen Suphi şablonunu önemli ölçüde değiştiriyor. Hatta daha bir iddialı ifadeyle, Suphi’yi şablon olmaktan çıkarıp olaylarla birlikte devinen, ilerleyen bir insan olarak olarak anlatıyor.

Gerek Müslüman milletlerle ilişkiler, gerek Doğu halklarının devrimci potansiyeli, gerek emperyalizmle ilişkiler ve gerekse Kemalist harekete bakış -Bolşeviklerin Enver Paşa ile girdikleri ilişkiler de dahil- hususlarında Bolşeviklerle çok temel yaklaşım farkları olduğu görülüyor Suphi ve Sultan Galiyev, ve bir kısmı İç Savaş’ta ölmüş Müslüman Bolşeviğin. Bolşeviklerin Mustafa Suphi yerine kontrol edebilecekleri TKP unsurlarıyla geliştirdikleri ilişkiler ve Mustafa Suphi dönemini kontrol ettikleri olağanüstü prestij ve Komintern aracılığı ile mahkûm etme çabaları, Mustafa Suphi şahsında ayrı bir politik yaklaşım ihtimaline, kelimenin hafif anlamıyla izin vermek istemediklerini göstermektedir. Bunun somut göstergelerinden birisi de Müslüman milletler arasındaki Bolşevik faaliyetlerin esasını, devrimci dinamiklerin açığa çıkarılması değil, bölgenin kontrol edilmesi üzerine oturtulmasıdır. Bundan dolayıdır ki Müslüman Bolşevikler tarafından yapılan, Müslüman milletler içinde faaliyet gösteren Rus Bolşeviklerin, halka yabancı oldukları, yanlış işler yaptıkları ve geri çekilmeleri gerektiği yolundaki çağrılara kulak tıkanmış, Doğu halkları arasında gelişen dinamiklerin dejenere olmasına göz yumulmuştur.   

Tarihsel toplumsal şartların zaruri neticesi denmesin, çünkü değil. Görünen odur ki, Bolşevikler belli politikaları, belli toplumsal kesimleri, belli siyasal aktörleri tercih etmişlerdir ve o tercih içinde Suphilere “hayali gönlümde yadigar kalan/bir yanım deryada çalkanır şimdi” ağıdı kalmıştır. Tercihler sorgulanmadan ne bu ağıt gerçek anlamını bulacak ne yaşamın çoğulluğu içinde kendi yolunu bulmaya çalışanlar için “siyasi hava kalmaya müsait olacak”, ne de yaraya basılan tuz deva getirecek.

Acılarmızı faillerin yüzlerine çarpıp yasımızı tutmaktan imtina ettiğimiz yüzyılın sonunda, Suphi ve yoldaşlarının bıraktığı izleri yeniden keşfetmenin ve eşit, özgür insanların dünyası için bir kez daha vira bismillah deme zamanının geldiğine dair bir uyarı olarak da okunabilir Ahmet Kardam’ın yazdıkları. Ezcümle Karadeniz’de yüz yıldır yalnız Suphi ve arkadaşları çalkanmıyor, o dalgaların üstünde vuracak kıyısını arayan fikirler de var.


Not: Metnin girişindeki fotoğrafta en sağdaki Mustafa Suphi'dir.