Alevi Lisesi Bir Tanınma Vaat Edebilir mi?

Türkiye’de zorunlu din dersinin süregiden varlığı ile cemevlerinin içinde bulunduğu muğlak statü, Alevilerle devlet arasındaki ilişkinin başat konuları olarak tartışılmaya devam etmekte. 2019-2020 eğitim-öğretim yılında öğrenci almaya hazırlanan ve kamuoyunda Alevi Lisesi olarak bilinen Hacı Bektaş Veli Anadolu Proje Lisesi, temeli atıldığı 2015 senesinden bu yana bu tartışmalara yeni bir soluk kazandırmış durumda. Bu makale, kurumsal altyapısı birçok muğlaklık barındıran bu liseyi merkeze alıp iki soruya cevap verme amacı gütmekte. Bu anlamda ilk soru, Hacı Bektaş Veli Anadolu Proje Lisesi’ni, Aleviler için yaratılmış bir İmam Hatip lisesi olarak mı değerlendirmeliyiz yoksa bu okulu bir azınlık okulu olarak mı ele almalıyızdır. Bu soruyu yanıtlamak için isminde “proje” ifadesi geçen bu okulun amacına, nasıl bir yapıya ve müfredata sahip olacağına dair bir tartışma içerisine girmeye çalışacağım. Böylece bu okula yönelik geliştirilen argümanların hangi temellere dayandığına dair bir çerçeve sunmuş olacağım. İkinci soru ise, bu okula yönelik eleştirileri anlamaya çalışıyor ve bu okulun gerçekten Alevilerin devlet nezdinde tanınma mücadelelerine bir katkısının olup olamayacağını sorguluyor. Bu soruya kapsamlı bir cevap sunmak için farklı Alevi örgütlerinin yorumlarını ele alacağım. Bu makalede, bu sorulara cevap aramak için okulun içinde bulunduğu kurumsal yapıyı inceleyerek bu okulun bir azınlık okulu olarak mı yoksa İmam Hatip liselerinin bir farklı tezahürü olarak mı ele alınması gerektiğini okulun kurucu vakfı Dosteli Vakfı’nın sunduğu belgeler ve yine aynı vakıf üyeleriyle yapılan röportajdan edinilen bilgilerle tartışmaya çalışacağım. Diğer Alevi örgütleriyle yaptığım görüşmelerle de bu örgütlenmelerinin tanınma meselesine bakışına ve Hacı Bektaş Veli Anadolu Proje Lisesi’ni nasıl ele aldıklarına bakarak bu makalenin işaret ettiği ikinci soruya dair bir çerçeve çizmeye çalışacağım.

Hacı Bektaş Veli Anadolu Proje Lisesi nedir?

Mart 2015’te dönemin Milli Eğitim Bakanı (MEB) Nabi Avcı’nın katılımıyla temeli atılan lise, İstanbul’un Küçükçekmece ilçesinde bulunuyor. 16 dönümlük bir arazi üzerine kurulan okul, içerisinde 800 kişilik cemevine, 250 kişilik bir öğrenci yurduna ve iki adet konferans salonuna sahip. Okulun kuruluşu, Dosteli Vakfı ile MEB arasında imzalanan bir protokole dayanıyor ve vakfın sitesinde okulun genel amacı “cemevlerinde ibadet yaptıracak dede ve baba adaylarının yetiştirilmesi” olarak belirtiliyor.[1] Bu amaca uygun olarak hazırlanan müfredat, Anadolu Lisesi programına ek olarak “İslam, Kültür ve Medeniyet”, “Alevi-Bektaşi tarihi süreci”, “On iki İmam yaşamı ve felsefesi” ve “Alevi-Bektaşi yaşamı, örf ve adetleri, felsefesi” gibi seçmeli dersler sunuyor.[2] Lise, proje okul olması sebebiyle ve proje okullarına bu konuda tanınan görece-özerk yapı sayesinde, kendi öğrencilerini ve öğretmenlerini ilk aşamada seçme hakkına sahip. Dosteli Vakfı ile yaptığım görüşmede, vakfın yöneticisi öğretmenlerin Alevi-Bektaşi gelenekten gelen kişiler arasından vakıf tarafından belirleneceği ve bu öğretmenlerin daha sonra MEB tarafından onaylanacağı belirtti. Yine benzer bir yöntemle, öğrenciler Alevi-Bektaşi gençler arasından bireysel başvuru ve vakıf tarafından yapılacak olan mülakatlarla belirlenecek. Okulun sunduğu kataloğa göre, bu seçim yapılırken dede ve baba soyundan gelen çocuklara öncelik tanınacak. Ancak bu konuda belki de en önemli sorun, Türkiye’de devlet tarafından “yasal azınlık” olarak tanımlanmayan ve bireysel tanımlamaya (self-identification) dayanan Aleviliğin bu süreçte nasıl ele alınacağı olacak. Başvuran öğretmen ve öğrencilerin kendilerini Alevi-Bektaşi gelenekten tanımlamaları okulda çalışabilmeleri veya okuyabilmeleri için yeterli olacak mı, yoksa bir ocak ya da cemevine aidiyet gibi başka koşullar mı aranacak, bu sorular muğlak bir şekilde önümüzde durmakta. Öğrenci ve öğretmen seçimindeki tartışmaya bakarken, azınlık okullarında bu konunun nasıl ele alındığına bakmak, Hacı Bektaş Veli Anadolu Proje Lisesi’nde de neler olabileceğine dair fikir verebilir. Azınlık okullarına kayıt yaptırmak isteyen öğrenciler, kayıt yaptıracakları okulun mensubu olduğu azınlık grubuna ait olduklarını Türkiye Cumhuriyeti tarafından verilen kimlik kartları ile kanıtlamak zorundalar. Bu sebeple, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmayan ve Türkiye’de yaşayan Ermeni veya Rum gençler, bu okullara kayıt yaptırma hakkına sahip değiller. Aynı şekilde, bu gençler ait oldukları azınlık grubu dışındaki başka bir azınlık grubuna ait okullara da kayıt yaptıramıyorlar. Örneğin, TC vatandaşı Rum gençler Ermenilere ait azınlık okullarına kayıt yaptıramıyorlar.[3] Bu sebeple, devlet azınlık okullarına kayıt yaptırabilecek öğrencileri belirleme tekelini elinde bulunduruyor ve okulların bu konuda herhangi bir rolü yok. Makalenin konusu olan tartışmaya dönersek; Dosteli Vakfı, bu okula kayıt yaptırabilecek öğrencileri tek başına mı belirleyebilecek, yoksa öğretmen seçiminde olduğu gibi MEB’in ya da devletin bu konuda da onayı beklenecek mi? Bu sorular belirsizliğini koruyor.

Okulun yapısının ne olacağı kadar okuldan mezun olan öğrencilerinin vasfının da ne olacağı bu tartışmaların önemli bir parçasıdır. Bu soruya ışık tutabilmek için, Dosteli Vakfı ile yapılan görüşmede, okuldan mezun olan öğrencilere “dede” veya “baba” gibi sıfatların mı verileceğine dair sorduğum soruya, “öyle bir sıfat verilmeyeceği ancak öğrencilerin eğer isterlerse inanç önderi olarak çalışabilecekleri” şeklinde bir cevap aldım. Okulun herhangi bir sıfatı veremeyeceği bir ortamda, inanç önderi olarak çalışabilme durumu ancak okula kayıt olacakların önemli bir bölümünün dede ve baba soyundan gelen öğrenciler olacağına dair bir beklenti ile açıklanabilir.

Okul öğrencileri için, daha önce de belirtildiği gibi, halihazırda var olan Anadolu Lisesi müfredatına Alevilik ile ilgili dersler eklenerek bir ders programı hazırlanmış durumda. Bu ders programının ve ders içeriklerinin Dosteli Vakfı ve MEB’deki uzmanlar tarafından hazırlandığı belirtilmekte, ancak bu derslerin kimler tarafından verileceği, bu dersler için yeterli derecede uzman öğretmen veya akademisyen bulunup bulunmadığı belirsizliğini koruyor. Dosteli Vakfı ile yapılan görüşmede, Anadolu Lisesi müfredatında da bulunan derslerin Alevi-Bektaşi gelenekten gelen öğretmenler tarafından verileceği; Alevilik ve Bektaşilik ile ilgili olan derslerin ise konusunda uzman kişiler, dedeler ve babalar tarafından verileceği belirtildi. Bir diğer önemli nokta ise azınlık okullarında uygulanan bazı branşlardaki öğretmenlerin ve müdür başyardımcısı gibi bazı idari görevlerin azınlık mensubu öğretmenlere verilmemesi geleneğinin, Hacı Bektaş Veli Anadolu Proje Lisesi’nde de uygulanıp uygulanmayacağı. Bu uygulama, azınlık okullarını içeriden denetleme amacı taşıması sebebi ile uzun yıllardan beri eleştirilmekte. Eğitmen tercihlerinin nasıl olacağının ve bu dersleri verebilecek yeterli sayıda Alevi-Bektaşi gelenekten gelebilecek eğitmenin olup olmadığının şu an için okul ancak tam anlamıyla faaliyete geçtikten sonra anlaşılabileceği görülüyor.

Tanınma Politikası ve Hacı Bektaş Veli Anadolu Proje Lisesi

Dernek ve vakıf isimlerinde “Alevi” ve/ya “Bektaşi” kullanmanın serbestliğe eriştiği 2002 senesinden[4] bu yana devletin Alevilerle ilişkileri, birçok gelgiti içerisinde barındırıyor. Bu süreçte yapılan çalıştaylar ve açılımlar, olumlu sonuçlar doğurmayı başaramadı. Bugün Aleviler, halen bireysel olarak zorunlu din derslerine karşı dava açmak zorundalar. Yine aynı şekilde, vakıflar ise yasal olarak sahibi oldukları cemevlerinin ibadethane statüsünde olduklarını kanıtlayan AİHM kararlarını iç hukuk yollarını kullanarak tasdik ettirmek zorunda. Tanınmanın devlet ile Aleviler arasında bir diyalogla değil de, Alevilerin mahkemeler aracılığıyla devleti zorlamasıyla gerçekleştiği böyle bir siyasal koşulda, bir devlet okulu olan Hacı Bektaş Veli Anadolu Proje Lisesi bu karmaşık duruma bir düğüm daha mı atıyor, yoksa birkaç düğüm çözüyor mu? Bu soruya cevap verebilmek için kısa bir biçimde tanınma literatürüne bakıp Alevi hareketinden çeşitli dernek ve vakıfların düğümün bu yeni haline nasıl yaklaştığını anlamaya çabalayacağım.

Tanınma politikası konusunda önemli isimlerden olan Charles Taylor, iki farklı tanınma sürecine vurgu yapmaktadır.[5] Bunlardan ilki olan “eşit haysiyet politikası” (politics of equal dignity), gruplar arasında var olan sorunlara ve buna sebep olan asimetrik ilişkiler ağına eşitlikçi bir perspektiften bakar. Bu yaklaşım, egemen grubun var olan etkisine zeval getirmez ve tam da onun istediği şekilde egemenliğin devamını sağlar. Taylor “farklılık politikası” (politics of difference) olarak isimlendirdiği ikinci tür tanınma politikasında ise, gruplar arasındaki kültürel farklılıklara, eşitsizliklere ve asimetrik ilişkilere önem vererek bunları pozitif ayrımcılık gibi çeşitli yöntemlerle ortadan kaldırmaya ve gruplar arasındaki bu sorunlu ilişkiler yumağına bir son vermeye gayret eder. Taylor tarafından yaratılan tanınma politikalarına ek olarak, Deborah Rhode ve Nancy Fraser tarafından öne sürülen ve asimetrik ilişkilerin sebebi olarak gördükleri kurumsal ve toplumsal bağlamlara önem veren yaklaşımlar, yukarıda bahsedilen teorik çerçeveye tamamlayıcı bir özellik sağlar. Rhode, sadece soyut haklar temelli yapılan tanınma girişimlerin tanımama politikalarının asıl sebebi olan toplumsal bağlama bakmayı göz ardı ettiğini ve asıl işe bu toplumsal bağlamı dönüştürerek başlanılması gerektiğini vurgular.[6] Yine benzer bir şekilde, Fraser da “dönüştürücü çözümler” (transformative remedies) olarak adlandırdığı yöntem ile sağlıksız olan kurumsal yapıların devamının sağlanmasına karşı çıkmaktadır.[7] Dönüştürücü çözümler, işlevsiz kalan ve toplumsal eşitsizliğin sebebi olarak görülen bu kurumsal yapıların yeniden yaratılması gerektiğini vurgular. Burada çizilen genel teorik çerçeve, Alevi örgütlerinin tanınma politikasına dair bakışları açısından önemlidir ve hareket içerisindeki farklı yaklaşımları işaret etmesi açısından değerlidir.[8]

Bugün dedelik eğitimi, Alevi vakıflarının kendi inisiyatiflerinde devam ediyor. Gazi Cemevi’nde dedeler ile gerçekleştirdiğim mülakatta, Cem Vakfı gibi birkaç büyük vakıf dışında başka bir yerde bu tip eğitimlerin gerçekleşemediği ve dedelik eğitimi için gerekli olan belgelere yeteri kadar sahip olmadıkları vurgulandı. Halen devam eden bu eğitimler, yine dedelerin ortak ifadesi ile, ağırlıklı olarak sözlü geleneğe dayanıyor ve kurumsallaşmadan uzak bir seyir izlemesi sebebi ile de yeterli değil. Dedelik eğitimi konusundaki bu tip eksiklik ve yetersizliklere rağmen, Dosteli Vakfı dışında görüştüğüm Alevi örgütleri okulun sunacağı eğitim konusunda şüphelerini dile getiriyorlar. Okulun vaat ettiği muğlak kurumsal yapı ve oluşum sürecinde Dosteli Vakfı dışındaki diğer örgütlerin kapı dışı bırakılması, okula karşı bir güvensizlik yaratmış durumda. Alevi Düşünce Ocağı’nda yapılan görüşmede, görüşmeci böyle bir okulun vaat edilen müfredatla hayata geçmesinin teknik olarak mümkün olmadığının altını çiziyor. Yine benzer bir şekilde, Gazi Eğitim ve Kültür Vakfı’nda yapılan görüşmede, vakıf yöneticisi her ne kadar dedelik eğitiminde akademik tarafın eksik olduğunu vurgulasa da bu okulu bir tür merkezî dede yetiştirme süreci olarak ele alıyor ve karşı çıktığını söylüyor.

Sonuç

Devletin süregelen tanımama tavrının Alevi örgütlerinin içerisinde bulunduğu güvensiz ortamın en önemli sebeplerinden biri olduğu yadsınamaz bir gerçek. Buna ek olarak öne sürülebilecek bir diğer nokta ise, Hacı Bektaş Veli Anadolu Proje Lisesi’nin içerdiği müfredat sebebi ile birçok noktada Anadolu İmam Hatip liseleriyle benzerlik taşıması olabilir. Hatırlatmak gerekirse, Anadolu İmam Hatip liseleri, Anadolu Lisesi müfredatına ek olarak İmam Hatip müfredatında bulunan derslerinin verildiği yoğun bir programa sahipler. Hacı Bektaş Anadolu Proje Lisesi’nde de benzer bir müfredat yapısının oluşturulması, kamuoyunda lisenin “Alevi İmam Hatip Lisesi” olarak tanımlanmasına yol açtı ve bu durum, diğer Alevi örgütlerinin liseye eleştirel yaklaşmasının arkasında yatan önemli sebeplerden biri olarak göze çarpıyor.

Peki tanınma politikası bu tartışmanın neresinde kalıyor? Teorik çerçevede tanımladığımız hikâyeyi tamamlamak gerekirse, geçmişten günümüze devletin Aleviler ile ilişkileri Charles Taylor’ın da belirttiği gibi “eşit haysiyet politikası” seviyesinde devam etmekte. Devlet, Alevilerin kültürel farklarını tanıma ve ona göre eşitleyici politikalar üretmek yerine, gruplar arasındaki asimetrik ilişkiyi ve farklılıkları göz ardı etmeyi tercih ediyor. Kolektif olarak Alevi kimliğinin tanınmadığı bu bağlamda, devlet sadece her yurttaşının eşit olduğunu söylemekle yetiniyor ve bunun da altını doldurmuyor ve bu nokta, aslında Hacı Bektaş Veli Anadolu Proje Lisesi’ndeki tartışmanın da en önemli noktası. Bu okul, yapısı itibarıyla Alevilerin kültürel farklılıklarını tanımak için yeni bir kurumsal yapı vaat etmiyor. Tersine, birçok Alevi örgütü, bu okulu kadük yapıdaki bir İmam Hatip lisesine benzetiyor ve yukarıdan aşağıya bir dayatma olduğunu düşünüyor. Burada belki de gerekli olan tutum, Taylor, Rhode ve Fraser tarafından farklı ifadelerle belirtilmiş olan “farklılık politikasını” sürdürmek ve devleti bu konuda uzlaşmaya zorlamak olacak. Ancak, bunun gerçekleşmesi, Fraser ve Rhode’nin öne sürdüğü gibi, ancak bugün var olan olumsuz koşullara sebep olan kurumsal yapıyı ve siyasi iklimi dönüştürerek mümkün olabilir.

Fotoğraftakiler: Vakıf başkanı, Nabi Avcı ve bir Alevi dedesi.

[2] Seçmeli derslerin tümüne ulaşmak için: http://dostelivakfi.com/katalog/

[3] Kaya, N. (2009). Forgotten or assimilated?: Minorities in the education system of Turkey. Londra: Minority Rights Group International.

[4] Ertan, M. (2017). Aleviliğin Politikleşme Süreci: Kimlik Siyasetinin Kısıtlıkları ve İmkânları. İstanbul: İletişim Yayınları. s. 91.

[5] Taylor, C. (1994). Politics of recognition. A. Gutmann (Ed.), Multiculturalism içinde, New Jersey: Princeton University Press.

[6] Rhode, D. L. (1991). Justice and gender. Cambridge, Massachusetts: Harvard University Press.

[7] Fraser, N. (1995). “From redistribution to recognition? Dilemmas of justice in a ‘postsocialist’ age”. New Left Review, 212(1), s. 68-93.

[8] Bu konuda uzun soluklu bir tanınma politikası tartışması için bkz. Ertan, M. (2017). Aleviliğin Politikleşme Süreci: Kimlik Siyasetinin Kısıtlıkları ve İmkânları. İstanbul: İletişim Yayınları.