YILMAZ KARAKOYUNLU
Salkım Hanım’ın
Taneleri
Öteki Yayınevi
İstanbul 1998
YILMAZ KARAKOYUNLU
Güz Sancısı
Öteki Yayınevi
İstanbul 1998
İyi Türk kriminal azınlık
RIDVAN AKAR
Edebiyatta yaratıcılığın sorgulanması, soyutlamaya müdahale edilmesi noktasından yapılan eleştiriler her zaman kuşkuyla karşılanır. Bir sanat adamına “öyle değil de böyle yapman gerekirdi” türünden verilen vaazların hiçbir anlamı olmadığı ortada. Sanat, “keyfî” bir üretimdir. Bu bağlamda da yapıtın kerameti yaratıcısından menkûldür. Bu saptama tarihsel olayları konu edinen yapıtlar için de böyledir. Yazar o tarihsel olayın sadece bir kesitini, bir kişisini ya da bir anını seçmekte özgürdür. Yeter ki ortaya çıkan ürüne gerçekleri birebir yansıttığı savıyla, “belgesel-roman” vb. şeklinde kastını aşan bir içerik vehmedilmesin ya da sanatçı kendini –ortaya konan roman bağlamında– “tarihçi-araştırmacı” olarak atfetmesin.
Yılmaz Karakoyunlu’nun iki ‘tarihsel’ romanı, Salkım Hanımın Taneleri[1] ve Güz Sancısı’nın[2] değerlendirileceği yazıya öncelikle bu ‘veri’yle başlamak gerekiyordu. Yazının amacı ne romanların estetik ve yazınsal düzeyinin tartışılması ne de yazarın her iki tarihsel romanı kurgulayışını eleştirmeyi amaçlıyor. Ancak her iki romana da sinmiş bir milliyetçi-elitist söylemin açığa çıkarılması gerekiyor. Türk yazınında örneğine çokça rastlanan bu söylem önemli. Zira bu tür anlayış halklar arasındaki önyargıların oluşumunda hiç de azımsanmayacak bir paya sahip.
Hele hele gayrimüslim azınlıkların demografik olarak ‘dekoratif bir değere’ itildiği bu dönemde, “Halklar arasındaki iletişimi belki de en sağlıklı biçimde kurabilecek ve daha sivil bir alan olan edebiyatta da benzer güçlükler ve imaj kirlenmeleriyle uğraşmak gerekiyor.”[3]
Karakoyunlu bir geleneğin son temsilcilerinden biri. Ancak bu geleneği edebî kimliğiyle ne kadar temsil edip etmediği eleştirmenlerin sorunu. Bizim ilgilendiğimiz boyutu ise Karakoyunlu’nun temsil ettiği gelenek. Bu geleneği milliyetçi-elitizm olarak tanımlıyoruz.
Herkül Millas tarafından yapılan bir araştırmada[4] Türk edebiyatının önde gelen üç ismi, Halide Edip Adıvar, Ömer Seyfettin ve Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun roman, öykü ve anılarındaki Yunanlı/Rum tiplemeleri ele alınıyor. Bu üç yazarın kitaplarındaki 230 Yunanlı/Rum tipinden 226’sı olumsuzdur.
Araştırmada, romanlardaki 36 kadın tipinin tamamının olumsuz, erkeklerin ise 3’ünün olumlu, 33’ünün olumsuz olduğu ortaya çıkıyor. Aynı yazarların anılarını yayımladıkları kitaplara bakıldığında ise iş tersine gidiyor. Anılardaki 3 kadının tamamı olumlu, erkeklerin ise 14’ü olumlu, 3’ü olumsuz yanlarıyla niteleniyor.
Araştırma bize gösteriyor ki, edebiyatta ortaya çıkan azınlık karşıtı bu söylemin gerçek yaşamla bağı yok. Ancak daha önemlisi Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren çizilen bu olumsuz tablo, azınlık karşıtı bir atmosferin yaratılmasına önemli katkılarda bulundu. Azınlıkları 5. Kol, sömürgen, karaborsacı, korkak, hain, ahlâk düşkünü olarak tanımlayan bu anlayışın salt edebiyatta değil, ders ve tarih kitaplarında da var olduğu dikkate alınırsa[5] sonraki yıllarda büyüyen kuşaklara nasıl bir olumsuz miras bırakıldığı daha da ortaya çıkar. İşte bu tarih ve kültür bilinciyle kuşanan nesillerin 1934’te Trakya’daki Musevilere dönük yağma olayları, 1942’de Varlık Vergisi, 1955’te 6-7 Eylül Hadiseleri, 1964’te Rumların sınırdışı edilmeleri gibi uygulamaların hem öznesi hem de destekçisi olduğu görülür.
Günümüzde ise azınlıklara karşı böylesi “topyekûn” saldırılar yapılmıyor.[6] Ancak Karakoyunlu’nun kitaplarında çizdiği azınlık kahramanlarının olumsuz yanları bu defa da başka işlevlere sahip. Geçmişte yaşanan ve bu ülkenin, devletin ayıpları arasında yer alan yukarıdaki olaylar bu kahramanların nezdinde meşrulaşabiliyor. Resmî tarihin unut(tur)mak istediği azınlık karşıtı politikalar bu kahramanların yarattığı imaj kirlenmesiyle birlikte değerlendiriliyor. Karakoyunlu da romanlarında azınlıklara mensup kahramanlarını ya olumsuz ya da toplumda ahlâkî ve adlî sorunu olan kişiler olarak çiziyor.
Burada çok önemli bir vurguya daha gerek var. Karakoyunlu’da roman kahramanının bilinci ayrı, başka bir bilinç olarak dile getirilmiyor. Romanlardaki kahramanlar nesnelleştirilmiş, kendi içine hapsedilmiş ve yazarın bilincindeki bir nesne durumuna indirgenmiştir.[7] Kahramanların ağzından kendisinin konuştuğunu Karakoyunlu şöyle ifade etmektedir: “Hatta romanın bir yerinde de şahsi kanaatimi şöyle özetledim: ‘Cumhuriyet’in vergi ahlâkını bozdu bu vergi’ diye yazdım.”[8] Yazar kahramanlarının ağzından kendi fikrini beyan etmektedir. Kahramanlar yazardan bağımsız değil, onun diliyle konuşan nesnelerdir. dolayısıyla Karakoyunlu’nun gerek kahramanları gerekse söylemleri bu açıdan çok daha dikkat çekicidir.
Karakoyunlu’nun bu iki kitabı, Cumhuriyet tarihinin azınlıklar açısından en önemli iki kırılma noktasını aktarıyor. Salkım Hanımın Taneleri’nde 1942 yılında uygulanan Varlık Vergisi çerçevesinde Türk burjuvazisinin palazlanması anlatılıyor. Varlık Vergisi tek parti döneminin azınlık karşıtı bir politikasıydı. Başbakan Şükrü Saracoğlu “ticaretin Türklere bırakılması amacıyla” bu vergiyi bir araç olarak kullandı. Azınlıklar Türk ve Müslüman işadamları ve bürokratlar tarafından oluşturulan takdir komisyonlarının belirlediği vergiyi 15 gün içinde nakit ödemek zorundaydı. Vergiye itiraz kabul edilmiyordu. Hemen bütün azınlıklara mal varlıklarını birkaç misli vergi tarh edilmişti. Vergisini veremeyenlerin bütün mal varlıklarına el konuyor ve Aşkale’ye çalışma kamplarına gönderiliyordu. Bütün dünyanın Nazi Almanyası’yla karşılaştırdığı bu politika Yılmaz Karakoyunlu için “Farkına varılmaksızın Marksist Teori’nin uygulanmasından ibarettir.”[9]
Karakoyunlu, romanında Varlık Vergisi’nin uygulandığı o yılları veciz bir üslûpla anlatıyor. Romanın kahramanı olan Halit Bey bir ağa çocuğu. Babası Hamidiye Alayları’nın kumandanlarından Sabri Paşa. Halit Bey’in eşi Bayan Nora ise Musevi. Akıl hastası ve bir hastanede müşahede altında tutuluyor. Bayan Nora’nın kardeşi Mösyö Lüi ise Halit Bey’in muhasebeciliğini yapıyor. Onun verdiği bir evde yaşamını sürdürüyor. Romanın diğer kahramanları ise Halit Bey’le “gayrımeşrû” ilişki yaşayan Nefise, Niğde’den göçüp İstanbul’da Varlık Vergisi’yle zenginleşen iki kafadar Durmuş ve Bekir.
Romanın mağdurları ise Ruben, Leon Varon, Kayzeryan, Dr. Artin ve Bay Franko’dur. Aşkale’de çalışma kamplarında gün dolduran, bütün mal varlıklarını yitiren bu kişiler aralarında Varlık Vergisi’ni tartışırlar. Bu tartışmada Yılmaz Karakoyunlu’nun gölgesi vardır. Romanın kahramanlarından Franko aracılığıyla Varlık Vergisi’ni şöyle savunur: “Adil olunuz. O zaman kaybetmezsiniz... Saracoğlu’nun hataları vardır; ama tamamen haksız değildir. Onu iyi tanırım. Ne kadar yürekli bir Türkçü olduğunu bilirim. Türkçülüğü, basit bir ırk farkı değil, bir kültür davası olarak görür. Kültür, korkuyu kaldırır...” (s.136)
Romanın hukukçu güvenilir kahramanı Franko’nun söyledikleri neredeyse Yılmaz Karakoyunlu’nun Varlık Vergisi ile ilgili yaklaşımıyla aynıdır. “Bunların hepsi –Varlık Vergisi’ni hazırlayan kadro ve Şükrü Saracoğlu’nu kastediyor, R.A.– çok milliyetçi ve vatanperver insanlardı... Vergiyi uygularken bunu ırkçı bir yaklaşımla değil de, ‘Aman devlet biraz daha para alsın bunlardan’ fikriyle milliyetçi bir yaklaşım içinde yaptılar... Tekrar ediyorum, bunların hiçbiri ırkçı değildi.”[10]
Oysa Saracoğlu’nun kendisi Yılmaz Karakoyunlu ile aynı kanıda değil. Başbakan olarak Meclis’te yaptığı ilk konuşmada şöyle diyordu:
“Biz Türküz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız. Bizim için Türkçülük bir kan meselesi –altını biz çizdik R.A.– olduğu kadar bir kültür meselesidir.”[11] Aynı Saracoğlu ülkesinde yüzlerce yıldır yaşayan azınlıkları ‘misafir’ olarak gören bir kültürü savunuyordu. “Milliyetçi ve vatanperver” Başbakan Varlık Vergisi’ni ödeyemeyenlere dönük tehdidi aynen şöyleydi: “Bu memleket tarafından gösterilen misafirperverlikten faydalanarak zengin oldukları halde, ona karşı bu nazik anda vazifelerini yapmaktan kaçacak kimseler hakkında bu kanun bütün şiddetiyle tatbik edilecektir.”[12]
Romanda kanunu “bütün şiddetiyle” çalışma kampında yaşayan hukukçu Franko kendisiyle aynı kaderi paylaşanların bir bölümünün Varlık Vergisi’ne müstehak olduğunu bile düşünmektedir. “O, –Saracoğlu’nu kastediyor R.A.– muhtekiri; O, hırsızı yakalayıp ezmek istedi. Hiç şüphem yok ki bu kafilenin içinde de, bu pisliğe elini sürmüş olanlar var. Ve bunlar, yine o eski nizamın, gazası mübarek kumandanları olacaktır. Korku insanı ya sindirir; ya kükretir. Saracoğlu kükredi; ama iblisin ürktüğünü görmüyorum. Etrafınıza şöyle bir bakmanız yeter...” (s.136)
Bir kez daha anımsatmakta yarar var. Romanda konuşmanın yapıldığı yer, Aşkale’deki çalışma kampıdır. Franko’nun “etrafınıza bakın” dediği kişiler de kendisiyle aynı kaderi, ranzayı paylaşan Varlık Vergisi’ni öde(ye)meyen diğer azınlıklardır.
Romanda Franko’nun kehaneti bir kez daha tekrarlanır. Bu defa bir kumarhane sahibi olan Gani Bey Varlık Vergisi’yle ucuza azınlıkların mallarını “kapatan” Anadolulu fırsatçılara şöyle seslenmektedir: “Sen üç beş ekalliyet –azınlık R.A.– dulunun korkuyla sattığına servet mi diyorsun? Servet, sakin bir kuzu gibi hala çayırda... Ne vergi, ne Aşkale, ne ölüm... Hiçbir kuvvet bu serveti ortaya çıkaramaz. Bu ırk, Kızıldeniz’i yaracak bir Musa için bin yıl bekledi; iki yıl mı beklemeyecek? Bu sabır ister, akıl ister... Çok değil bir yıl sonra, o gizli hazinelerin sahipleri yeniden bir bir gelip, başınıza efendi kesilecekler.” (s.140)
Buradan kitabın sonuna gitmekte yarar var. Varlık Vergisi tasfiye edildiğinde kamplardaki azınlıklar da serbest bırakılır. Çalışma kampından Haydarpaşa Garı’na ulaşan kafilede iki görüşün temsilcileri aynı vapurla İstanbul’la buluşmayı bile reddeder. Franko ve Dr. Artin’in başını çektiği ‘azınlığa’ göre diğerleri vergilerini ödemekten kaçınan “güruhtur”. (s.155) Yazar finalde Franko’nun bu “güruhun” dönüşüyle ilgili kehanetine bir gönderme yapar. Ne demişti Franko? “eski nizamın gazası mübarek muzaffer kumandanları olacaklardır”. Yazar “kumandanların işgalini” şöyle bitirir: “Dr. Artin’in ‘güruh’ dediği kafile, iskelenin üzerinden atlayarak iyi bir yer kapmak için telaşlı adımlarla vapura doluyordu. Taksim’de, Feriköy’de, Galata’da, Yedikule’de, Yedi Tepe’nin her yerinde çan sesleri duyuldu. İstanbul’u yeni bir işgale karşı sanki uyarıyor gibiydi.” (s.160)
“İşgalcilerden” kurtulmak için bir başka olaya 6/7 Eylül 1955’e kadar beklemek gerekir...
VE GÜZ SANCISI’NDA KRİMİNAL AZINLIKLAR
Yazar Yılmaz Karakoyunlu’nun diğer kitabı Güz Sancısı ise bu defa 6/7 Eylül olaylarını anlatır. Bu romanın azınlık kahramanları Salkım Hanımın Taneleri’ne oranla çok daha belirgin çizilmiş karakterlerdir. Romanın baş kişisi Mevlevi Dervişi Hacı Kamil Efendi ve oğlu tıp öğrencisi Behçet’tir. İkisi de tasavvuf terbiyesiyle yetişmiş, karizmatik ve kültürlü kişilerdir.
Gelelim romanın diğer kahramanlarına.. Bayan Rhea Rum’dur. “Hovarda kadındır.” (s.15) Asıl gönlü Kamil Efendi’dedir. “Bir dahaki sefer kimsenin gözünün yaşına bakmadan Hacı Kamil Efendi’nin koynuna girmeyi” planlamaktadır. (s.24, 74) ancak oğlu Behçet ile yakınlaşmalarında da ‘cinsel bir çekicilik’ vardır.
Romanın kadın kahramanı Ester, fahişedir. Behçet’e âşıktır. Ester’in annesi bir kuyumcuya kaçmıştır. Babası ise kumarbazdır. Babaannesi bu fahişe kızı pazarlamaktadır. Madam Atina da Rum’dur. mesleği pezevenkliktir. “Tatavla’dan getirdiği kıvrak Rum kızları, kendi ırkının mükemmel hususiyetlerini (??!) pazarlar.” Esnaftan Kasap Zaven, Bakkal Agop ve manav Tanaş da azınlıktandır. Tanaş, vurguncudur. Yoksulları aşağılayan bir tiptir. Nitekim Dr. Behçet de “Size güvenmiyorum Mösyö Tanaş” der. (s.52) İğneci Armenak, pezevenk Madam Atina’yla geçmişte ilişki kurmuş, şimdi de Atina’nın “kızlarına” iğne yapmaktadır. Diğer azınlıktan kahramanlar siliktir. Şapkacı Madam Lazsio ile Behçet’in haftada bir yemek yediğini (s.57), antikacı Madam Katerina’nın ise zaman zaman fahişe Ester ile sohbetler ettiğini (s.17) öğreniyoruz.
Romanın azınlık kahramanları işte bu kişilerden oluşuyor. Salkım Hanımın Taneleri’nde roman kahramanı Halit Bey’in eşi Bayan Nora’nın delirmesinde kayınpederi Sabri Paşa’yla kurduğu cinsel yakınlığın önemli bir payı vardı. (SHT, s.111)
Şimdi bu kahramanlardan hareketle ortaya çıkan tablo yaşamında hiç azınlıklarla tanışma fırsatı bulamamış bir kişi için nasıl yorumlanmalı? Sayıları 200 binin altına inen azınlıkları romanlardan izleyen okuyucu için bu kahramanlar ne ifade ediyor? Azınlıklar meslekî ve ahlâkî homojenlik içinde mi algılanmalı? Karakoyunlu’nun kahramanları resmî tarihi mi haklı çıkarıyor? Ya da 6/7 Eylül sırasında bakkal Tanaş’ın dükkânını yağmalayan kişinin “Bu herifler yıllarca soydular bizi” şeklindeki gerekçesi haklı mı görülmeli? Zira yazar Tanaş’ı dövenleri şöyle tanımlar: “... Tanaş’ın küçümseyerek her fırsatta alay ettiği; hatta dükkânının önünden geçiyor diye mahalle bekçisine dayak attırdıkları karşısındaydı. Ellerinde sopalar, demir çubuklar vardı. Herkes elindeki sopadan, demir çubuktan çok yumruğuna güvenmiş ve Tanaş’a layık olduğu dersi vermek için gelmişlerdi...” (s.167)
Romanın yazınsal üslûbunun tartışmayacağımızı önceden veri kabul etmiştik. Dolayısıyla “Herkesin elindeki demir çubuk ve sopadan çok yumruğuna güvenmesi” cümlesinden çok hemen sonrasındaki “Tanaş’a layık olduğu dersi vermek” cümlesi ilgimizi çekiyor. Zira Tanaş’ı makasla sünnet etmeye kalkışan bu grubun cinnetini yine Tanaş’ın aşağıladığı bir yaşlı kadın önler. Tanaş’ın hayatını kurtardıktan sonraki cümlesi ise kullanılan şiddetin ölçüsüne karşı olduğunu anlatır.
“Bu dayak sana yeter, Efendi... sen utanmazın birisin... Ama dersini böyle almamalıydın...” (s.168)
“Dozu kaçırılmış bir ‘ders’ miydi olaylar? Yoksa neden ekonomik miydi? Bu ‘iktisadiyat’ anlayışı sömürüyü mahalle manavı düzeyinde mi algılıyordu?”[13] Güz Sancısı romanında sadece azınlık kahramanlar kriminal tipler olarak çizilmekle de kalmıyor. Yazar, bütün azınlık kahramanlarını, 6/7 Eylül vandalizminden yine Türkler sayesinde kurtarıyor.
Romanda, “Emirdağlı Yorgi’yi, Zaralı Zehra Madam Katerina’yı, Hacı Kamil Efendi yaşına rağmen Rhea’yı, Fatımetüz Zehra Hanım Tanaş’ı, Behçet Ester’i kurtarmak için adam dövüyorlar, satır ve makaslarla adam öldürmeyi bile göze alıyorlar. Her saldırıya uğrayan gayrimüslimin yanında koruyucu bir Türk duruyor gibidir. Bu korunan ve kurtarılanların hepsi gözleri yaşlı, onları koruyan Türkler’e şükranlarını dile getirirler; Ester’in ‘Sen ne güzel bir adamsın Behçet’ deyişinde olduğu gibi (s.171)”.[14]
Azınlıkların kurtarıcısı Türkler ise 6-7 Eylül 1955’te yaklaşık 4348 dükkan, 2000 ev, 27 eczane, 21 fabrika, 110 restoran ve cafe, 73 kilise, 26 okul, 5 spor kulübü ve 2 mezarlığı[15] kim tahrip etti? Karakoyunlu’nun ‘tarihsel’ romanında bu soruya yanıt verilmez.
Romanda bir başka çarpıcı yan ise Karakoyunlu’nun azınlıkları “rehabilite” etme çabasıdır. Madam Rhea Hacı Kamil Eendi’ye olan aşkı uğruna kimliğini sorgulamayı, Esra adını almayı bile düşünür. Sonra Yunanistan’a yerleşir. Selanik’teki apartmanın adını “Esra” koyar. Ancak Karakoyunlu’nun burada kalemi sürçmüştür. Zira yazar Herkül Millas’a göre Yunanistan’da apartmanlara ad verme alışkanlığı yoktur.[16] Nitekim emr-i hak, Madam Rhea’ya Konya’da Hacı Kamil Efendi’nin müritlerini izlerken vaki olur. Fahişe Ester ise İsrail’e göçer. Çocuğunun adını “Behçet” koyar. Karakoyunlu bu iki kitabıyla kamuoyunca büyük takdir topladı. Bu haklı ilgi –edebî yanın ötesinde– aynı zamanda iki tarihî “ayıbın” cesaretle dile getirilmesine de dönüktü. Karakoyunlu bu olaylara eleştirel baktığını her defasında ifade etti.[17] Ancak Karakoyunlu her iki olayı “yönetenler/devlet” açısından “mazur gösteren” bir anlayışı da savunmaktan geri durmadı. Örneğin Varlık Vergisi Kanunu hiç de adaletsiz bir kanun değildi. Adaletsizlik tarh mekanizmasında Maliye’nin suçu da değildi. Uygulayıcıların adaletsizliğinden söz etmek mümkün değildi. Olsa olsa tatbikatta biraz aşırı davranıştan söz edilebilirdi. Bunun da sorumlusu CHP idi.[18] Karakoyunlu’nun Varlık Vergisi’ni uygulayanların “milliyetçi ve vatanperver” oldukları konusundaki görüşüne ise yukarıda değinilmişti.
Bu koşullarda adaletsiz olan bu uygulamaları Karakoyunlu’nun savunduğu gibi bir tartışma yapmadığımız ortada. Yazının başında da belirtildiği gibi Karakoyunlu’nun romanlarına sinmiş bir zihniyeti tartışıyoruz. Azınlıkların abartılı kriminal ve ahlâk düşkünü kahramanlarla anlatılışının ciddi bir imaj kirlenmesi yarattığı görüşünü savunuyoruz. Bu anlayışın ancak Türkiye’nin azınlık karşıtı söylemlerine gıda olabileceği inancındayız. Karakoyunlu’nun “orta-yolcu” tavrıyla azınlık hak ihlâllerine karşı gerçekçi politikalar geliştirilemeyeceğini düşünüyoruz. Romanlarda “manayı tesadüfe bırakmamak” için gerçeğe de şans verilmesini diliyoruz.
[1]Karakoyunlu, Yılmaz, Salkım Hanımın Taneleri, Simavi Yayınları, 1990, İstanbul.
[2]Karakoyunlu, Yılmaz, Güz Sancısı, Simavi Yayınları, 1991, İstanbul.
[3]Demir, Hülya - Akar, Rıdvan; İstanbul’un Son Sürgünleri, İletişim Yayınları, 1994 (1994), s.211.
[4]Millas, Herkül, “Türk Edebiyatında Yunan İmajı”, İstanbul, Murat Sarıca Kütüphanesi’nde yapılan konuşma, 26 Mayıs 1991.
[5]Ayrıntılı bilgi için bkz. History Textbooks in Greece and Turkey, History Workshop, Autumn 1991, Issue 31, Artunkal Tuğrul, “Türk Ders Kitaplarında Yunanlı Tipi”, Türk-Yunan Anlaşmazlığı, Der. Semih Vaner, Metis Yayınları, 1990, istanbul.
[6]Günümüzde azınlıklara dönük saldırı ve devlet politikalarıyla ilgili olarak bkz. Demir, Hülya, “Medyanın At Gözlüğü: Azınlıklar ve Hak İhlalleri”, Birikim dergisi, Mart-Nisan 1995, sayı 71-72, s.181.
[7]Lunaçarski’nin Dostoyevski için kullandığı analiz yöntemini ödünç aldım. Bkz. Lunaçarski, Anatoli, Sanat ve Edebiyat Üzerine, s.129.
[8]Şalom gazetesi, “Yılmaz Karakoyunlu ile söyleşi”, 1 Nisan 1992.
[9]Şalom gazetesi, a.g.s., 1 Nisan 1992.
[10]Şalom gazetesi, a.g.s., 1 Nisan 1992. Karakoyunlu aynı görüşü 31.3.1994 tarihinde Tarih Vakfı’nda düzenlenen Varlık Vergisi konulu sözlü tarih atelyelerindeki panelde de tekrarlamıştır.
[11]Akar, Rıdvan, Varlık Vergisi, Tek Parti Döneminde Azınlık Karşıtı Bir Politika Örneği, Belge Yayınları, 1992, s.83.
[12]Cumhuriyet gazetesi, 21.1.1943.
[13]Millas, Herkül, “Güz Sancısı, Tarihle İlgili Bir Romanın Eleştirisi”, Toplumsal Tarih, Nisan 1994, s.60.
[14]Millas, Herkül, a.g.m., s.60.
[15]Akar, Rıdvan, “20. yüzyılın Malazgirtleri”, Birikim dergisi, Mart-Nisan 1995, sayı 71-72, s.71.
[16]Millas, Herkül, a.g.m., s.59.
[17]“Açık Görüş Programı”, Samanyolu televizyonu, 9 Aralık 1997, Şalom gazetesi, 1 Nisan 1992 ve Tarih Vakfı, Sözlü Tarih Atölyeleri, 31.3.1994.
[18]Tarih Vakfı, Sözlü Tarih Atölyeleri, 31.3.1994, bant çözümü.