25 Kasım, Bosna ve Hersek Devlet günü olarak 1943’ten beri kutlanıyor. İkinci Dünya Savaşı devam ederken 25 Kasım 1943 yılında Bosna ve Hersek’e bağlı Mrkonjić Grad şehrinde Bosna ve Hersek Halk Kurtuluşu Ulusal Antifaşist Konseyi’nin (ZAVNOBIH-Zemaljsko antifašističko vijeće narodnog oslobođenja Bosne i Hercegovine) ilk toplantısında, Bosna ve Hersek’in Ortaçağ’dan kalma sınırları kabul edilerek, tek bir millete değil, hem Sırplara hem Hırvatlara hem de Müslümanlara (Yugoslavya dönemi Boşnakların adı diğer Müslüman milletler ile birlikte sadece Müslüman olarak tanımlanıyordu) ait olduğu kabul edilmişti. Pratikte yereldeki uygulamalarda yaşanan sıkıntıların ötesinde Yugoslavya deneyimi Bosna ve Hersek’in aslında tarihsel olarak toprak bütünlüğünü ve içerisindeki bütün farklılıkları tek bir devlet anlayışıyla kabul eden bir parantez niteliğindeydi.
Referandum hakkını diğer devletler gibi kullanarak 1992 yılında ayrılmasının ardından, 1992-1995 yılları arasında yaşanan savaş sonrası bağımsızlığına kavuşabilen Bosna ve Hersek, aslında daha öncesinde Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti’nden ayrılan devletler (Slovenya ve Hırvatistan) ve sonrasında ayrılan (Makedonya, Kosova ve Karadağ) ya da artakalan Sırbistan devleti ile kıyaslandığında bir mikro-Yugoslavya örneği olarak görülebilir. Yugoslavya’dan ayrılan diğer devletlerdeki ulus-devletlerin dışında farklı dinleri, milletleri, kültürleri içerisinde barındıran Bosna ve Hersek (Karadağ ve nispeten Makedonya benzer yapıda) Balkanlar içerisinde en kozmopolit devlet yapısına sahip. O sebeple bütün bu büyük ulus-devletlerin de “kapsayıcı” idealarında sürekli paylaşılan ve kendi kimliğini üstün görüp diğerini de kendi içerisinde harmanlayan (Sırpların, Hırvatları Katolik Sırp, Boşnakları da Müslüman Sırp veya Hırvatların Sırpları ve Boşnakları kendileri üzerinden tanımlaması gibi) resmî tarih algılarında Boşnakların arada kalmışlığı savaş ve sonrasında da devam eden bir süreç. Savaş döneminde Bosna ve Hersek ismindeki ayrıma da uygun şekilde Sırplar (Bosna) ve Hırvatlar (Hersek) arasında bölüşülmüştü. Her ekonomik krizde yeniden bir bölgenin kendisini diğerinden “bir şekilde” ayrı ve/ya üstün görmesi sonrası ayrılma talepleri de her daim gündemde: 2007 ekonomik krizinde Dalmaçyalıların kendilerini Hırvat olarak tanımlamadıklarını belirterek ayrılmak istemesi, Sırbistan’ın kuzeyindeki Voyvodina bölgesindeki Macarların kendilerini Macar olarak tanımlayarak ayrılmak istemeleri, Bosna’daki Sırpların ayrılma talepleri gibi.
Peki Bosna ve Hersek’te son dönemde neler oluyor?
Milliyetçiliğin artan etkisinin en net yaşandığı ve hatta Balkanlılaşma (Balkanisation) gibi pejoratif bir kavramın da kullanılageldiği Balkanlarda sular durulmuyor. 2021 başında Avrupa Birliği dönem başkanı da olan Slovenya Başbakanı Janez Janša’nın AB Konseyi Başkanı Charles Michel’a Balkanlarda sınırların değişeceğine dair resmî olmayan bir belge gönderdiği basına sızdırılmıştı. Bu belgeye göre sınırların yeniden çizilmesi ve Bosna ve Hersek’in parçalanması planlanıyordu. Bosna ve Hersek’e bağlı Sırp Özerk Cumhuriyeti’nin (Republika Srpska-RS) Sırbistan’a, Hırvatların yoğun olduğu kanton bölgelerinin Hırvatistan’a ve Kosova’nın da Arnavutluk’a bağlanmasının bu belgede dile getirilmesi Balkanlarda hareketliliği artırdı. Reuters’in sonradan doğruladığı belge aslında yukarıda bahsedilen megalo idealar arasındaki paylaşımın yeniden gündeme getirilmesiydi.
1992-1995 Bosna Savaşı’nı sonlandıran ve çözümsüzlüğün bir çözüm olarak sunulduğu ve uzun vadede sorunlar yaratması da beklenen Dayton Anlaşması sonrası kurulan idari yapılanma Bosna ve Hersek Federasyonu (on kantona bölünmüştür) ile Sırp Özerk Cumhuriyeti’nden oluşmaktadır. Her bir kantonun ve özerk cumhuriyetin kendi başbakanları ve alt birimlerinde belediyeleri bulunmaktadır. Her sekiz ayda bir değişen üçlü Devlet Başkanlık Konseyi ile de devletin kurucu üç halkı olan Boşnak, Sırp ve Hırvat temsilcisinden biri Cumhurbaşkanlığı görevinde bulunmaktadır. Dayton Antlaşması şartlarınca kurulan bir diğer kurum olan Yüksek Temsilciler Makamı (Office of High Representatives), son dönemlerde etkisi yeniden artmaya başlayan bir otorite makamı. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından atanan Yüksek Temsilci her ne kadar gözlemci sıfatıyla antlaşmanın sivil yönlerinin uygulanmasını denetleme görevi ile ülkede bulunsa da sonrasında yaptırımları olan bir üst yönetim gücüne ve bakanları, kurum müdürlerini vb. görevden alıp başkasını yetkilendirme hakkına da sahip. Son dönemlerde gözle görülür açıklamalarıyla ön plana çıkan Yüksek Temsilcilik, 90’lı yılların sonu ve 2000’li yılların başlarındaki kesin karar verici durumundan uzaklaşmıştı. Son açıklamalarla birlikte kurulduğu günlerdeki otoriter pozisyona döndüğünü görebiliyoruz.
Bir önceki Yüksek Temsilci Valentin Inzko’nun 23 Temmuz’da soykırım inkârını suç sayan yasayı çıkartmasını, Devlet Başkanlığı Konseyi’nin Sırp üyesi Milorad Dodik boykot etti. Srebrenica’da yaşananları soykırım olarak tanımlamayan Bosnalı Sırp yetkililer bu karara karşı federal kurumların boykot edileceğini açıkladılar.
Ekim ve kasım ayları ise biraz daha hareketli geçmeye başladı. Bosna ve Hersek Yüksek temsilcisi Christian Schmidt'in sürekli uyarılarına karşın, Dodik Sırp Özerk Cumhuriyeti’nin kendi ilaç temini düzenleme dairesini oluşturmak istediklerini belirtti. Ekim ayı sonunda RS Meclisi’nde oylama ile Bosna ve Hersek İlaç ve Tıbbi Malzeme Kurumu’nun yetkilerini, Sırp Özerk Cumhuriyeti bünyesinde kurulacak yeni bir kuruma devretmeye ilişkin kanun teklifi kabul edildi.
Bunun ardından, Dodik’in genel başkanlığını yaptığı Bağımsız Sosyal Demokratlar İttifakı (SNSD) tarafından hazırlanan bir bildiri metni kasım ayı başında gündeme oturdu. Sonrasında yetkililer tarafından da onaylanan metne göre Sırp Özerk Cumhuriyeti’nin devlete ait bazı yetkileri kendi üzerine alarak özerklik derecesini artırmasına izin verilmemesi halinde Bosnalı Sırpların "kendi kaderini tayin hakkını" devreye sokacağı ve bu anlamda Bosnalı Sırp kurumların içerisinde oldukları devlet kurumlarını entiteden çıkaracağı ve Sırp askerlerin Bosna ve Hersek Silahlı Kuvvetleri’nden ayrılarak kendi ordularını kuracağı; Bosna ve Hersek Anayasa Mahkemesi ile genel mahkeme kararlarının RS’te uygulanmayacağı bildiriliyordu.
Dayton sonrası Bosna ve Hersek’te yaşanılanlara baktığımızda bu ve bunun gibi ayrılıkçı söylemler kendi tabanlarını mobilize etmeye çalışan yöneticilerin en çok kullandığı ve seçim dönemlerinde artan bir yöntem. Bosna’da her halkı temsil eden bir yönetici bulunmasının bizatihi kendisi bir ayrılıkçı durum oluştururken, bunlar arasında da sadece seçilenler üzerinden Bosna’nın yorumlanması bir o kadar sorunlu. Her bir entitenin seçimde en çok oy alan partisinin söz sahibi olduğu bir sistemde muhalefetten gelen yorumlar duyulmuyor. Diğer bir ifadeyle, bir entitenin seçimde en çok oy alan liderinin yaptığı faşist herhangi bir açıklama diğer liderlerin de kendi tabanlarını mobilize etmelerine imkân sağlıyor. Bu tür açıklamalardan ve çıkan uyuşmazlıklardan da anlaşılabileceği gibi genelde her seçim öncesinde birbirini tetikleyen ırkçı söylemler, her bir entitenin bu söylemlerine sahip çıkan liderine yarıyor.
Sırp Özerk Cumhuriyeti’nin Bosna ve Hersek ordusu, yargı ve vergilendirme sistemlerinden çekilmesine ilişkin kanun teklifi RS Halk Meclisi ve tabii ki Dodik tarafından aralık ayında belirsiz bir tarihe ertelendi. Bunun üzerine Dodik’i AB ve ABD ile görüşmelerde ikiyüzlülükle suçlayan Sırp Demokrat Partisi’nin (SDS) lideri ve 2003 yılında Yüksek Temsilcilik Makamı (O zaman Paddy Ashdown baştaydı) tarafından Bosna ve Hersek siyasetinden uzaklaştırılan Marko Šarović, tek taraflı savaş çağrısı kararlarının kabul edilmeyeceğini açıkladı. Dodik’i de yaşanan ekonomik krizle uğraşmak yerine sadece oy peşinde koşmakla suçladı.
Geçtiğimiz haftalarda da ABD Dışişleri Bakanlığı Özel Temsilcisi Matthew Palmer ve Avrupa Dış Eylem Servisi (EEAS) Müdürü Angelina Eichhorst’un ziyareti sırasında toprak bütünlüğüne yaptığı vurgular ve sonrasında ABD Batı Balkanlar Özel Temsilcisi Gabriel Escobar’ın Devlet Konseyi üyeleri ile ayrı ayrı görüştükten sonra bir savaşın olmayacağını garanti eden açıklaması Bosna ve Hersek’te yaşanan tansiyonu nispeten düşürdü.
Dodik’in söylemlerine benzer bir olay da Sırbistan’da geçtiğimiz hafta Srebrenica’da 8.372 kişinin katledilmesi sebebiyle Uluslararası Adalet Divanı tarafından müebbet hapse mahkûm edilen Ratko Mladić’in Belgrad’da duvara çizilen resminin polis tarafından korunması sonrasında yaşandı. Bu hafta başında da muhalifler tarafından protestolar yaşandı ve her yere “Ratko Mladić bir savaş suçlusudur” yazan etiketler yapıştırıldı.
Sonuç yerine
Son olaylarda görünen o ki, Dodik’in bu düşmanca ve ayrılıkçı söylemleri Bosnalı Sırplar tarafından da desteklenmiyor. Kaldı ki Hırvat ve Boşnak halkları için de durum bu şekilde. Her bir entitenin kendi siyasi lideri, son dönemde Dodik’in söylemlerini açıkça birer tehdit olarak yorumluyor ve bunun üzerinden kendi tabanlarını sıklaştırmaya çalışıyorlar. Tüm bunların yanı sıra ise halk ekonomik kriz ve buna bağlı yükselen işsizlik ile de mücadele ediyor. Elbette bu yaşanılanlar bir savaşa yol açmaz diye net bir ifadede bulunmak zor. Balkanlarda daha önceki dönemlerde olduğu gibi bu tür olayların kışkırtılması küçücük bir kıvılcıma bakabiliyor. Bu son yaşanılanların savaşa dönmesi ihtimali düşük ama faşist söylemlerin ötesinde belli yerlerde çatışma ortamlarının yaratılması ihtimali de yok değil. Yüksek Temsilci Christian Schmidt’in bu hafta ortasındaki ABD ziyareti sırasında ABD ve AB ülkelerinden son dönemde yaşanılan krizin aşıldığı ama bunun ileriki süreçlerde yeniden ve başka bir şekilde öne çıkacağını belirterek diplomatik yolla bu tehditlerin son bulmasını istemesi de oldukça önemli. Bu tür ayrılıkçı söylemlerin önüne geçmek ve bölgede barışın tesisi ise yasal düzenlemelerin bir an önce tekrar gözden geçirilmesi, Dayton Antlaşması’nın şartlarının halkın tamamını kapsayacak ve uygulanabilecek bir şekilde değiştirilmesiyle mümkün olacaktır. Bu değişimin/dönüşümün de halkların kendi inisiyatifleri ile yapılması elzemdir.
Görsel için not: 25 Kasım 2013’te Hukuk Fakültesi Öğrencileri Derneği tarafından yapılan afiş. 25 Kasım 1943’te yapılan Bosna ve Hersek Halk Kurtuluşu Ulusal Antifaşist Konseyi’ne atıfla, “Bosna ve Hersek ne Boşnakların ne Sırpların ne de Hırvatların ülkesidir. Burası hepimizin devletidir. Bizim Bosna ve Hersek’imizdir. Vatanımız çok Yaşa!”