Roni Ben-Efrat, İsrail ve Filistin politikalarının eleştirel ve sol bir perspektiften çözümlemesini yapan Challenge dergisinin editörüdür. İsrail içindeki ve İşgâl Edilmiş Topraklardaki Filistinlilerin haklarının deneyimli bir savunucusu ve Filistinli ve İsrailli kuruculara sahip Marksist parti Demokratik Hareket İçin Örgüt’ün (DHÖ) kurucu üyelerindendir. İkinci İntifadanın başlaması ve Ariel Şaron’un başbakan olarak seçilmesinin ardından İsrailli Yahudi toplumu daha sağa kaydı. Sayıları gittikçe azalan Yahudi solcular kendilerini daha önce hiç olmadığı kadar yalıtılmış ve karalanmış bir halde buldular. Uluslararası destek alan adil ve uygulanabilir bir barış sürecinin yokluğunda, işgâle karşı koymaya çalışan az sayıdaki radikal Yahudi aktivist, kendilerini kavramsal ve politik bir açmazın içinde buldular. Batı Şeria ve Gazze’nin yeniden işgâli ve laik Filistin solunun yıkılışı karşısında onların aktivizmi nasıl bir biçim almalıdır? Nasıl bir politik çözüm hayal edilebilir? İsrail solu daha geniş bir küresel adalet hareketiyle nasıl çalışabilir? Yerel barış ve adalet mücadelesi veren İsrailli herhangi bir oluşum, son on yılda İsrail sınırlarındaki radikal değişime nasıl yaklaşmalıdır? Duke Üniversitesi’nde yardımcı doçent olan Middle East Report editörlerinden Rebecca L. Stein, bu konularla ilgili olarak Haziran 2003’te Tel-Aviv’de Ben-Efrat ile görüştü.
2000 sonbaharından beri İsrail barış cephesinin çöküşü hakkında çok şey yazıldı. ’90’lardaki Siyonist ve anti-Siyonist İsrail solunun tarihi bu çöküşü anlamamıza yardım eder mi?
• 1991 Körfez Savaşı ve 1993 ve 1994 Oslo mutabakatları İsrail barış yanlıları veya sol için dönüm noktalarıydı. 1980’lerdeki savaş karşıtı ve Filistin yanlısı iki aktivizm dalgasından sonra, Siyonist İsrail solu ve daha radikal sol, Oslo fikri, Amerikan zaferi ve Sovyetler Birliği’nin çöküşü tarafından etkisizleştirildi; Oslo’nun “kentteki tek oyun” olduğuna inanmaya başladılar. Sorun sadece pek çok insanın Oslo sürecinde İşçi Partisi’nin çıkarlarını yanlış anlamaları değildi. Gerçek sorun, solun bütün olarak dünyada neler olduğunu görememesiydi: dünya artık tek bir gücün hâkimiyeti altındaydı ve bu tek güçle işbirliği yerine, yeni bir politik alternatifin hızla ve eksiksiz kurulması gerekiyordu. Bir diğer üzücü gelişme ise İsrail tarafında olduğu kadar Filistin’de de politikanın pis bir laf haline gelmesiydi. birçok parti sivil toplum örgütlerine dönüştü; bunlar iyi işler yapabilirlerdi, ancak parçalara ayrışmış bir şekilde. Ortalıkta büyük düşünecek kimse yoktu.
Değindiğiniz gelişmeler hakkında daha açık olabilir misiniz?
• İsrail solunun sorunu bu sefer Filistinli örgütlerin sorunlarıyla ilgiliydi, çünkü İsrail solu hiçbir zaman kendi başına bir güç olarak ortaya çıkmadı. Her zaman diğer tarafta ne oluyorsa buna karşı bir tepki biçimindeydi. Filistin muhalefetinin çöküşü, -El-Fetih’in Oslo sistemine teslim olması gerçeği- İsrail solundaki birçok kişinin “Elbette, biz Papa’dan daha Katolik olamayız. Biz işgâl eden gücüz, eğer Filistinliler Oslo’yu kabul ediyorsa biz niçin karşı çıkalım?” demelerine yol açtı. Sol, Filistin-İsrail çatışmasının arkasında yatan şeye bakmayı başaramadı. Daha geniş bir çerçeveye bakarsak -Arap Dünyası, sanayileşmiş ülkeler, ABD- Oslo Antlaşması’nın uygulanamayacağı, çünkü bir yalan üzerine kurulu olduğu görülebilir. Bu, Filistin çözümüne yönelik bir yalandan çok, yeni dünya düzeninin, küreselleşmenin yalanıdır: herkesin bu yeni dünyada kazanacağı, ve fırsatların herkes için olduğu, sınırların kalktığı ve teknolojinin bütün sorunlarımızı çözeceği yalanı. İsrail solu, Filistinli aktivistler ve dünyanın her yerinden akademisyenlerle görüşürken, Filistinliler acı çekiyorlardı. Hiçbir yere hareket edemiyor, işlerine gidemiyorlardı. Şu anda İsrail ve Filistin otoritesinin çifte baskısı altında eziliyorlar. İşgâl altındaki topraklarda, gazeteler kapanmış, politik aktivistler tutuklanmış. Filistin başkanı Yaser Arafat aleyhinde kim konuşursa hemen hapse atılıyor.
İsrail solu Arafat rejimine nasıl yaklaştı?
• İnsan hakları örgütü Betselem ve bizim dışımızda kimse, başkanı eleştirmek istemedi. Hepsi patronluk taslayan şu affediciliği paylaştı: “Biliyorsunuz işte, daha yeni başladılar. Her şeyi bir günde değiştiremeyiz ki.” Betselem ’90’ların sonunda Filistin’deki insan hakları üzerine bir rapor yayımlayınca, İsrail radikal solunda bazı kimseler “Bu sizin işiniz değil” dediler. Bu da temel insan haklarının başka bir ihlâliydi; Batı Şeria ve Gazze’deki gerçeklikle yüzleşmeyi becerememekti.
Barış cephesinin başarısızlıkla sonuçlanan Temmuz 2000 Camp David zirvesi ile ilgili hayal kırıklığı, büyük oranda bir barış ortağı olarak Arafat’ı kaybettikleri fikriyle bağlantılıydı. İkinci İntifada başladığında bunun, bu ihanetin bir diğer ve daha ciddi bir boyutu olduğu düşünüldü. İsrail barış cephesi içindeki radikaller bu söyleme katıldılar mı?
• Eğer Oslo bir dönüm noktasıysa, Camp David de ikincisidir. İsrail solu haritayı yanlış okudu. O zamanki İsrail Başbakanı Ehud Barak’ın başını çektiği Camp David’in Oslo sürecinin zirvesi olması gerekiyordu. Fakat böyle bir umut için kesinlikle hiçbir temel yoktu ve insanlar bunu görmek istemedi. Arafat bu hikâyede önemsiz bir oyuncudur. Arafat’ın Camp David’de imza atmamasını sağlayan güç Filistin halkıdır. Arafat kesinlikle anlaşmayı imzalayacak bir pozisyonda olmadığını biliyordu. Barış cephesi ve solun Filistinlilerle işi var, Arafat’la değil. Eğer Camp David ve İntifadanın başarısızlığı konusunda suçlayacak birilerini arıyorlarsa Filistin halkını suçlamaları gerekir. Bu daha büyük soruları doğuruyor: Eğer “özgürleştirmeye” çalıştığın insanların karşısında isen öyleyse nerede duruyorsun? Pek çok İsrailli solcu Oslo yılları boyunca süregelen Filistinlilerin hayal kırıklığını, acısını ve aşağılanmalarını anlayamadı ve anlamaya niyet etmedi ve bu, İkinci İntifadayla ilgili temel problemi oluşturuyordu. Bir anda sol, Filistinliler konusunda hayal kırıklığına uğradı. Onları hayal kırıklığına uğratan neydi? Filistinlilerin Oslo süreci, İsrail solu ve İsrail solunun kurmak istediği “Yeni Ortadoğu”daki eşitsiz gelir dağılımına körlüğü karşısında düş kırıklığına uğradıklarını anlayamadılar mı? Filistinliler de İsrailliler de hayal kırıklığına uğradılar ve bu bir güvensizlik yarattı, bu kesin. Enternasyonalist İsrailli ve Filistinli aktivistlerin ’90’larda fenomen halini almış buluşmaları, Camp David ertesi kesildi. Şu anda ise çok önemli İsrailli aktivist ve yazarların birden Filistin karşıtı olduklarını ve “Şimdi sizin gerçek doğanızı anladık” dediklerini görüyoruz.
Bize biraz daha sol ve İkinci İntifadadan bahsedebilir misiniz?
• İkinci İntifadayı yanlış okuyan uluslararası soldan söz etmek istiyorum. Onlar bu İntifadanın bir ulusal kurtuluş hareketi olduğuna inandılar -1980’ler sonundaki ilk İntifadanın ikinci dalgası. Biz (DHÖ) İkinci İntifadayı desteklemedik. Başlangıçta İntifada, Oslo’ya yönelik ciddi ve hakiki bir hayal kırıklığını yansıtıyordu. Fakat başka bir politik alternatifin yokluğunda bu hayal kırıklığı çabucak kaçırıldı. Böylece üç başlı bir İntifada ile karşı karşıya kaldık. İlki Filistin otoriteleridir; İntifadayı açıkça destekleyemediler, çünkü Oslo Antlaşması’na halen bağlıydılar, fakat gizlice desteklediler ve Arafat’ın yok olmuş prestijini geri kazanmak için kullandılar. İkinci güç, sürgünden dönen FKÖ üyelerinin ellerinden aldığı konumlarını -onlar buna inanıyordu- tekrar kazanmak için İntifadayı kullanmak isteyen El-Fetih üyeleriydi. El-Fetih’in durumu gerçekten anladığına, veya Filistin’de başka tür bir toplum için savaşma motivasyonuna sahip olduğuna inanmıyorum. İsrail’i askerî anlamda yenmelerine ihtimal yoktu, fakat amaçlarının bu olduğunu söylüyorlardı. Üçüncüsü ise elbette Oslo’dan sonra silah bırakmayan tek örgüt olan Hamas’tı. İntifada onlarındı. Hamas insanlara beş yıl içinde -ardı ardına gelen intihar saldırılarıyla- Filistin’i kurtaracakları sözünü veriyordu. Bu, elbette saçmalıktı, ahlâki ve politik değerliğine değinmeye bile gerek yok. Filistin solu tamamıyla Hamas’ın gelişmemiş söylemi tarafından içeriliyor ve solcuların sayısı çok azaldı. Uluslararası solun Başbakan Ariel Şaron’a olan muhalefeti yüzünden haritayı yanlış okudular ve İntifadayı değişim için bir araç olarak gördüler. Bence bu olamazdı, çünkü bir mesajı, stratejisi veya amacı yoktu. Bir örnek vereceğim: Bence Ramallah’ta (Ekim 2000’de) kaybolan iki İsrailli askerin linç edilmesi gibi korkunç ve şok edici bir olay, İntifada öncesi yaşanmazdı. Diyaloğun tarafı olan aklı başında laik bir sol liderliğin yokluğunda Filistin toplumu değişti, buna şüphe yok. İlk İntifadada ilerici Filistin örgütleri, Yahudiler ve Siyonistler veya en azından yerleşimciler ve barış aktivistleri arasında ayrım yapabiliyorlardı. Biraz ekonomik çöküş biraz da sol liderliğin olmayışı yüzünden herkes tek bir sepetin içine konuldu: “Yahudiler”.
Size göre İsrail solu bu çözümlemeyi yapamadı.
• Evet. Eğer görselerdi, İntifadanın öncelikle Oslo ve ona götüren her şeye hayır demek olduğunu görürlerdi. Bu çözümlemeyi anlamak, İsraillilerin tamamen yeni bir çözüm bulmaları ve Ortadoğu’ya Siyonist ve Amerikan üstünlüğü prizmasından bakmamaları gerektiğini anlamaları demektir. Bu noktaya kadar, İsrail solunun büyük bir bölümü prizmadan görünenden başka bir gerçekliği görmek istemedi.
Camp David ve İntifada sonrası, siz yeni tür politik stratejiler peşinde koştunuz, fakat bu İsrail solunun büyük bir kısmı için böyle olmadı. İsrail solu Camp David sonrası hangi yolu izledi?
• İsrail solunun büyük bir kısmını oluşturan İşçi Partisi ve Barış Şimdi (Peace Now) Hareketi, özellikle yerleşimler üzerine odaklandı. Politik olarak geri çekildiler ve güzel günlerin gelmesini beklediler, büyük bir hayal kırıklığına uğramışlardı. Solun diğer kısmı, sayıca pek azdı; İsrail işgâli sonucu ortaya çıkan acıyı dindirmeye çalışmaya başladılar, özellikle Nisan 2002’de İsrail’in Filistin topraklarını işgâlinden sonra, battaniye, un ve benzeri yardım malzemesi götürdüler. Bölgedeki durum bu noktada çok kötüydü - tecrit ve yoksulluk. İnsanlar yiyecek ve ilaca ulaşamıyorlardı. Fakat sorun battaniye ve undan çok daha büyüktü. Sorunun iki boyutu vardı: Filistin toplumu kendi içinden şu anki liderliğe bir alternatif üretebilecek mi? Eğer uzun vadede Filistin hükümeti Oslo’ya benzer bir anlaşma imzalamaya istekliyse kaç çuval un taşıdığınız fark etmiyor. Ve İsrail tarafında sol, Ortadoğu’yu üstünlük prizmasından görmeye devam edecek mi? İsrail her zaman Arap dünyasına üstün olmak zorunda mıdır?
Dayanışma hareketlerinin aslında işgâl yapısını sağlamlaştırabileceğini mi söylemek istiyorsunuz?
• Dayanışmaya yönelik işler -insanî misyonlar- gerçekleştiririz fakat öbür tarafta bir politik cevap inşa ediyor olmamız koşuluyla. Eğer eskiden olduğu gibi, işgâl edilmiş topraklarda aklı başında bir sol örgüt bulursak, yardım malzemesi getirmenin bu grubun toplum için daha iyi bir yapı kurmasına katkısı olacağını bilirsek bunu bir taktik olarak kullanabiliriz. Açlığı gerçekten bitireceğinizi düşünmüyorsunuz zaten. Uluslararası ilgiyi arttırmak için yardım yapıyorsunuz. Fakat diğer taraftaki gruplar, bu yardımı gerçeği değiştirecek politik kanallara dönüştüremezlerse o zaman... üzgünüm ama eğer şu anki Filistin liderliği insanlarına battaniye ve un sağlayamıyorsa değişmelidir. Fakat siz battaniyeler ve unu getirirseniz o zaman nasıl değişecek?
Dünya çapında sadece İsrail kamuoyu Irak savaşına destek konusunda Amerikan kamuoyuna katıldı. Savaşa Siyonist ve anti-Siyonist İsrail solu nasıl tepki gösterdi?
• Ne yazık ki İsrail solu bütün olarak bu savaşın yansıttığı büyük tehlikeyi anlayamadı, çünkü İsrail-Filistin çatışmasının çok dar prizmasından bakmaya devam ediyorlardı. Burada Amerika’da ortaya çıkan yarı faşist liderliği görüyoruz. Gerçekten korkutucu olan, Dick Cheney’in raporlarıdır [Beyaz Saray tarafından uygulamaya konulan 2002 Ulusal Güvenlik Stratejisi’nin 1992 Savunma Politikası Rehberi’nden esinlendiği genellikle kabul görür]. Açıkça, dünya üzerinde Amerikan egemenliğini mümkün olduğu kadar sürdürmeyi sağlamak için orada olduklarını söylüyorlar. Savaş başlamadan önce burada bir savaş karşıtı koalisyon örgütlemeye çalıştık ve söylemem gerekir ki, başaramadık. ABD konsolosluğu önünde birkaç gösteri düzenlemeyi başardık. Elbette göstericilerin savaşı durdurabileceğini düşünmedik fakat bir muhalefet oluşturmanın çok önemli olduğunu gördük. Uzun vadede İsrail-Filistin çatışmasının İsrail ve Filistin, İsrailli ve Filistinliler parametreleri içinde çözülemeyeceğini hepimiz biliyoruz. Dünya üzerindeki güçler dengesi değiştiğinde çözülebilir ancak. Dünya çapındaki savaş karşıtı gösteriler dünyanın birçok bölgesinde Bush yönetiminin dünya için bir tehlike oluşturduğunun anlaşıldığını gösteren önemli bir işaret. Ne yazık ki, İsrail solu bu tehditle yüz yüze gelmede büyük oranda başarısız oldu.
Yerleşik radikal solun savaş karşıtı gösterilere katılmaktaki başarısızlığını nasıl yorumluyorsunuz?
• Bu ABD’yi sonuçta bir barış sağlayıcı olarak görmeleriyle açıklanabilir. ABD olmadan bir “yol haritası” ve İsrail’i müzakere edilmiş bir barışa “zorlayacak” bir güç olmayacak. ABD’yi savaş kışkırtıcısı olarak suçlayan gösteriler yapıp Amerikalıları barışı sağlamak için çağıramazlar. Eğer ABD Irak’ta bir işgâle hazırlanıyorsa niçin onlarca yıldır süren bir işgâli sona erdirsin? İnsanlar ABD’nin İsrail-Filistin sorununu çözmesini bekliyorlar fakat bu gerçekleşmeyecek. Belirtmeden geçemeyeceğim; biz yedi tane, yaratıcı ve epey büyük gösteri hazırladık ve protestomuza oldukça büyük bir sanatçı ve genç topluluğun katılımını sağladık - daha önce aktivizm geçmişi olmayan fakat savaştan endişe duyan insanlar. Veto Tiyatrosu hareketi örneğin 30 sanatçı ve 250 kişilik bir kalabalığı harekete geçirdi. Büyük ölçüde apolitik, fakat savaşın yanlış olduğunu hisseden ve bu konuda konuşmak isteyen bir grup insandan bahsediyorum. Hareketleri çok önemli olsa da bu hareketi sürekli bir aktivizme çeviremediler. Savaş bittiği zaman hareket de durdu.
Tarihsel olarak Yahudi İsrail solu ülke içindeki Filistinliler konusunu ciddiye almada başarısız oldular fakat bu, sizin onlarca yıldır üstünde çalıştığınız bir konu. Bu tarihsel anda bu Filistin nüfusu daha geniş bölgesel çatışmada nereye oturuyor?
• Filistinliler İsrail içinde bir azınlık olarak ayrımcılığa uğramışlardır. Bu değişmedi. İkinci İntifada başladığında İsrail’deki Filistinlileri de harekete geçirdi çünkü bu, aşağıdan yukarı doğru bir hareketti. Filistin kasabalarında gördüğünüz, Oslo süreci boyunca zenginleşen İsraillilere olan nefrettir, yatırımlar İsrail’e geldiyse de bunların hiçbiri İsrail içindeki Filistin toplumuna ulaşmadı. İsrail’deki Araplar kendilerinin İsrail ve Arap dünyası arasında aracılar olabileceklerini düşünürken bir kenara itildiler. Biz DHÖ’de İsrail’deki Filistinliler arasındaki işsizlik sorununa el attık. Arap bölgelerindeki işsizlik oranı yüzde yirmiye yükseldi, İsrail’de toplam işsizlik ise yüzde on civarında. Oslo sonrası ekonomik yapı Ekim 2000’deki huzursuzluğun nedenlerinden birisidir. Tüm hafif sanayi yok oldu ve İsrail yüksek teknolojiye -Arapların “güvenlik” meseleleri yüzünden yasaklı olduğu bir sektöre- geçti. İsrail ve işgâl edilmiş bölgelerde yaşayan Filistinliler her zaman inşaat sektöründe hâkim iş gücüydü, fakat Başbakan İzak Rabin 1993 yılında tecrit politikasını açıklayınca, işgâl edilmiş topraklardan gelen Filistinliler kapana kısıldı. İsrail yabancı işgücü ithal etmeye başladı ve Arap kökenli İsrailli işçileri işten çıkarmak çok kolaylaştı. 1995’ten 2000 yılına kadar inşaat sektöründeki 35.000 Filistin kökenli İsrailli işçi kendilerini bir anda işsiz buldu. Yabancı işçiler devlet için kârlıydı. 2001 ve 2002 arasında işsizliği çözmek için yollar aramaya başladık. Bir yıl içinde büyük İsrail firmalarında 600 Arap inşaatçı için iş bulduk. Elbette yabancı işçilerin kovulması taraftarı değiliz fakat ithal edilmelerini durdurma taraftarıyız.
Yerleşik İsrail solu iki devlet çözümünün uygulanabilir olup olmadığı konusunda yeni tartışmalar başlattı. Siz ve birlikte çalıştığınız organizasyonlar bu konuya nasıl yaklaşıyor? Tek devlet çözümü halen geçerli bir alternatif midir?
• İlk İntifada sonrası ve 1980’ler boyunca iki devlet çözümünü destekliyorduk. Fakat Oslo sonrası açıktır ki, İsrail iki devlet çözümünü istemiyor. Bu çözüm İsrail etkisi altında bir Filistin varlığına sahip egemen bir devlet öngörüyor. “Yol haritası” bağlamında bile İsrail hiçbir zaman egemen bir Filistin devletinden söz etmiyor. Oslo’nun yaptığı, iki devlet çözümünü geçersiz kılmaktır. Uluslararası düzlemde bu konuyu kim açacak veya destekleyecek? Halen tek devlet çözümü üstüne konuşan bazı İsrailli ve Filistinli entellektüeller var fakat bence bu öylesine entellektüel bir oyun. Eğer iki devlet çözümüne ulaşamazsanız nasıl tek devlet çözümüne ulaşabilirsiniz? Buradaki alt sınır şu: Ortadoğu’da adil ve eşit bir çözüm için küresel resmin değişmesi gerekir. Sonuç olarak, küresel değişim endüstrileşmiş ülkelerden gelmelidir. Üçüncü Dünya bitkindir. Sovyetler Birliği ortalıktayken Üçüncü Dünya’ya dayanmak mümkündü fakat günümüzde ABD tek süper güçtür ve eğer karşıt bir güç yoksa yakın gelecekte çözüm de olmayacaktır. Bu yüzden küreselleşme ve savaş karşıtı hareketi dikkatle izliyoruz ve küresel bir karşıt gücün buralardan çıkmasını umuyoruz. Bugüne dek bu hareketler kendilerini gerçek politik güçlere çevirmede pek istekli olmadılar. Protesto iyidir fakat yeterli değildir. Eğer sistemi değiştirmek istiyorsanız rejimi değiştirmeniz gereklidir. Güçten çekinerek rejimi değiştiremezsiniz.
Size göre İsrail solu çatışmanın geniş küresel çerçevesini yanlış anlamakta. Halen gücünü yardım işlerine ve dayandığı İsrail ve Filistin, işgâl eden ve edilen ikiliği üzerine yoğunlaştırıyor. Halen 1980’lere ait bir paradigmanın içinde hareket ediyor.
• Kesinlikle. Sol kül oldu, yorgun. Küresel perspektifi görmüyor. Çatışma büyük, fakat daha büyüğü de var: dünya üzerindeki çatışma. Eğer Ortadoğu’da adil bir çözüm umacaksak, bu çatışmanın çözüme kavuşması gereklidir.
Ben-Efrat’ın editörlüğünü yaptığı Challenge dergisine şu adresten ulaşılabilir: (http://www.hanitzotz.com/challenge)
21 Ağustos 2003
Çeviren İLKER UĞUR