İlerlemiş Marjinallik Çağında Bölgesel Damgalama

Avrupa Birliği’nin belli başlı ülkelerinde ve ABD’de kentsel sürgünün son otuz yılının yapı, dinamik ve deneyimlerini inceleyen karşılaştırmalı sosyoloji araştırmaları, egemen medya söylemi ve politik söylemin işaret ettiği Amerikan gettosu şablonunu doğrulamıyor; onun yerine yeni bir marjinallik rejiminin ortaya çıkışını göstermekte.[1] Bu rejim artık, döngüsel, ya da geçişsel olmayıp, çağdaş toplumların geleceğine varlığını kaydeden yoksulluk biçimlerine kalıcı olarak hayat vermektedir. Bu yoksulluk biçimleri, toplumlarda süregelmiş ücretli emek ilişkisi parçalanmasından, yoksun mahallelerle ulusal ve küresel ekonomiler arasındaki bağın işlevsel olarak çözülmesinden ve refah devletinin kutuplaşan şehirde ücretli emek yükümlülüğünü hayata geçirecek bir araç olarak yeniden şekillendirilmesinden beslenmektedir. Yüzyıl sonu Siyah Amerikan gettosu ve Fransız işçi sınıfı banliyösünün metodolojik karşılaştırması ve diğer gelişmiş ülkelerin düşkün mahallelerindeki değişen toplumsal ilişki ve günlük deneyimlere dair seçici gözlemlere dayanan bu makale, “ilerlemiş marjinalliğin” üç ayrı uzamsal özelliğine ve bunların yirmi birinci yüzyılın şafağında post-endüstriyel toplumlarda “prekarya”[2] oluşumundaki etkilerine ışık tutmaktadır.

BÖLGESEL SABİTLEME VE DAMGALAMA

İlerlemiş marjinallik işçi sınıfı bölgelerinde yayılmak yerine, gittikçe hem içindekiler hem de dışındakiler tarafından post-endüstriyel metropolün kalbindeki sosyal acı çekme yerleri, sadece toplumun artık tabakasının yerleşmeyi kabul edeceği cüzzamlı kötü topraklar olarak algılanan, yalıtılmış ve sınırlı bölgelerde yoğunlaşma eğilimi göstermektedir.

Bu “cezalı alanlar” (Pétonnet 1982) şehir manzarasının demirbaşları oldukça, ya da demirbaşlarına dönüşme tehdidinde bulundukça, buralar hakkında yergi söylemleri hem “aşağıdan”, günlük hayatın sıradan etkileşimlerince, hem de “yukarıdan”, basın, politika ve bürokrasi (ve hatta bilim) alanlarınca biriktirilip yaygınlaştırılmaktadır.[3] Şehrin güzelliğini bozan kusur algısı da geleneksel olarak -bu görüntüyle yakından alakalı olan ama tek kaynağı olarak gösterilemeyecek- yoksulluk ve etnik köken veya postkolonyal göçmen statüsüne yakıştırılan mevcut damgaya eklenmektedir. Ervin Goffman’ın (1963) ikamet yerinden “bireyi ehliyetsiz kılan” ve onu diğerlerinin “tamamen kabulünden” yoksun bırakan “engellerden” biri olarak söz etmemesi çarpıcıdır. Oysa bölgesel acizlik, kendine has bazı özellikler barındırsa da, bedensel, ahlaki ve kabilesel damgalara paralel özellikler gösterir ve onlarınkine benzer bilgi yönetimi, kimlik ve sosyal ilişkiler çıkmazları içerir. Goffman tarafından sıralanan (1963: 4-5) üç ana damgadan -“bedensel iğrenme”, “bireysel karakterin kusurları” ve “ırk, millet ve din” işaretleri- bölgesel damgalamaya benzer olanı üçüncüsüdür. Tıpkı bölgesel damgalama gibi o da “nesiller boyunca iletilir ve tüm aile bireylerine eşit şekilde bulaştırılır”. Ancak diğer utanç kaynakları mühürlerinin aksine coğrafi hareketlilik aracılığıyla kolayca gizlenebilir ve bastırılabilir, - hatta hükümsüz kılınabilir.

Birinci Dünya’nın her metropolünde bir ya da daha fazla kent, semt veya toplu konut bölgesi, alenen şiddet, ahlaksızlık ve metrukluğun hüküm sürdüğü kentsel cehennem çukurları olarak bilinir ve tanınır. Hatta bazıları kutuplaşmış şehrin başına bela olan tüm kötülük ve tehlikelerle adı anılan bir günah keçisi mertebesine erişir:[4] Fransa’da Les Minguettes ve La Courneuve ya da Toulouse’daki Mirail yerleşim kompleksi, Amerika’da Güney Merkez Los Angeles, Bronx ve Şikago’da Cabrini Green konutları, Almanya’da Duisberg-Maexloh ve Berlin-Neuköln, İngiltere’nin Liverpool şehrinde Toxteth ve çevresi, Bristol’da Saint Paul, veya Newcastle’da Meadow Well, Hollanda’da Amsterdam’ın Bijlmer ve Westlijke Tuinsteden bölgelerinde durum böyledir. İskandinav ülkeleri gibi ilerlemiş marjinalliğe en iyi direnen toplumlar dahi, kentsel dışlanmışlar için muhafaza edilen alanların ortaya çıkışı ile bağlantılı bölgesel damgalama olgusundan etkilenmişlerdir:

[İsveç’in vilayetleri boyunca] Nerede seyahat edersem edeyim, nereden geldiğimi öğrenen insanlardan aynı soruları duyuyorum: “Tensta’da mı yaşıyorsun? Orada nasıl yaşayabiliyorsun? Gettoda yaşamayı nasıl beceriyorsun?” (Pred 200: 129)[5]

Bu yerlerin aslında köhne veya tehlikeli olup olmadıkları veya gerçekten de yoksullar, azınlıklar ve yabancılardan oluşup oluşmadığı, sonuçta pek önemli olmuyor: Öyle oldukları yönündeki önyargılı kanı toplumsal felaketleri fitillemeye yetiyor.

Bu, günlük sosyal ilişkilerin yapı ve dokusunu belirleyen bir önyargı. Başka yerlerde de gösterdiğim gibi Paris’in dışındaki (alt)proleter konutlarda yaşamak, “kabul edilmemiş ağırlığı insani ilişkileri çarpıtan sessiz bir suçluluk ve utanç duygusu” getiriyor (Pétonnet 1982: 148). Buranın insanları çoğunlukla adreslerini gizliyor, aile ve arkadaş ziyaretlerini kendi evlerinde yapmıyor, ve imajlarını zedeleyen bu adı kötüye çıkmış yerde oturmanın mazeretlerini belirtmek zorunda hissediyorlar. “Ben şahsen buralı değilim”, diye ısrar ediyor Vitry-sur-Seine’ den genç bir kadın; “Burada yaşıyorum çünkü şu sıra problemlerim var ama buralı değilim, buradaki insanlarla hiçbir alakam yok” (Pétonnet 1982: 149). Kadının komşularından biri, bu konut alanını bir mahalleyle karıştırmaması için antropoloğu uyarıyor; “Çünkü bir mahallede herkesi bulabilirsiniz... Ama burada bulacağınız tek şey boktur” (Pétonnet 1982: 14). Benzer şekilde, Şikago getto sakinlerinin de genel olarak mahallenin çekirdek topluluğuna aidiyeti reddettiklerini, lekeli olduğu herkesçe kabul edilen, medya ve belli bir akademik söylem tarafından durmaksızın küçük düşürücü bir imgeyle damgalanan mekân ve insanlardan kendilerini uzak tutmaya çalıştıklarını gördük.

Sürgün mahallelerini örten kuvvetli sosyal aşağılanma hissi damgayı sadece yüzü olmayan, şeytani ötekine iterek azaltılabilmekte. Bu öteki, aşağı kat komşuları, yan binada oturan göçmen aile, karşı sokağın esrarkeşleri veya “torbacı” gençleri, ya da illegal olarak işsizlik veya sosyal yardım desteği aldığından şüphelenilen yan bloğun sakinlerinden başkası değil haliyle. Zaten zayıflamış olan yoksun bölge dayanışmasının çözülüşünü hızlandırma eğilimi gösteren bu yatay kötüleme ve karşılıklı mesafe koymanın kontrol altına alınması güçtür. Çünkü:

... çeşitli sosyal oyunlara katılacak vasıflardan yoksun olmak mahallelinin ortak kaderini sadece ortak afarozlarında birleştirdikçe, damgalanmış mahalle sembolik olarak yaşayanlarını küçük düşürmektedir ve orada yaşayanlar da karşılığında onu sembolik olarak küçük düşürürler. Mahrumiyeti türdeş bir nüfusu belli bir yere toplamak, mahrumiyeti pekiştirir (Bourdieu 1993a: 129).

Bölgesel damgalamanın etkileri kamu politikaları düzeyinde de hissedilmektedir. Bir yer normların dışında kalan bir “kanunsuz bölge” ya da “kanun dışı arazi” olarak alenen yaftalandığında,[6] mahalle sakinlerinin düzenini bozacak, marjinalliklerini derinleştirecek ve onları serbest emek piyasası emirlerine maruz bırakacak, görünmez kılacak ya da aslen yaşamak istedikleri mekânları terk etmeye zorlayabilecek –niyete değilse de- etkiye sahip, hem kanun hem de teamülle ters düşen özel tedbirleri meşrulaştırmak, resmî makamlar için kolaylaşmaktadır.[7] Öyle ki, sansasyonel televizyon haberlerinin sonucu olarak, kuzey Porto’nun “gecekondulaşmış”, güçlü ve ünlü bir çingene ve Cabo Verde nesli varlığına sahip kısmı olan Sao Jao de Deus mahallesi, bugünlerde Portekiz’de “bairro social degradado” (“yozlaşmış belde”, ç.n) cehennemi olarak bilinmekte. Ve Porto belediyesi “hipermercado das drogas” (“uyuşturucu hipermarketi”, ç.n) olarak yayılan bu sefil ünün sağladığı avantajdan faydalanarak mahalleyi şehrin emlak döngüsüne yeniden dahil etmek için, yerel bağlılıkları, izinsiz yerleşmeyi, işsizleri ve diğer insan enkazını defeden ve dağıtan güçlü polis baskınları sayesinde bir “şehri yenileme” operasyonu başlattı - yerlerinden edilen binlerce mahalle sakininin akıbeti hakkında en küçük bir endişe duymaksızın.[8]

UZAMSAL YABANCILAŞMA VE “MEKÂNIN” ÇÖZÜLMESİ

Bu bölgesel damgalama sürecinin görünen yanını “mekânın” çözülmesi, yani marjinalleşmiş şehir nüfusunun kendini özdeşleştirdiği ve içindeyken “evde” ve görece güvende hissettiği insancıl, kültürel olarak tanıdık, ve toplumsal olarak yabancı öğelerden süzülmüş yörelerin kaybı oluşturmaktadır. Post-Fordizm teorileri kapitalizmin güncel yeniden yapılanışının, sadece firmaları ve ekonomik akışları, iş ve insanları uzam içinde engin bir değişime uğratmakla sınırlı kalmadığına, aynı zamanda uzamın kendisini de organizasyon ve deneyimlerinde engin bir değişikliğe uğrattığına işaret ediyor. (bkz., özellikle Harvey 1989, Soja 1989 ve Shields 1991). Bu teoriler hem Amerikan gettosu hem de Fransız işçi sınıfı banliyösünün 1970’lerden sonra geçirdikleri radikal dönüşümle tutarlıdır. Sözkonusu olan, paylaşılan duygu ve içiçe anlamlarla örülü, karşılıklılık esasına dayanan pratikler ve kurumlarla desteklenmiş ortak “mekân”ların, sadece hayatta kalma ve merhametsiz rekabetin kayıtsız “uzamlarına” evrilmesidir.

Bu iki kavramın mevcut ortama yaklaşım tarzları arasındaki ayrım şu şekilde ifade edilebilir: ““Mekânlar” “dolu” ve “sabit”, “istikrarlı” alanlardır. “Uzamlar” ise “potansiyel boşluk,” “muhtemel tehlike,” ve korkulması, emniyet altına alınması ya da kaçılması gereken yerlerdir (Smith 1987: 297). Sosyolog Dennis Smith, mekân politikasından uzam politikasına geçişin şehrin içinde bölgesel cemaate dayalı olarak kurulmuş ilişkilerin zayıflamasından güç aldığını eklemektedir. Ayrıca bu geçiş, bireylerin özel ev hanesi alanına geri adım atması eğilimi ile güvenlik arayışı ve toplumsal kollektiflerin halihazırda zaten zayıflıyor olmasıyla artan korunmasızlık hissiyle iyiden iyiye büyümektedir.[9] Şu noktada geçmişin proleter mahalle ya da ayrımcı yerleşim bölgeleri koşullarını romantikleştirilmemek konusunda da dikkatli olmak lazım: Amerikan gettosu ya da popüler Fransız banliyösünde hiçbir zaman yaşamın hoş, sosyal ilişkilerin uyumlu ve tatmin edici olduğu bir “altın çağ” yaşanmadı. Ancak, kente sürgün deneyiminin bugün daha külfetli ve yabancılaştırıcı olacak şekilde değiştiği de aşikârdır.

Kısaca bahsetmek gerekirse: 1960’lara kadar siyah Amerikan gettosu halen bir “mekân”dı, soul müzik retoriğinde vurgulandığı gibi (Hannerz 1968) -kanlı ve amansız ırkçı baskının bir ürünü olsa bile- siyahların güçlü bir özdeşleşme hissettiği ve -Black Power hareketinde de su yüzüne çıktığı gibi- üzerinde ortak kontrol sağlamak istedikleri (Van De Burg 1992), insancıl bir çevre, kollektif bir oekoumène idi. Bugünün hipergettosu ise bir “uzam”dır ve bu tamamen mahrumiyet içindeki uzam artık Afrikalı Amerikalıların hareketlenip kendilerini beyaz egemenliğinden korumak için konuşlanabilecekleri ve hareket stratejileri için kollektif destek bulabilecekleri ortak bir alan değildir. Tersine, buralar cemaat içi bölünmeyi teşvik eden bir hat, siyah alt-proletaryanın fiilî hapsi için bir araç, korkulan ve nefret uyandıran, ve Şikago’nun güney bölgesinden birinin özetlediği gibi “herkesin kendini kurtarmaya baktığı” bir yere dönüşmüştür.[10]

Hipergetto, dışarısının güvensizlik ve baskıcılığına karşı koruyucu bir siper olmaktan çok, çekişmeli, entropik ve tehlikeli bir savaş alanı olmaya daha çok yatkındır.[11] Bu çekişme, şu aktörler arasında yaşanmaktadır: (i) dolaşımda olan yetersiz varlığa el koymak isteyen bağımsız ve organize sokak yağmacıları (torbacılar ve çeteler), (ii) mahallelerinin kullanım ve değişim değerini korumak için çabalayan çevre sakinleri ve onların taban organizasyonları (Şikago’nun batı bölgesindeki MAD, “Uyuşturucuya Karşı Anneler” grubu, veya varlığını halen sürdürebilen mahalle kulüpleri ve esnaf birlikleri gibi), (iii) şiddeti ve düzensizliği ırksal ayrımcılıkla belirlenmiş metropol merkezinin çeperinde tutmakla vazifelendirilmiş, devletin polis, mahkemeler, gözaltı ve şartlı tahliye makamları gibi gözetim ve toplumsal kontrol mekanizmaları, ve (iv) diğer [dışarıdan gelen] kurumsal yağmacılar, yani Siyah Kuşağın kenar kesimlerini şehre geri dönen orta ve üst sınıfların kullanımına açıp olağanüstü kâr elde edenler (özellikle emlak komisyoncuları).

HİNTERLANDIN KAYBI

Mekânın erozyona uğramasındaki etkenlerden biri de yaşanabilir bir hinterlandın kayboluşudur. Modern kapitalizmin önceki kriz ve yeniden yapılanma evrelerinde, emek piyasasının geçici olarak işsiz bıraktığı işçiler memleketlerinin toplumsal ekonomilerine başvurabiliyorlardı. Bu köken bazen işleyen bir ekonomiye sahip bir işçi sınıfı ilçesi, bazen komünal bir getto ya da ülkenin uzak köşelerinde veya göç bölgesinde bir köy olabiliyordu (Young ve Wilmot 1957, Kornblum 1974, Piore 1979, Sayad 1991).[12]

Periyodik darboğazlarda, Şikago’nun fabrika, dökümhane, imalathane ve araba mağazalarından kovulan 20. yüzyıl ortası Bronzeville sakinleri, akraba, arkadaş çevresi ve kilise desteklerine sırtlarını dayayabiliyorlardı. Çoğu bölge sakini ücretli olarak çalışmaya devam ediyor ve yoğun bir şekilde örülmüş olan mahalle temelli organizasyon ağı ekonomik güçlüklerin yarattığı darbenin hızını kesmede yardımcı oluyordu. Dahası, tüm siyah sınıf yapısı boyunca dallanıp budaklanan suçlu ekonomisi ve sokak ekonomilerinin “üstü örtük girişimleri” önemli ölçüde geçici istihdam sağlayabiliyordu (Drake ve Cayton [1945] 1993: 524-525). 1990 yılına gelindiğindeyse Güney Kesim sakinlerinin büyük bölümü işsizdi; Siyah Kuşağın kalbi hayatlarını devam ettirme araçlarından mahrum bırakılmış, yerli nüfusun büyük kesiminin tamamen işçilikten çıkarılması ile toplumsal ilişkiler üzerinden ücretli iş bulma yolu tamamen kapanmadıysa da büyük ölçüde daralmıştı: Abiler ve kızkardeşler, amcalar ve arkadaşlar kendileri uzun zamandır işsizken başka birine iş bulmakta zorlanıyorlardı (Sullivan 1989, Wilson 1996).

Bugünlerde, sürgün mahallelerinde maaşlı istihdamdan dışlanan bireyler hiçbir zaman gelmeyebilecek ya da geldiği takdirde güvensiz ve süreksiz olacak yeni bir iş için beklerken informel cemaat desteğine sırtlarını dayayamıyorlar. Endüstriyel toplumlarda illegal iş ağının yaygınlığı varolan eşitsizlik yapısını azaltmak yerine bu yapıyı güçlendirdiği için (Pahl 1989: 249), hayatta kalabilmek adına istikrarsızlığı azaltmakta yetersiz kalan mahalle sakinleri bireysel “kendi-kendine yetme”, “gizli kapaklı işler” ve kayıtsız iş, yeraltı ticareti, suç işleme ve artık neredeyse kurumsallaşmış “torbacılık” yöntemlerine başvurmak durumunda kalmaktalar. (Gershuny 1983, Pahl 1987, Wacquant 1992, Engbersen 1996). Bunun yanısıra, informel ekonominin özellikleri birçok şehirde değişikliğe uğramıştır. Suç ticareti temelinde yükselmiyor olsa bile bildiğimiz ücretli emek sektöründen gitgide ayrıştığı kesindir. (Barthélémy 1990, Leonard 1998). Böylelikle bu paralel akımlar meşru çalışma dünyasına gitgide daha az giriş noktası bırakıyor ve gizli kapaklı işlerle uğraşan gençlerin marjinalleşmesi süreklilik kazanıyor (Bourgois 1995). Eğer Fordist dönemin fakir mahalleleri “umudun şehir-içi varoşları” idiyse, onların şimdiki muadilleri denetlenmeyen kapitalizm çağında Güney Amerika’nın kentsel çeperindeki -Susan Eckstein’ın (1990) deyimiyle- “umutsuzluğun işgalci meskenleri”ne daha çok benzemektedirler.

“PREKARYA”NIN DEVAM EDEN YARATILIŞI ÜZERİNE

İlerlemiş marjinalliğin önceki fakirlik biçimlerinden bir farkı da proleter birleşme ve türdeşleşme yerine istikrarsızlaşma ve işçilikten çıkma yönündeki çifte eğilimin baskısı altında (Kronauer vd. 1993, Wilson 1996) sınıf dayanışması yerine sınıf çözülmesi bağlamında gelişmesidir (Azémar 1992, Dudley 1994). Bu yönelime maruz kalmış ve gidişatın girdabına kapılmış olanlar kendilerini geleneksel hareketlilik ve grup temsilinden kopmuş bulmakta, dolayısıyla ortak bir kader anlayışı geliştirebilecekleri ve mümkün alternatif gelecekler tasarlayabilecekleri bir dilden, ortak imaj ve simgelerden yoksun kalmaktadırlar (Stedman Jones 1982).

Beyaz yakalı üretim bandında işçiliğe indirgenmiş ya da teknolojik yeniliklerle veya üretim aktivitelerinin uzamsal yeniden yapılanması ile gözden çıkarılmış yaşlı sanayi emekçileri ve alt düzey memurlar, üzerindeki denetlemeler kaldırılmış hizmet sektörünün ayağı sağlam yere basmayan geçici işçileri, çıraklar, stajyerler, sözleşmeli çalışanlar, haklarından mahrum işsizler ve “social minima” (devletlerin bireylere sağladığı asgari yardım programları, ç.n) katılımcıları, uzun zamandır kamu yardımı ile geçinenler ve kronik “evsizler”, sokağın ganimet ekonomisiyle geçinen dilenci, serseri ve torbacılar, sosyal ve tıbbi hizmetlerden yoksun bırakılanlar ve adli hukukun düzenli müşterileri, damgalanmış etnik cemaatlerden yeni göç dalgası sonucu gelen gençlerin iş piyasasında yarattığı beklenmeyen rekabetle yüzleşen yerli işçi sınıfının düşüşteki fraksiyonlarının bu durumdan pek de mutlu olmayan yeni kuşakları... Ekonomik aciliyet ve sosyal gereksinimleri bu derece değişik şekillerde kurgulanmış gruplar nasıl ortak koşul ve amaç hissi geliştirilebilir? Toplumsal ve kentsel uzam yapısının eşzamanlı kesitlerinde, -kısa bir süre boyunca veya devamlı- benzer yerlerde konumlanmalarına rağmen bu denli muhtelif rotalar ve benzeşmeyen eğilimler izleyen bu kategorileri ortak bir angajman çerçevesinde birleştirmek nasıl mümkün olabilir? Sosyal-mesleki hiyerarşilerin her seviyesinde emeğin toplumsallığını yitirmesi ile istikrarsızlaşan çalışanlar sınıfıyla, sınırlı bir komşu dayanışmasının ötesinde nasıl elle tutulur ve verimli bağlar kurulabilir? (Perrin 2004)

Toplumsal ve uzamsal marjinalleşme kıskacına yakalanmış ve dağılmış nüfusu adlandırması beklenen yaftaların yayılması -”yeni fakir”, “zonards” (“Zone” olarak isimlendirilen toplu konut mahallelerinin sakinleri, ç.n.), “dışlanmışlar”, “alt sınıf”, “banliyö gençliği”, “ayaktakımı”, “yob” (işçiler için kullanılmaya başlanan yeni bir argo terim, ç.n) ve son dönem Fransız politik tartışmaları bağlamında yeni yeni adlandırılmakta olan –sizlikler üçlemesi (iş-siz, ev-siz, evrak-sız göçmenler)- yeniden düzenlenmiş toplumsal yapının saçak ve çatlaklarını etkileyen sembolik düzensizlik durumu üzerine çok şey söyler. Onları birleştirecek ortak bir üslubun yokluğu, bugünün kentsel yoksulunun nesnel parçalanmışlığını pekiştirmektedir. Kent proletaryasının kollektif ses ve hak taleplerinin daimi organizasyon araçları olan sendikalar ve onların kamu sektöründeki versiyonları ise, geleneksel olarak düzenlenmiş ücretli iş alanının ötesinde oluşup gelişen sorunlarla baş etme güçlerini yitirmişlerdir ve savunma taktikleri karşılaştıkları ikilemleri ve onları yeni (alt)proletaryadan farklı kılan çeşitli ayrımları sadece daha da çözülmez hale getirmektedir.[13] Yoksunların oluşturmaya başladıkları her türlü organizasyon, işsizler birliği, evsiz ve evraksız göçmen savunma grupları ve çeşitli “dışlanma” cephelerinde mücadele eden taban örgütlenmeleri, fazlasıyla kırılgan haldedir. Bu organizasyonların, dağınık ve noktasal baskı alanları yaratmaktan fazlasını umabilmek adına siyasi sahnede resmî tanınma kazanmak için hâlâ katetmeleri gereken çok yol var (Siméant 1998, Demaziére ve Pignoni).

Geleneksel görevi ekonomik ve kültürel sermayeden yoksunları temsil etmek olan sol partilere gelince, onların, -Fransa’daki Sosyalist Parti gibi yönelimlerini açıkça eğitimli orta sınıfa doğru değiştirmedikleri sürece- sürgün bölgelerindeki büyük değişikliklerin doğası ve derecesini anlayamayacak, ve ilerlemiş marjinallik sarmalını durdurabilecek kamu politikalarını tahayyül ederek vaatlerde bulunamayacak kadar kendi yıkıcı mücadeleleriyle meşgul oldukları ve parti mekanizması mantığı ve medya darbeleri kapanına sıkışmış oldukları görülmektedir.[14]

Kutuplaşmış piyasa toplumunun metropolün yoksun bölgelerinde toplanmış bulunan parça, posa ve hiziplerini adlandırmanın zorluğu, -yeni proletaryanın güvensiz parçalarına verilen bu yeni isimle- “prekarya”nın henüz “öznelliğini başkası tarafından nesnelleştirilmesi üzerinden kurmak zorunda kalan” bir “nesne sınıf” statüsüne dahi ulaşamadığı (Bourdieu 1977) gerçeğine ışık tutuyor. Sürgünler, heterojen birey ve kategorilerden oluşan ve toplumsal sıkıntı, maddi ihtiyaç ve sembolik yetersizlik tarafından negatif olarak tanımlanan sıradan bir birleşik küme, collectio personarium plurim, olarak kalmaktadır. Yalnızca (bilişsel, ikonografik ve dramatürjik yaklaşımların üçünü de içeren) büyük ama spesifik bir biraraya getirme ve temsil politikası bu kümeyi kollektif varolmaya, ve böylece kollektif harekete eriştirebilir. Ancak bu politika, aynı zamanda onun kurucu bir unsuru da olan ve hızla üreyen birtakım eğilimlerden kaynaklanan, üstesinden gelinemez bir zıtlıkta tökezlemektedir: Prekarya gelişimini tamamlamadan ölü doğmuş bir gruptur. Çünkü bu grubu sağlamlaştırmak için yapılabilecek tek şey mensuplarını ya onlara bir ücretli emek sığınağı bularak ya da (toplumsal gelir dağılımı ve devlet korumasıyla) çalışma yaşamından tamamen kaçmalarına yardım ederek bu grubu terk etmeye yönlendirmektir. Proletaryayı uzun vadede birleşip kendini evrenselleştirerek feshetmeye davet eden Marksist tarih anlayışının aksine, prekarya yalnızca kendini yok ederek varolabilir.[15]

Abu-Lughod, Janet L. vd. 1994. From Urban Village to East Village: The Battle for New York’s Lower East Side. New York and Cambridge.

Azémar, Guy-Patrick. (der.). 1992. Ouvriers, ouvrières. Un Continent morcelé et silencieux. Paris: Éditions Autrement.

Auyero, Javier. 1999. “‘This is Like the Bronx, Isn’t It? Lived Experiences of Slum-dwellers in Argentina.” International Journal of Urban and Regional Research 23-1 (mars): 45-69.

Barthélémy, Philippe et al. 1990. Underground Economy and Irregular Forms of Employment (travail au noir): Final Synthesis Report. Bruxelles: Communauté économique européenne, ronéoté.

Bourdieu, Pierre. 1977. “Une classe objet.” Actes de la recherche en sciences sociales 17-18 (mayıs): 2-5.

Bourdieu, Pierre. 1993. “Effets de lieux.” s. 249-262 in Pierre Bourdieu vd., La Misère du monde. Paris: Points/Seuil.

Bourgois, Philippe. 1995. In Search of Respect: Selling Crack in El Barrio. New York: Cambridge University Press. (Trad. fr. En quête de respect. Le commerce du crack à New York, Paris, Seuil, 2001)

Crump, J.R. 2003. “The End of Public Housing as We Know It: Public Housing Policy, Labor

Regulation and the US City.” International Journal of Urban and Regional Research 27-1 (mars): 179-187.

Demazière, Didier et Maria-Teresa Pignoni. 1999. Chômeurs, du silence à la révolte. Sociologie d’une action collective. Paris: Hachette.

Drake, St. Clair et Horace R. Cayton. [1945, 1962] 1993. Black Metropolis: A Study of Negro Life in a Northern City. Şikago.

Dudley, Kathryn Marie. 1994. The End of the Line: Lost Jobs, New Lives in Postindustrial America. Şikago: University of Chicago Press.

Eckstein, Susan. 1990. “Urbanization Revisited: Inner-City Slums of Hope and Squatter Settlements.” World Development 18-2 (Şubat): 165-181.

Engbersen, Godfried. 1996. “The Unknown City.” Berkeley Journal of Sociology 40: 87-112.

Fernandes, Luis. 1998. O sítio das drogas. Etnografia das drogas numa periferia urbana. Lisboa: Editorial Notícias.

Gershuny, Jonathan I. 1983. Social Innovation and the Division of Labor. Oxford: Oxford University Press.

Goffman, Erving. [1958] 1963. The Presentation of Self in Everyday Life. Harmondsworth: Penguin Books.

Harvey, David. 1989. The Condition of Postmodernity: An Inquiry into the Origins of Cultural Change. Oxford: Basil Blackwell.

Henni, Amar et Gilles Marinet. 2002. Cités hors-la-loi. Un autre monde, une jeunesse qui impose ses lois. Paris: Ramsay.

Jones, LeAlan et Lloyd Newman. 1997. Our America: Life and Death on the South Side of Chicago. New York: Washington Square Press.

Kornblum, William. 1974. Blue-Collar Community. Şikago.

Kotlowitz, Alex. 1991. There Are No Children Here: The Story of Two Boys Growing Up in the Other America. New York.

Kronauer, Martin, Berthold Vogel ve Frank Gerlach. 1993. Im Schatten der Arbeitsgesellschaft. Arbeitslose und die Dynamik sozialer Ausgrenzung. Berlin: Campus Verlag.

Leonard, Madeleine. 1998. Invisible Work, Invisible Workers: The Informal Economy in Europe and the US. Basingstoke: Palgrave Macmillan.

Masclet, Olivier. 2003. La Gauche et les cités. Enquête sur un rendez-vous manqué. Paris: La Dispute.

Mele, Christopher. 1999. Selling the Lower East Side: Culture, Real Estate, and Resistance in New York City. Minneapolis.

Pahl, Raymond E. 1987. “Does Jobless Mean Workless? Unemployment and Informal Work.” Annals of the American Academy of Political and Social Science 493 (Eylül): 36-46.

Pattillo-McCoy, Mary. 1999. Black Picket Fences: Privilege and Peril Among the Black Middle Class. Şikago.

Perrin, Évelyne. 2004. Chômeurs et précaires au coeur de la question sociale. Paris: La Dispute.

Pétonnet, Colette. 1982. Espace habités. Ethnologie des banlieues. Paris.

Piore, Michael J. 1979. Birds of Passage: Migrant Labor and Industrial Societies. Cambridge: Cambridge University Press.

Pred, Allan Richard. 2000. Even in Sweden: Racisms, Racialized Spaces, and the Popular Geographical Imagination. Berkeley.

Ricketts, Erol R. and Isabell V. Sawhill. 1988. “Defining and Measuring the Underclass.” Journal of Policy Analysis and Management 7 (hiver).

Sayad, Abdelmalek. 1991. L’immigration ou les paradoxes de l’altérité. Bruxelles: De Boeck université.

Schwartz, Olivier. 1990. Le Monde privé des ouvriers. Hommes et femmes du Nord. Paris: Presses Universitaires de France.

Shields, Rob. 1991. Places on the Margin: Alternative Geographies of Modernity. Londra: Routledge.

Siméant, Johanna. 1998. La Cause des sans-papiers. Paris.

Smith, Dennis. 1987. “Knowing your Place: Class, Politics, and Ethnicity in Chicago and Birmingham, 1890-1983.” s. 277-305 içinde Nigel Thrift ve Peter Williams (ed.), Class and Space: The Making of Urban Society. Londra: Routledge and Kegan Paul.

Soja, Edward W. 1989. Postmodern Geographies: The Reassertion of Space in Critical Social Theory. Londra: Verso.10

Stedman Jones, Gareth. 1983. Languages of Class: Studies in English Working Class History 1832-1982. Cambridge.

Sullivan, Mercer L. 1989. “Getting Paid”: Youth Crime and Work in the Inner City. Ithaca, NY: Cornell University Press.

Uitermark, Justus. 2003. “‘Social Mixing’ and the Management of Disadvantaged Neighbourhoods: The Dutch Policy of Urban Restructuring Revisited.” Urban Studies 40-3 (mart): 531-549.

Van Deburg, William L. New Day in Babylon: The Black Power Movement and American Culture, 1965-1975. Şikago.

Venkatesh, Suhdir. 2000. American Project. The Rise and Fall of a Modern Ghetto. Cambridge, MA: Harvard University Press.

Wacquant, Loïc. [1992] 1998. “Inside the Zone: The Social Art of the Hustler in the Black American Ghetto,” Theory, Culture, and Society, 15-2, May 1998, s. 1-36

Wilson, William Julius. 1996. When Work Disappears: The World of the New Urban Poor. New York: Knopf.

Young, Michael et Peter Willmott. 1954, 1986. Family and Kinship in East London. Berkeley: University of California.

[1] Bu makale Loic Wacquant’ın, Urban Outcasts: A Comperative Sociology of Advanced Marginality (Cambridge; Polity Press, 2007) çalışmasının 8. bölümünden, okuyucuya 20. yüzyıl biterken ABD ve Fransa’daki sürgün mahallelerinin yapı ve değişiminin derinlemesine analizini ve yeni kentsel marjinallik rejiminin ideal-tipik karakterini sunmak üzere adapte edilmiştir.

[2] Fr. “Précariat”. Proletarya ve “précaire” (istikrarsız) kelimelerinden türetilen bu kelime, farklı adlandırılması gereken yeni bir tür işçi sınıfına işaret ediyor. İşleri ellerinden alınan, iş arayan, her an iş kaybetme tehlikesi olan, kısacası ayakları yere proletaryadan da daha az sağlam basan kitleleri tasvir ediyor. (Y. H. N)

[3] Sosyal bilimciler, sıradan sınıf ve ırksal önyargıları analitik bir analizmişçesine sunan sözde-akademik fikirlerle kentsel rezalet yüküne önemli ölçüde katkıda bulunmuşlardır. Eroll Ricketts ve Isabel Sawhill (1988) tarafından uzamsal olarak belirlenmiş ‘sosyal patolojilerin’ faili olarak tanımlanan ‘aşağı sınıflar’ın (‘underclass’) oturduğu mahalleleri açıklamak için öne sürülen anlamsız ‘aşağı sınıflar bölgesi’ (underclass area) kategorisi bunlara bir örnek oluşturmaktadır.

[4] Auyeero’nun Buenos Aires’teki bir gecekondu bölgesini incelediği çalışmasında gösterdiği gibi, aralarında Bronx’ un da sayılabileceği bazı kentsel azap ‘batakları’ uluslararası alanda da benzer bir statü kazanmışlardır.

[5] Tensta, Stockholm’ün kuzey banliyölerinde işsiz ve göçmenlerin yoğun olarak yaşadığı bir mahalle. Yeni yüzyılın eşiğindehâlâ, Stockholm’ün Rinkeby ve Malmö’nün Rosengard gibi bölgelerini tarif etmek için kullanılan ‘problem yaratan mahalleler’ terimi (problemomrade) sıkça ve açıkça ‘yüksek göçmen yoğunluklu mahalleler’ (invandrartaetomrade) terimiyle eşanlamlı olarak kullanılmaktadır. Benzer bir kullanım da Hollanda’daki sürgün alanlarını tanımlamak için sözkonusudur: ‘achterstandswijken’ ve ‘concentratiebuurten’ (Uitermark 2003).

[6] Bu noktada banliyöler üzerine Fransız kitapçılarını istilaya uğratan sınıf ırkçılığının ve yabancıların tehlikelerine dair fantazilerin kol gezdiği sayısız kitap sıralanabilir. Bunlardan başlığıyla içeriğini özetleyen bir tanesinden söz edilmesi gerektiğini düşünüyoruz: Cités hors la-loi. Un autre monde, une jeunesse qui impose ses lois. Henni ve Marinet 2002 [Yasadışı Araziler. Başka Bir Dünya, Kendi Yasalarını Dayatan Bir Gençlik] (; Marinet Fransa 2 ulusal televizyonu habercisi. Bu televizyon kanalı yoksun bolgelerde ‘tourrnantes’(cete tecavuzleri) patlamasi mitini üretmişti). Yurttaşlık vazifesi gibi sunulan analizleriyle bu kitaplar sürgün mahallelerini yerme söyleminde ve sakinlerinin sembolik sürgününde önemli rol oynamaktadırlar.

[7] Bu noktada, ‘aşağı sınıflar’ın (paradoksal olarak ilerici akademisyenler tarafından da öne çıkarılan) şeytani efsanesinin bir yandan 1996 İş ve Personel Sorumluluk Yasasıyla varolan refahın ‘geliştirip’ ‘çalışma refahı’nın sağlanmasına, öte yandan büyük yerleşim projelerinin yoksulların uzamsal olarak dağıtılmasının faydaları bahane edilerek yok edilmesine -1998’de Konut Kalitesi ve İş Sorumluluğu yasasıyla resmileşerek- yardımcı olmaktadır. (Crump 2003).

[8] (Portto Üniversitesi’nden) Luis Fernandes’e bu bilgi için borçlanmış bulunmaktayım, ve okuyucuya uzamsal damgalama ile ilgili Portekiz şehrinin ‘psikotropik bölgeleri’ analizini önermekteyim.

[9] Geleneksel işçi sınıfının ‘savunucu ve içine kapanık özelciliği’nin özenli bir analizi ve Fransa’nın kuzeyinde bir maden kasabasındaki grup çözülmesine dair önemli teşhisler için, bkz. Schwartz (1985). Şikago’nun Batı Yakası ve Güney Yakası’nda aşırı yoksunluk ve şiddet baskısı altında mahallenin çözülen toplumsallığı ve dayanışmasının tasviri için, bkz. Kotlowitz (1987) ve Jones ve Newman (1997).

[10] Şikago’ nun Güney Yakası siyah orta sınıfının, mekansal ve toplumsal olarak gettonun parçalanan merkezinden ve barındırdığı tehditten kendisini uzak tutmak yönündeki (kısmen başarısız) girişimleri Partillo-McCoy(1999) tarafından ustalıkla incelenmiştir.

[11] 1990’larda Robert Taylor Evleri sakinleri ile yerel çeteler, Şikago Konut İdaresi ve çeşitli şehir acentaları arasındaki mücadeleler için, bkz. Venkatesh (2000); New York’ta işçi sınıfı bölgelerinin (küçük) burjuva tarafından ‘soylulaştırılması’ üzerine gelişen mücadeleler için, bkz. Abu-Lughod et al. (1994) ve Mele (1999).

[12] Bu konuda Larissa Lomnitz’in (1977) Meksika’nun gecekondu mahallelerinde arkadaş ve komşularca oluşturulan ‘ikame edilmiş sosyal güvenlik sistemi’ üzerine klasik analizini ve Carol Stack’ın (1974) Orta Batı’daki bir siyah gettosunda kadınların karşılıklı yardım ağlarına dair monografisini tekrar okumak faydalı olabilir.

[13] Sendikalar kitlesel işten çıkarmaları ya da fabrikaların yer değiştirmelerini engellemek için zorlukla kazanılmış kollektif haklardan vazgeçtiği ya da üyeliklerdeki azalmayı engellemek için iki aşamalı ödeme sistemini ve işsizlik ve sağlık ödeneği sistemini kabul ettiği zamanlarda durum maalesefbu durumu gözlemlemek mümkün).

[14] Oivier Masclet (2003), Paris’in varoşlarının yakınındaki komünist bir belediyeyi derinlemesine inceleyerek, yerel siyasi alanda mekânsal ve sosyal marjinalleştirmenin “Cité aktivistleri”nin marjinalleşmesi ile nasıl eklemlendiğini gösterir.

[15] Avrupalı “prekarya”nın eyleme geçmesine dair metin, doküman ve çağrı arşivi için, pek çok dilde görüntülenebilen şu siteyi ziyaret edebilirsiniz: http://republicart.net/dise/precariat/index.htm. Prekarya terimi ilk defa Droits Devant tarafından kullanılmıştır, bkz. ‘Globalisation du précariat, mondialisation des résistances’, EcoRev, May 2005. Emek piyasasında istikrarsızlık artışı ve bunun ücretli emek piyasasının marjinlerinde yarattığı hareketlilik için, bkz. Perrin, 2004.