2000'li Yıllar Türkiye'si Yeni Irkçılığına Dair Bir Analiz Denemesi

GİRİŞ

... Sensin yüzyıllardır, sahte Tanrılara, uydurma dinlere rağmen, adaletsiz, eşitsiz, kafana göre, beni de ötekini de doğuran, bizi üreten Sensin bu halimiz, sensin bize bu gelen KALITIMIMIZ... Sensin o beyaz TEN, sensin o beyaz, o pembe biyolojik hassasiyet, sensin o biyolojik şiir, sessin o milim milim, santim santim biyolojik estetik…Sensin o görkemli GEN. Sensin o beyaz tendeki, o saf, o temiz o derin bakışlar…Sensin o bedendeki o gurur, o kan, o kafatası… Sensin bizi; doğanın çocuklarını, güçlü ile zayıfı karşı karşıya getirip, doğal ortamda yarış ettiren. Sensin bizi eleyen sensin bizi seçen…Sensin beni; “hepimiz eşit yaratıldık deyip” adaletsizce, eşitsizce, bir figüran olması gereken yerde başrolü parmak sayısını çokluğu ile gasp eden çakalların tilkilerin karşısında eninde sonunda galip getirecek. Çünkü SEN-“DNA”- HER ŞEYSİN!...[1]

6 Nisan 2005’te Trabzon’da bildiri dağıtan TAYAD’lıların linç edilme girişimiyle kendini iyiden iyiye göstermeye başlayan Türkiye toplumundaki linç histerisi, 2007’nin sonlarına geldiğimiz şu sıralar ciddi boyutlara ulaşmış durumda. Artık Ahmet Kaya tişörtüyle sokakta gezmek bile linç edilmek için yeterli bir sebep olabiliyor.[2] Türkiye toplumu bugün için birçok uzlaşmaz kampa bölünmüş gözüküyor. “İlerici-gerici”, “vatansever-vatan haini” veya “milliyetçi-işbirlikçi” ikilikleriyle sürdürülen bu kamplaşmaların bir başka ve belki de en tehlikeli boyutu “Türk-Kürt” çatışması şeklinde tezahür etme sinyallerini veren etnik kamplaşmadır.

Bugün Türkiye toplumundaki genel kanıya göre Türkiye’de ırkçılık yoktur; hatta hiçbir zamanda olmamıştır. Şayet olduysa bile, (ki bu söylemde kastedilenler 1939-44 arası Nihal Atsız’ın başını çektiği ırkçı dergi çevreleridir) hiçbir zaman toplumun geneline yayılmamış, devlete haşa bulaşmamış, birtakım kendini bilmezlerin dar çevrelerinde dışarıdan etkilenerek oluşturdukları yapılarla sınırlı kalmıştır.

Bugün, farz-ı misal bir taksi şoförünün “Abi bak! Ben ırkçı değilim ama, bu kapkaç, tecavüz olaylarından gına geldi. Bunları yapanlar neden hep Kürtlerden çıkıyor?” türünden bir sorusuyla karşılaşmak, İstanbul’da yaşayan bir insan için son derece sıradan bir hale geldi. Bu gibi şimdilik söylem düzeyinde kalan “sıradan ırkçılık” olarak nitelendirebileceğimiz yaklaşımların haricinde, toplumdaki bu patolojik havadan yararlanıp açıkça kültürel, dahası biyolojik ırkçılık yapan grup ya da örgütlere de rastlamak mümkün artık günümüz Türkiye’sinde. İnsanın bu tarz oluşumlar tarafından yazılmış kitap veya makaleleri okurken, ruh sağlığını korumak için Emrah’ın “faydalar faydasız, imkanlar imkansız” nakaratıyla bezenmiş şarkısını mırıldanmaktan başka yapacağı bir şey kalmıyor.

Bir insan nasıl bir ruh haliyle “DNA sen bizim her şeyimizsin” diyebilir? Bu söylemini az buçuk da olsa nasıl bir mantık çerçevesinde temellendirmeye çalışabilir? Bu ruh haliyle toplanmış grupları, kurulmuş örgütleri nasıl analiz edebiliriz? Biz makalemizi hazırlarken esas olarak bu sorular çerçevesinde, 2000’li yıllar Türkiye’si yeni ırkçılığını, örneklem olarak seçtiğimiz Türkçü Toplumcu Budun Derneği (TTBD), Türk İntikam Birliği Teşkilatı/Türkiye Atatürkçüler Birliği Teşkilatı ve Türk Nazi Grupları’nı baz alarak analiz etmeye çalıştık. Bu yapılar, ırkçı grup veya örgütlerin arasındaki en marjinal ve en radikal fikir ve faaliyetlere sahip olanlardır. Zaten örneklem olarak bu yapıları seçmemizin nedeni, bunların marjinalliklerinden kaynaklanmaktadır. Kanaatimizce Türk-Kürt çatışmasının toplumdaki en önemli tehlike olarak göründüğü böyle bir dönemde, görece daha “masum” görünen her türden ayrımcılığın böylesi bir radikal akıl dışılığa kayması pamuk ipliğine bağlıdır. Bu bağlamda, yeni ırkçı oluşumların marjinallikleri onları kaale almamak için bir neden olamaz. Bilakis, Türkiye toplumunun içinde bulunduğu patolojik halin nerelere evrilebileceğini göstermesi bakımından böylesi yapılar, sorunsallaştırılması gereken bir alanda durmaktadırlar.

Şu altı milyarlık dünyada yaşayan her bir kişi ile tek tek konuşun. Altı milyara tek bir anket sorusu yöneltin. Irkçı olduğunu kabul eden bir kişiye rastlamazsınız. Kimse ırkçı olduğunu kabul etmez. Herkes “vatansever”, “milliyetçi” ya da “yurtsever”dir, ama asla “ırkçı” değildir.[3]

Böyle yazıyor Semra Somersan; gerçekten de insanın inanası gelmiyor göğsünü gere gere “ben ırkçıyım” diyebilecek olan bir insan varoluşuna. Ama marjinal de olsalar, görünürlükleri çok kısıtlı da olsa, onlar varlar. Kapımızın dibinde bekliyorlar, uygun bir anımızı kolluyorlar…

Günümüzde gerek dünyada gerek Türkiye’de her türden ayrımcılık ve bunun doğal uzantısı olarak ırkçı ayrımcılık, farkında olunarak ve/veya olunmayarak yaşam alanı bulmaktadır. Sosyal bilimciler genel olarak ayrımcılığı, özel olarak ırkçılığı çok çeşitli kategorizasyonlar ile analiz etmeye çalışmaktadırlar. Yapılan analizlerdeki genel kanı 1970’lerden sonra biyolojik ırkçılığın tamamen ortadan kalktığı, bunun yerine kültürel temelde şekillenen, Etienne Balibar’ın deyimiyle “ırksız ırkçılık” ortaya çıkmaya başladığıdır.[4] Doğrudur, ırk kavramı doğa ve sosyal bilim camiasındaki “bilimselliğini” yitirmiştir. Fakat bir kavramın bilimsel alanın dışına çıkarılması, o kavrama inanmış ve dolayısıyla yapıp ettiklerini o kavram doğrultusunda şekillendiren kişilere hiçbir şey ifade etmeyebilir. Nitekim dinsel “gerçekler” çoktan beri bilimsel alanın dışına çıkarılmış olmasına rağmen, insanlar dinsel inanışlarını sürdürmektedirler. Bu bağlamda ırk kavramının bilimsel alandan çıkarılması, ırkçılığa inanmış insanlar için büyük bir ihtimalle sadece bilimsel bir yanlış olacaktır. Tabiî ki, Nazizmin çökmesiyle ve ırk kavramının bilim dışına çıkarılmasıyla biyolojik ırkçılık büyük oranda kan kaybetmiş ve söylenegeldiği gibi büyük oranda bir tür kültürel ırkçılığa evrilmiştir. Ama bu tamamen yok olduğunu göstermez. Yeni siyasî mücadele alanları olan internet siteleri, forumlar ve video paylaşım sitelerindeki küçük bir gezinti bu söylediğimizi tanıtlamaya yeterli olacaktır.

En çok karşılaşılan ırkçılık türü “sıradan ırkçılık” olarak nitelendirebileceğimiz, daha çok dilsel pratiklerde gözlemlenen, farkında olmadan ve savunusu yapılmaksızın uygulanan bir ırkçılıktır. Dile yerleşmiş olan “Rum hatunu yatakta, Ermeni hatunu mutfakta yapmak”, “Senin bu yaptığını Yunan gavuru yapmaz”, “Çingene çergesinde musandıra ne arar”, “Anladıysam Arap olayım”, “Alavere dalavere, Kürt Memet nöbete” gibi deyim ve atasözlerini bu kategori altında değerlendirebiliriz. Bu söylencelerin doğal uzantısı olarak akla kazınan, “öteki” hakkındaki önyargılar, gündelik pratiklerde “Kürtlere kiralık ev vermemek”, “Çingenelerle iletişimi sadece çiçek almaya indirgemek” şeklinde tezahür ettiği anda, ırkçılık olarak nitelendirebileceğimiz yeni bir boyuta evrilmiş olur.

Aynı şekilde Serdar Turgut, Mine Kırıkkanat gibi “vatandaşların”, “beyaz Türklerin”, “sıradan” halka karşı takındıkları sınıfsal ve kültürel ayrımın, ırkçılığa evrilmesi de pamuk ipliğine bağlıdır. Örneğin Serdar Turgut’un 20 Nisan 2007’de Akşam gazetesine yazdığı satırları hangi kategoride değerlendirebiliriz. Bu sınıfsal ve kültürel bir ayrımcılık mıdır?, yoksa farkında olmadan yapılan bir ırkçılık mı?

“Bir süre önce New York’ta dolaşırken alıştığımız anlamıyla medeniyetin sonunun geldiğine şahit oldum. Aslında o gün şahit olduğum ikinci olaydı bu. İlk önce metroda trene bindiğim anda bir zenci arkadaş grubu görmüştüm. Kızlı-erkekli bu grupta, kızlardan bir tanesi bağdaş kurmuş adamın kafasını karıştırıp duruyordu. Ben bit ayıklıyor sanırken adamın saçını ördüğünü anladım. Adamın dudakları çok büyüktü ve dudağının içi haddinden fazla kırmızıydı. Yanlarında bir kız da parmağını emiyordu. Bu grup arada bir konuşmak yerine bağırıp çağırıp ağızlarındaki sakızları birbirlerine fırlatıyorlardı. Bunları seyrederken ‘acaba bir dokümanter çeksem nasıl olur’ diye düşündüm. Filmde perdeyi ikiye bölecektim. Bir tarafta bu arkadaş grubunun davranışları yer alacaktı, diğer tarafta ise hayvanat bahçesindeki orangutanlardan çektiğim görüntüler bulunacaktı. Dokümanter filmim yorumsuz olacaktı.”

Serdar Turgut’un aynı gazetede 13 Haziran 2007 tarihindeki yazısında da “Business class”ta yer kalmaması dolayısıyla “economy class”ta yapmak zorunda kaldığı yolculuğu anlatırken, bir “beyaz Türk” olarak, “kara Türkleri” nasıl fütursuzca aşağıladığına şahit oluyoruz:

“1-Bu bölümde seyahat etmek zorunda kalınca Türkiye’de yaşanmakta olan nüfus fazlası felaketinin boyutlarını anlıyorsunuz. Bir uçağın içine bu kadar fazla çocuk alınması bence illegal olmalı. Halkın çocukları çok yaramaz ve gürültücüler. Yaramaz olanları, zaten az sayıdaki tuvaletleri bir şekilde kısa sürede bozuyor. Gürültücü olanlar ise, yaramazlar tuvaleti bozarken o arada çığlık atıyorlar. Yakındaki tuvalet bozulunca o bölümde tutsak ya da sürgünde olarak kabul edebileceğiniz ben, uzaktaki tuvalete gitmek zorunda kaldım. Uçağın aile salonu bölümünde ‘yiğit Türk’ erkeklerinin ayaklarını koridora yayarak uyumak gibi bir adetleri var. Dünyayı kendileri yarattığından ve ‘Bir Türk dünyaya bedel’ olduğu için buna doğal hakları olduğunu düşünüyorlar. Siz dünyaya bedel filan olmadığınızdan, her ‘Beyaz Türk’ gibi ancak kendinize yetebildiğinizden, tuvalete engelli yüz metre koşusuna çıkmış gibi gidiyorsunuz ayak uzatılmış koridordan. Tuvalete varınca, birkaç toraman çocuğun o tuvaleti de bozmaya çalıştıklarını görüyorsunuz. Hoşt dahil her türlü kovma girişimi nafile çıkıyor. Onların tuvaleti nihayet bozduklarını sanıp orayı terk etmelerine rağmen bekliyorsunuz. O arada etrafta tek bir tane bile hostes gözükmüyor. Anladığım kadarıyla onlar uçuş boyunca ‘business class’tan sığınma hakkı talep ediyorlar.

2- Uçağın aile salonu bölümündeki insanlar daha fazla hastalanıyor. Ortalık hapşıran, öksüren insandan geçilmiyordu. Ben bu uçuşta veba kapmış olduğumu bile düşünüyorum.

3- Uçağın bu bölümünde durmadan bir halk yürüyüşü var. Koridorlar hiçbir zaman boşalmıyor. Yürüyor insanlar durmadan. Üstelik yürüyenlerin bir kısmı da tutundukları yerin koltuğunuz mu yoksa başınız mı olduğuna dikkat etmiyorlar. Bu onlar için bir detay. Durmadan başı tuhaf ve yabancı insanlar tarafından tutulan kişi için ise maalesef bu olay bir detay olarak kalamıyor.

4- Uzun arayışlardan sonra hostese ulaşabildim. Hostes çağırma düğmesine bu bölümde basmanız da pek işe yaramıyor. Gelen giden olmuyor. Onlar da haklı. Aile salonunda yaramaz ve toraman çocukların o düğmelere basarak oynamak gibi bir adetleri var. Aileleri de karışmıyor onlara. Çünkü düğmelere basarken sessiz duruyorlar. Şansım yaver gitti, bana bir hostes geldi. Kafamı sürekli yabancı insanların tuttuğundan şikayet ettim. O da benim yerimi değiştirmeyi teklif etti. Orta bir koltuğa oturtacakmış. Ben; ‘NE YANİ İKİ İNSAN ARASINA MI OTURACAĞIM ŞİMDİ’ diye haykırdım. ‘Hayatta olmaz, isteyen istediği kadar kafamı tutsun. İsterlerse de öpsünler beni. Her türlü cezaya razıyım, yerimden katiyen oynamam. İki insan arasında o darlıkta bana klostrofobi gelir, çığlık çığlığa bağırırım’ dedim. O kadar bağırış, çığlık arasında benim çığlığım tabii ki duyulmazdı ama hostes gözlerimin dönmüş olduğunu görünce korktu herhalde, bıraktı beni yerimde.

Bu halde İstanbul’a vardık ve ben dış seyahatten dönünce ilk kez vatan toprağını öpmek istedim.Yarın veba testi yaptırmaya da gideceğim. Verem testi yaptırmaya gerek duymuyorum. Onu kapmış olduğumu zaten biliyorum.”

Mine Kırıkkanat örneğinde ise durum daha da vahimdir. Tamam, Radikal’deki yazılarında “kıllı, pis” olmayı veya “ balık yeme kültürünün” olmamasını Kürtlerle özdeşleştirmemiştir, ama Vatan gazetesine geçer geçmez Kürtlere karşı açık bir biçimde ırkçı bir tutum sergilemiştir. 7 Aralık 2005 tarihinde Vatan’da yayımlanan yazısında şöyle diyor Kırıkkanat:

... Öyle ya da böyle bugün gelinen noktada, Kürtlerin “bizim” dediği bir bölgede Türk olarak yalnızca hakarete uğrayan, silahla korunan, taciz edilen memurlar, okula korkuyla giden memur çocukları, yani “temsili devlet” var. Ama Türk halkı yok o şehirlerde, köylerde... Oysa Kürtlerin “bizim” diyemeyeceği yerlere çok Kürt göçtü ve ne ayrımcılık yapılıyor kendilerine, ne de onlar ayrımcılık yanlısı zaten. Şimdilik. Ama artık etle tırnak, Türkle Kürt sözcüklerinin arasında otuz bin ceset var ve çoğalıyor. Şehre inen aşiretleri, töre cinayetleri, kapkaççı çocuk çeteleri, otopark mafyaları var. Kaçak elektriğini, kaçak suyunu bize ödeten, doğurup sokağa saldığı evlatları suç makinesine dönüşen ve sonra varoşlarda Biji Apo diye bayrak açıp dükkân yağmalayan eşkıyası var. Aymaz devlet, hâlâ PKK’ya karşı “sadık” Kürt nüfus çoğaltma derdinde. Bizim cebimizden alıp iki karıdan, üç karıdan on yirmi çocuk sahibi cahillere, çocuk başına 20 YTL’den 50 YTL’ye “sosyal yardım” yapıyor (Bkz. Ruhat Mengi’nin 27 Kasım tarihli yazısı). Şimdi böyle bir kavmin, kafası kadın haklarında ortaçağı aşamamış dernek başkanı, demokrasi var diye çıkıp televizyonlarda: “T.C. Güney Doğu’da işgalcidir, ben Barzani’nin iktidarını tanırım, Atatürk de İngiliz mandacısıydı” deyince. Türklerde de böylesini sırtında taşımamak, dölünü finanse etmemek, aşiretini, töresini, cehaletini, kısaca yükünü çekmemek, hatta birlikte yaşamayı reddetmek isteği doğuyor. Federasyon çözüm, diyenler var. Ben federatif bir devlet karşıtı değilim. Ama İspanya’da inceledim: Katalonya ve Bask Ülkesi, en zengin ve kültür düzeyi yüksek, kendilerine yeterli; Madrid’ten beş kuruş almayıp aksine, merkezi yönetime katkıda bulundukları için bunca özerk, tersi değil! Kürt federasyonu isteyen takım, niye bağımsızlık istemiyor? Çünkü hem bayrağını çekip özerk olacak, hem de özerkliğini bizim cebimizden finanse edecek!

İleride göreceğimiz gibi Kırıkkanat’ın Kürtler ile özdeşleştirdiği “töre cinayetleri, kapkaççı çocuk çeteleri, otopark mafyaları” gibi adi suçlar, yeni ırkçı grup veya örgütlerin Kürtlere karşı propaganda amacıyla kullandıkları argümanlarla tamamen örtüşmektedir. Bu örnekler bağlamında düşündüğümüzde “beyaz Türklerin” halka karşı söylemleri, sınıfsal veya kültürel ayrımcılık boyutlarını çoğu zaman aşmaktadır. Fakat yine de bu ırkçılığı “sıradan ırkçılık” altında değerlendirmek daha doğru gözüküyor. Zira kanaatimizce “beyaz Türkler” tarafından yapılan bu ırkçılık, bilinçli ve farkında olarak yapılan bir ırkçılık değildir; daha çok kantarın topuzunu kaçırmış bir burjuva güruhunun hezeyanları olarak değerlendirilebilir.

Bizim esas üzerinde duracağımız ırkçılık, “farkında ırkçılık” olarak nitelendirilebilecek, teorik olarak ırk kavramına inanan kişi, grup veya örgütler tarafından yapıla gelen faaliyetlerdir. Yalnız bu noktada ırkçılığı siyaset arenasında kendine alan açmak için kullanan, dolayısıyla ırkçılık söyleminden pragmatik bir şekilde yararlanan çok çeşitli milliyetçi, Kemalist yapılarla kendilerini doğrudan doğruya ırkçı olarak adlandıran oluşumları karıştırmamak gerekir. Bir örnek üzerinden gidecek olursak, Türk Solu dergi çevresi ırkçılığı pragmatik olarak kullanan en önde gelen oluşumdur. Dergi çevresi MHP’nin tabanına oynadığı için, 80’li sayılardan itibaren milliyetçilikten, çok açık bir ırkçılığa kaymıştır.[5] Bu durum birçok haber organına “Türk Solu, MHP’yi bile solladı!” şeklinde yansımış, yani bir şaşkınlığa yol açmıştır. Fakat sıfırdan yeni bir politik alana girmenin en kolay yolu, var olan yapıdan “daha …” olmaktır. Türk Solu da bu yöntemi benimsemiştir. Dergi başlı başına bir dumur nesnesi olarak dursa da, en azından yukarıdaki politikaları bağlamında düşünüldüğünde şaşılacak bir şey yoktur. Çalışmamız bağlamında Türk Solu gibi oluşumlar inceleme alanımızın dışında kalmaktadır.

Belirttiğimiz kavramsal çerçeve ışığında, “farkında ırkçılık” alanı içerisinde ele aldığımız örnekler üzerinden 2000’li yıllar Türkiye’sindeki ırkçılığı açımlamaya başlayabiliriz.

1) TÜRKÇÜ TOPLUMCU BUDUN DERNEĞİ

2000’de Cenk Tozkoparan[6] öncülüğünde İzmir’de kurulan dernek, faaliyetlerini ağırlıklı olarak 2004 yılıyla beraber kamuoyuna duyurmaya başladı.[7] Yeni ırkçı grup veya örgütlerin arasındaki en aktif oluşumun bu dernek olduğunu söyleyebiliriz. İnternet üzerinden yoğun bir propaganda faaliyeti yürütmelerinin yanında, Kam adlı dergileri ve duvar yazıları aracılığıyla da kamusal alanda aktif bir politika izlemektedirler. Fakat, bu zamana kadar tanınmalarını en çok sağlayan faaliyetleri, “Kürt Nüfus Artışının Kontrol Altına Alınması” kampanyası dâhilinde İzmir sokaklarında broşür dağıtarak ırkçı propaganda yapmalarıdır. Zaten bu olaydan sonra dernek, Çağdaş Hukukçular Derneği tarafından ırkçılık yaptığı gerekçesiyle mahkemeye verilmiştir. Bu yazının yazılış aşamasında dernek kapatılma aşamasındadır. Ama faaliyetlerine devam etmektedirler. Nitekim 3 Ekim 2007 tarihinde internet sitelerinden son siyasal gelişmeler bağlamında yine açıkça Kürtleri hedef alan faaliyetlerine devam ettikleri görülmektedir.[8]

Derneğin, Nihal Atsız geleneğini sahiplenmesine rağmen, pan-Türkçü eğilimlerin ağır bastığı bir yapıya sahip olduğu söylenemez. Sahiplenilen asıl gelenek, 1930’lar Türkiye’sinde devlet eliyle yapılan “bilimsel” ırkçı düşün ve faaliyetlerdir. Dernek başkanı Cenk Tozkoparan tarafından kaleme alınan Buduncu Gelecek adlı kitapta, “Türkçü Devrim” olarak adlandırdıkları sürecin 10 Kasım 1938 tarihinde sona erdiği, bu tarihten sonra “Enderun (devşirme, köle, dönme çocukların okutulduğu mektep) mezunu sinsi Türk düşmanları”nın devleti ele geçirdikleri söylenir. Bu bağlamda nihai amaçlarını, ’30’lar Türkiye’sinin ırkçı geleneğiyle devleti yeniden buluşturmak olarak tanımlarlar. Fakat ’30’larda benimsenen ırkçılığın yeterli olmadığını, bugünün gerçeğinin DNA olduğunu, dolayısıyla “üstün insan”ın temel belirleyeninin kafatası indisleri değil DNA olduğunu söylerler. Üstün insan anlayışlarının tam olarak neyi ifade ettiği belli değildir. Ama anlayabildiğimiz kadarıyla “beyaz ırktan”, “kültürlü”, “şehirli”, “oturmasını kalmasını bilen” bir insan tipi üstün insan olarak saptanmıştır. Örneğin, Cenk Tozkoparan’ın, Kim Novak ve Grace Kelly ile “dördüncü, beşinci dünya insanlarını” karşılaştırdığı bölüm, derneğin “üstün insan”ının nasıl bir düşünce yapısının ürünü olduğu hakkında ön açıcıdır:

“Örneğin dünya sinemalarında çok tanınan bir Kim Novak bir Grace Kelly’nin topuz saçı, o içten, o DNA’dan, o sarışın, o beyaz kumral ırkın kromozomlarından, kalıtımlarından damlayan bakışları, doğal pozları, dördüncü beşinci dünya insanları ve kişilikleri tarafından taklit edilmeye çalışılsa da, ancak bu bizim avam şarkıcı, manken, artist ve evrensel düzeyde zenci zanaatkârların yaptığı ve içine düştüğü durum gibi, çerçevenin içindeki sanat eserini değil yalnızca yaratıcının (sanat eserinin) teknolojisini, çerçevesini kullanmaktan, taklit etmekten, yalnızca o güzel sanat eserine çerçevesi kadar yaklaşmaktan öteye gidemeyecektir. Ne yaparlarsa yapsınlar, en güzel çerçeveyi, en güzel örneği, en güzel üstün insanı, baka baka, tıpa tıp, teknoloji ve üst baş transferi yaparak ortaya koysalar da, asla çerçevenin içindeki bir sanat eseri gibi orijinal, öz be öz olmaları mümkün değildir. O Kim Novak, O Grace Kelly ruhunu ve modelini veya sembollerin dışında her hangi bir orijinal özel ruhu kim ortaya koyacak. Onlar soyunurken, öpüşürken, dekolte giyerken bile asaletini kaybetmezler. Gözlerindeki ifade yeter…”[9]

Tozkoparan’ın yazdığı kitap bu tip karşılaştırmalarla doludur ve bir tür “şiirsel” bir “üstün insan” güzellemesi şeklinde ilerler. Tabiî kitabın içerisinde Türk ırkçılığının tarihi, milliyetçilik eleştirileri ve Şamanizm gibi konularda düz yazı tarzında yazılmış “siyasi” yazılar ağırlıklıdır. Fakat DNA ve buna bağlı olarak şekillenen “üstün insan” anlatılırken, daha “edebi” bir dil kullanılmıştır. “Sen ‘DNA’ Her Şeysin” adlı “şiirsel” yazıyla başlayan kitabın ilerleyen sayfalarında, “Üstün İnsan” ve “Ey Yanlugug” adlı, “üstün insan”ın övüldüğü iki “şiir” daha yer alır. Birincisinde “üstün insan”, yeşil, mavi, ela gözlü, “derin sularda yaşayan”, yüce karakterli bir insan iken, ikinci “şiir”de “gerçek ve asil” bir İstanbul kızı olarak çıkar karşımıza:

“Bre gafil, bre zındık.

Senin İstanbul kızları dediğin kızlar,

Senin gibi magandaların İstanbul’a gelmesinden sonra ortaya çıkan kızlar.

Hem İstanbul kızı nereden bilsin,

Seni erkek zannedip senin yanına uzandı diye,

Senin böyle böğüren bir ayı gibi bağırıp çağıracağını?...

Sen ve senin gibiler nereden tanıyacak gerçek İstanbul kızlarını?

Siz hiçbir iki söz mırıldanabilir misiniz, yaklaşabilir misiniz, dokunabilir misiniz,

O güzel, o asil İstanbul kızlarına?

Hayaldir, rüyadır sizler için gerçek İstanbul kızları.

Şalvarı, takkeyi çıkarıp, body tişört giydiniz diye adam mı oldunuz?

Kim aldı sizi, bu çirkin Mükerrem’i sosyeteye?

Kim soktu İstanbul’un yüreğine bu hançeri…

Hamam böceği gibi türediler.

Aşklarımızı, şarkılarımızı öldürdüler.

Anlatın onlara kendinizi,

Ey İstanbul’un bir avuç kalan gerçek sahipleri.”[10]

Kendilerini açıkça Şamanist olarak nitelendiren dernek üyeleri, “Türk Budunu”nun titreyip kendine dönmesi için gerekli olan temel unsurun, budunun öz inancı olan Şamanizme geri dönülmesi olarak saptamıştır. Dahası bunu sırf Türk budunu için değil ABD ve Avrupa toplumları için de isterler.

“…Bizim kendi genetik ve ruh yapımızla bütünleşip yeşeren “Şamanizm’in” “insanı ve doğayı BİR içinde, aracısız ÖZÜNE taşıyan, özü ile BOŞALMASINI, tabiata kendisini SAĞALTMASINI” sağlayan, EVRENSEL deney, görü, çaba ve söylemleri ile, ABD ve AVRUPA toplumlarını, DİN-LEN-MEYE davet eden, TÜRK Şamanist MİSYONERLERİ olacağız!...”[11]

“Üstün insan” ve Şamanizm ideallerinin yaygınlaştırılması haricinde pratik anlamdaki temel mücadele zeminlerini “Kürt sorunu”nu çözmek olarak nitelendiren dernek üyeleri, yukarıda da değindiğimiz gibi çeşitli kampanyalar ve yayınlarla ırkçı propaganda yapmaktadırlar. “Kapkaç, mafyalaşma, uyuşturucu satıcılığı, hırsızlık” gibi adi suçların esasında PKK’nin bilinçli bir politikası olduğunu, bunu bitirmek için yapılacak ilk işin “Güneydoğudan büyük şehirlere gelen ‘Kürt göçmen’ akınını vize uygulayarak sınırlandırmak” olduğunu söylemektedirler. Fakat bu “terör”ü durdurmak için, onlara göre alınacak esas tedbir Kürt nüfus artışının durdurulmasıdır. Bu nüfus planlaması ve doğum kontrolü gibi “barışçıl” yöntemlerle halledilebilir.[12]

2. TÜRK İNTİKAM BİRLİĞİ TEŞKİLATI/ ATATÜRKÇÜLER BİRLİĞİ TEŞKİLATI

Diğer bütün örgüt ve/veya grupların içerisinde interneti en aktif olarak kullanan örgüttür. Tam olarak ne zaman kurulduğu belli olmamakla birlikte en az iki yıldan beri internet kanalıyla propaganda faaliyetlerini sürdürdükleri söylenebilir. Hazırladıkları birçok internet sitesinin[13] haricinde, ırkçı/faşist forumlar ve Youtube kanalıyla da izlerini sürmek mümkündür. Özellikle Youtube’a yolladıkları video sayısı ve güncelleme sıklığı bu işle uğraşan oldukça geniş bir ekibin varlığını gösterir. Youtube’daki arama motoruna “Atatürk”, “Kemalizm”, “Turan”, “Türkçülük” gibi kelimeler yazıldığı takdire sözü edilen örgütün propagandasının yapıldığı birçok video ile karşılaşabiliriz.

1930’ların devlet eliyle yürütülen ırkçı düşün ve faaliyetlerinden etkilendikleri söylenebilir. Diğer yandan yeni ırkçı grup veya örgütlenmelerle karşılaştırıldığında Nihal Atsız geleneğinden de ciddi bir şekilde etkilenen örgüt, pan-Türkçülüğü siyasî bir ideal olarak savunmaktadır. Fakat önceliklerini iç düşmanların yok edilmesine vermişlerdir. Atsız geleneğinin bir uzantısı olarak Türk ırkından olmayan herkesi düşman olarak gören örgüt, “Türk düşmanlarına” karşı doğrudan doğruya silahlı mücadeleyi savunur. Diğer yeni ırkçı yapılarda da gördüğümüz gibi, en önemli iç düşmanın Kürtler olduğunu belirtirler. Şeriatçılara ve özellikle Fetthullahçılara da şiddetle karşı oldukları söylenebilir.

Hazırladıkları sitede ve videolarda, halkı Türk ırkının düşmanlarına karşı silahlanmaya davet ederler. Bununla ilintili olarak, Türkiye’deki silah fabrikalarının adreslerini, silah tiplerini ve nasıl kullanılacaklarını ayrıntılarıyla açıklarlar. İnternet sitelerinde militanlarının propaganda ve şiddet eylemlerini nasıl gerçekleştirmeleri gerektiği konusunda da fazlasıyla bilgi mevcuttur.

Şu ana kadar gerçekleştirmiş oldukları herhangi bir şiddet faaliyetini bağımsız kaynaklardan doğrulayamadığımız için, örgütün internet dışındaki siyasî alana ne kadar müdahalede bulunduğuna ve ne kadar sayıda kişiyi etkilediğine dair bir şey söyleyemeyiz. Ancak çok çeşitli faşist/ırkçı forumlardan takip edebildiğimiz kadarıyla, örgütten haberli, dahası fikirlerine katılan birçok kişinin varlığından söz edebiliriz. Bu kişiler örgütün hazırlamış olduğu internet sitesi içerisindeki bilgileri kaynak olarak forumlarda kullanabilmekte ve dolayısıyla yayılmasını sağlamaktadırlar.

3) TÜRK NAZİ GRUPLARI

Avrupa’daki ve özellikle Almanya’daki neo-nazi örgütlerinin temel “ötekilerinden biri” olan ve bu bağlamda ırkçı şiddetlerinin odağı haline getirdikleri Türklerin içerisinde Nazizmi kendine rehber edinmiş kişi ve grupların olduğuna inanmak gerçekten güç ama, Tanıl Bora’nın deyimiyle “Kavgam’ın müstehcen yayın addedilmekten çıktığı, ‘ilginç’ bulunduğu, ‘fikir’ olarak okunduğu bir zaman ve zemin”[14] de her türden abukluk imkanlı hale gelebiliyor. Bu absürd siyasî grupçukların üye ve/veya sempatizan sayısı her ne kadar az da olsa, Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasal atmosferin nelere kadir olduğunu ve toplumda mevcut olan faşist/ırkçı potansiyelin nerelere kadar gidebileceğini göstermesi bağlamında, 2000’li yıllar Türkiye’sindeki ırkçı gruplaşmalar çerçevesinde ele alınmayı hak ediyorlar.

Bugün Türkiye’de kendilerini Nazi veya nasyonel-sosyalist olarak tanımlayan üç gruptan söz edebiliriz: Türk Nazileri, Nasyonel Sosyalist Türk Hareketi (Nasatuha) ve Türkische Jugend (Türk Gençliği).

3-1) Türk Nazileri

Kendi anlatımlarıyla 2004 yılında 17 kişilik bir çekirdek kadro tarafından kurulan grup, iddialarına göre 2006 yılının sonlarına doğru üye sayısını 150’ye çıkarmıştır.[15] Bu sayılar abartılı da olsa, hazırladıkları internet sitesinin içeriğini ve site içerisindeki forumlara katılanların yazdıklarını gözönünde bulundurursak, böyle bir grubun kurucularının gerçekliğinden veya en azından bu grubu kaale alan insanların varlığından söz edilebilir.

Amaçlarını, “Türk Nasyonel Sosyalizminin tarih içinde, Türk halkının ihtiyaçlarına göre belirlenmiş ilkelerinin halka anlatılması ve Türk Nazizminin temel esaslarını ortaya koymak” şeklinde belirleyen grup, anlaşılacağı üzere özgün bir “Türk Nasyonal Sosyalizmi” geleneği kurgulamıştır. Bu kurguya göre, Türkiye’de ırkçı hareket 1920’lerde ortaya çıkmış, 1925’te Türk Antropoloji Mecmuası ve “Cemiyeti” çevresinde yapılan çalışmalarla sıçrama yapmıştır. Türk nazi hareketi ise 1930’larda, “Alman Nasyonal Sosyalizminin, Türk halkının ihtiyaçlarına uyarlanması sonucu” ortaya çıkmıştır. Bu doğrultuda, iddialarına göre, “1933’ten 1939’a kadar, Türkiye’nin çeşitli illerinde Hitler posterli ve gamalı haçlı okuma odaları açılmıştır”. İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte Türk Nazi hareketinin sönümlendiğini ve bunun yerine ırkçı-Turancılığın yükseldiğini belirtirler. Bu bağlamda, 1939-45 dönemi arasındaki, genel olarak Nihal Atsız geleneğini sürdüren Türkçülüğü benimsemezler. Onlara göre, 1939-45 arası Turancılık Almanya’nın, 45 sonrası ise Amerika’nın maşası konumunda olduğu için ve her şeyden önce Orta Asya Cumhuriyetlerinde yaşayanları Türk olarak kabul ettiklerinden ötürü, Turancıların ırkçılığı “sakat” bir ırkçılıktır. Çünkü Türk Nazileri, “bir insanın Türk, Alman, Fransız vs. kabul edilmesi için önce Beyaz Irktan gelmesi gerektiğine” inanmışlardır. Onlar Beyaz Irkın üstünlüğünü savunurlar, bununla ilintili olarak “Anadolu Türklüğü ve onun uzantıları (Balkanlar ve Kıbrıs) hariç, Anadolu kökenli olmayan hiçbir halkın Türklüğünü kabul etmezler.” Yani “Moğollar, Çinliler vs. gibi Asyalı halklar ile karışıp melezleşmiş, Kırgızlar, Türkmenler gibi halkları”, “Türk’ten” saymazlar. Bu bağlamda pan-Türkçülük fikrinin bu yapıda olmadığını görürüz; hatta olmaması bir yana, Türk ırkının saflığının bozulacağı endişesiyle orta Asyalı halklarla kaynaşmaya karşıdırlar.

Türk Nazileri, “Beyaz Irka” dahil etmedikleri Çingeneler, Araplar, Moğollar, Çinliler ve tabiî ki “zencilere” karşı olduklarını belirtirler, ama Kürtlere bu karşıtlık bağlamında özel bir önem vermişlerdir. Hazırladıkları internet sitesindeki “Türk varlığına yönelik tehlike -Kürtler- ve yapılması gerekenler” adlı bölümlerinde “Türk ırkının” en önemli düşmanın Kürtler olduğunu söylerler. 2050 yılında Kürt nüfusunun Türkleri geçeceğini saptamış olan grup, Kürt nüfusunun artışını durdurmak için devletin sistematik bir biçimde Kürtlere zorunlu doğum kontrolü uygulaması gerektiğini söyler. Kürtlere olan bakış açıları tipik olarak yeni ırkçılığın bir yansımasıdır. Kapkaç, hırsızlık, kadınlara sarkıntılık, cinsel taciz, tecavüz suçları kuşkusuz ki Kürtler tarafından işlenmektedir. Bu noktada her şeyi devletten beklememek gerekir. Vatandaşların da bu “tehdidi” önlemek için yapabileceği çok şey vardır. Bunları şöyle sıralarlar:

“1- Batıya gelen Kürtlere iş ve ev vermemek,

2- Kürt esnaftan alışveriş etmemek,

3- Kürtler ile evlenmemek,

4- Televizyonda Kürtleri ve Doğuluları temel alan hikayeler üzerine kurulu dizi veya filimler yayınlamamak,

5- Kürt kültür ürünlerini kullanmamak ve Kürt müziği dinlememek.”

Görüldüğü üzere kendini “sol”da gören Türk Solu çevresiyle, Türk Nazilerinin Kürtlere olan bakışı, arada nüansları olsa da, büyük ölçüde özdeştir. Fakat Türk Naziler, Türk Solu çevresi kadar ince eleyip sık dokumamış, “Lahmacun” yemeyi yasak etmemişlerdir.

Hazırladıkları sitede önemli bir yer tutan “Irk”, “Irkçı kelimesinin anlamı”, “Irkın saflığının korunması”, “Türkleşme nasıl olabilir” gibi “teorik” konu başlıkları Hitler’in Kavgam adlı kitabının ilgili yerlerinin özetlenmiş ve Türkiye’ye uyarlanmış şeklidir. Diğer ırkçı gruplara ve/veya örgütlere göre daha “teorik” çerçevede yer alan Türk Nazileri, faaliyetlerini sadece internet siteleri ve çeşitli forumlardaki katılımlarıyla göstermektedirler.

3-2) Nasyonel Sosyalist Türk Hareketi (Nasotuha)

2005 yılının başlarında toplanan Nasyonel Sosyalist Türk Hareketi adlı grubun, Türk Nazi grupları arasında en bilineni olduğunu söyleyebiliriz. Tek amaçlarının Kürtleri yok etmek olduğu anlaşılan grup, gerçekleştirdiklerini iddia ettikleri Kürtlere yönelik terör faaliyetlerini, kendi internet sitelerinden ve çeşitli faşist/ırkçı sitelerin forumlarından duyurup propaganda yapmaktadır. Kendilerini genel olarak “devrimci hackerler” olarak tanımlayan çeşitli anti-faşist ve/veya anti-ırkçı hackerler tarafından, siteleri sıklıkla hacklenen grup, faaliyetlerini son zamanlarda sadece forumlarda göstermektedir. Rastlayabildiğimiz kadarıyla şu ana kadar www.nasotuha.tr.cx, www. nasotuha.sitemynet.com, www.nsth.cjb.net adlı üç internet sitesinden propaganda faaliyetlerini sürdürmüşlerdir.

Gerçekleştirdiklerini iddia ettikleri terör olaylarından[16] bazıları kamuoyuna yansımıştır. Fakat bu olayların arkasında Nasotuha’nın bulunup bulunmadığına dair her herhangi bir bilgiyi bağımsız kaynaklardan doğrulayamamamız nedeniyle, böyle bir grubun aktif terör siyasetinin içerisinde olduğunu kesin olarak söyleyemeyiz. Bununla beraber, çeşitli faşist/ırkçı forumlarda bu saldırılara gösterilen tepkilerden anlayabildiğimiz kadarıyla, Kürtlere yönelik bu tip saldırıları onaylayan, dahası potansiyel olarak kendileri de böyle bir yapının içinde yer almak isteyen insanların varlığı, “sanallığın” gerçekliğe her an dönebileceğini bize gösterir.

Bize göre sorunsallaştırılması gereken asıl olgu, böylesi bir grubun var olup olmaması değil, var olabilme ihtimalinin, dolayısıyla toplumda gözlemleyebildiğimiz böylesi bir potansiyelin varlığıdır.

3-3) Türkische Jugend (Türk Gençliği)

2005 yılında bir grup okul arkadaşı tarafından oluşturulan Türkische Jugend adlı grup, kamuoyuna ilk olarak Yeni Aktüel dergisi tarafından tanıtılmıştır.[17] Röportaj yapanlar, derginin formatına uygun olarak grubun üye sayısını ve faaliyetlerini abartılı yansıtsalar da, böylesi bir grubun varlığı internet ortamında yapılacak kısa bir çalışmanın ardından doğrulanabilir. Diğer iki Nazi grubunun aksine forumlarda pek sık rastlayamadığımız grubun izini, bir tür yeni siyasî mücadele alanı olan Video Paylaşım Siteleri’nde, özellikle www.youtube.com adlı sitede sürebiliriz.

Avrupa’daki neo-nazi örgütlerinin yolladığı 2. Dünya Savaşı’ndaki Alman askerlerin kahramanlıklarının anlatıldığı ve/veya Hitler’in konuşmalarının yer aldığı videolara “Heil Hitler” diyerek selam veren grup üyeleri, aynı zamanda bu tip videoları kendileri de dolaşıma sokmaktadırlar.

“Geleneksel” düşmanları olarak Yahudileri gören grup, esas ötekileştirme nesnesi olarak Çingeneleri ve özellikle Kürtleri belirlemiştir. Aynı zamanda Fetthullahçı örgütlenmeyi de ciddi bir tehlike olarak görürler. Oturdukları şehir olan İstanbul’daki adi suçların çoğunun Çingeneler ve Kürtler tarafından gerçekleştirildiğine inanan grup üyelerinden T., Kürt düşmanlığının sebeplerini şöyle dile getiriyor:

“Herkes insanlığını bilecek. Bugün nereye giderseniz gidin, kim olursanız olun bir Türk sizinle yemeğini paylaşır. Ama bir Kürt’ün evinde ona ters bir şey söylerseniz, dayak yersiniz. Günlük hayatımızı yaşanmaz hale getiriyorlar. Elbette Türkler’in de işlenen suçlar da payı var. Ama Kürtler’inki kıyaslanamayacak kadar çok. Okulum Kürt yatağı, onlar yönetiyor okulu. Her sınıfta grup liderleri var. Baskı kurmak istiyorlar. Sınıfta hoca ceza verir, biz kalkar tahta önünde ayakta dururuz ama onlar hocaya rağmen sırasında oturur. Hoca bile ses çıkartamıyor çünkü çeteleşiyorlar. Dışarıdan da yardım alıyorlar, bazı siyasî partilerden.”[18]

T.’nin dile getirmiş olduğu Kürt düşmanlığının böylesi naif bir bakış açısının ürünü olması ilk bakışta bu hareketi kale alınmayacak kadar önemsiz kılıyormuş gibi gözükse de, faşist/ırkçı örgütlenmelerin tarihi incelendiğinde, kişilerin sosyal hayatlarında deneyimledikleri “mağdurluk” durumlarının, böylesi yapıların gelişiminde ne kadar önemli bir rol oynadıkları kolaylıkla görülebilir.

SONUÇ

Makalemizin adından da anlaşılacağı gibi, 2000’li yıllar ile gelişen süreçte Türkiye’de yeni bir ırkçılığın doğmaya başladığını iddia ediyoruz. Bu yeni ırkçılık “geleneksel” olarak adlandırılabilecek, Nihal Atsız geleneğini sürdüren ırkçılıktan oldukça farklılaşmış durumdadır. Zaten bizim yeni dediğimiz oluşumlar bu farklılaşmayla kendilerini tarif ederler.

1930’larda devlet eliyle yürütülen “bilimsel ırkçılık”,[19] 1940’lara gelindiğinde ilk dönem ırkçılarının ve özellikle Nihal Atsız’ın çabalarıyla birleşip, öğretmen ve öğrenciler arasında ırkçı oluşumların altın çağının yaşanmasına neden olmuştur.[20] Bu oluşumlar genel olarak “Türkçü”, “Turancı”, “pan-Türkçü” ve “ırkçı” olarak nitelenmişler ve dahası kendilerini de böyle nitelendirmişlerdir. Bu niteleme bolluğu, o dönemdeki oluşumların düşün pratiklerine birebir oturmaktadır. Yani geleneksel ırkçılığı pan-Türkçülükten yalıtmak imkansızdır. Aynı şekilde o dönem Türkçülüğü de ırkçılıktan ayrı düşünülemez. Nihal Atsız’ın oğluna bıraktığı meşhur vasiyetnamesinde ötekileştirip düşmanlaştırmadığı neredeyse hiçbir halk yok gibidir. Tabiî ki zaman zaman sadece Kürtlere yüklendiği olmuştur.[21] Fakat varoluş nedenlerini neredeyse tamamen Kürtleri yok etmeye adayan yeni ırkçı yapılarla kıyaslandığında, Nihal Atsız ırkçılığının bu alanda oldukça naif kaldığını görürüz.

Bugün Nihal Atsız tipi “geleneksel ırkçılığı” sürdüren oluşumlara[22] baktığımızda, kullandıkları dilden veya konuya yaklaşımlarından yukarıda örneklerini verdiğimiz yeni ırkçı yapılardan farklılaştıklarını görürüz. Örneğin Mete Karlıdağ “Kürtçü Terör” başlıklı yazısında şöyle diyor:

“Türk Ordusu; eşkıyanın inini başına yıkmak için illada hükümetin emrini bekleyerek vakit geçirmemeli. Sıcak takip durumunda sınır geçilebilir. Kuzey Irak’a girilmeli ve gereken yapılmalı. Biz beklemeye devam ederken, Barzani ve Talabani Türkiye’ye beş milyar dolar nakit para soktular. Ve bu para Kürtçülere ekonomide büyük mevzi kazandırıyor. Türkiye her bakımdan bu ırkçı kürtlerin eline geçiyor. Ordumuz emir bekleyedursun!”[23]

Zaten başlığından bile, yeni ırkçı oluşumlardan farklı bir dil kullandığı gözükmektedir. Karlıdağ’ın kullandığı jargon “geleneksel ırkçılığın” Kürtler konusundaki görece daha “ılımlı” bir yaklaşımına örnektir ve genelleştirilemez. Fakat internet sitelerine böylesi bir yazıyı almaları bile başlı başına bir göstergedir. Benzer bir şekilde Elbirliği Derneği kamuoyuna şöyle seslenir:

“Şanlı askerimize, vatan bekçimiz Mehmetçiğimize kurşun sıkarken etkisiz hale getirilen 14 teröristin gömüldüğü 28 Mart Salı günü, Diyarbakır, Siirt, Batman ve Kürt nüfusun yoğun olduğu çevre illerde ve İstanbul’un bazı semtlerinde kürtçü gruplar tarafından düzenlenen gösteriler bir isyandır.

Öldürülen teröristleri ‘katledilen gerilla’ şeklinde niteleme cüreti gösteren kürt nüfusun yoğun olduğu bölgelerde lider parti konumundaki kürt ırkçısı DTP’ nin eylem çağrısı ile başlayan isyana bölgede yaşayan kürtlerin pek çoğu tarafından da kepenk kapatmak suretiyle açık destek verilmiştir.

…Mevcut hükümet ve içişleri bakanı isyan niteliği taşıyan bu saldırıları bastırmakta aciz kalmıştır. Halen sürdürmekte olduğu vurdumduymaz tavrı ve verdiği tavizler ile adeta isyana zemin hazırlamıştır. Hükümetin tepkisiz tavrı sürmekte ve olaylar şiddet kazanarak devam etmekte hatta yayılmaktadır. Bölücü-ırkçı kürtçüler Filistin’deki intifadaya benzer bir kalkışma hazırlığındadırlar.”[24]

Görüldüğü gibi bu örnekte de Kürt olmak yeni ırkçı örgütlerdeki gibi başlı başına bir “sorun” teşkil etmez. Sorun kürtçülüktedir.

Söylemsel olarak yeni ırkçı oluşumlara daha yakın bir örnek vermek gerekirse, 9 Nisan 2007 tarihinde www.nihalatsiz.org adlı sitede “Kürt Kardeşlerimiz(!) Nerede” başlığıyla yayımlanan yazıya bakabiliriz:

... Bugüne dek hep “PKK’lı kürtler kötüdür, PKK’lı olmayan kürtler iyidir, kardeşimizdir.” denildi. Kürt yayılmacılığı hakkında toplumu bilinçlendirmeye çalıştığımız için “dış güçlerin maşası, bölücü, provokatör” ilân edildik, “ermeni, yahudi, cia ajanı, mossad ajanı, mason” gibisinden iftiralara maruz kaldık. Kürtler hakkında yazdığımız yazılar yüzünden bize “Türk ile kürdü birbirine düşürmek ve iç savaş çıkarıp Türkiye’yi bölmek isteyen ajanlar” damgası vurulmaya çalışıldı. Ve ilginçtir ki; bu saldırıların tümü milliyetçi olduğunu iddia eden bir kesim tarafından yapıldı.

Kürdün özelliği aciz olmasıdır, birilerinin kucağına oturmadan hiçbir icraat yapamaz. Türkiye’deki kürtlerin güvendiği unsurlar PKK, Barzani ve Talabani, onların da babası Amerika’dır. Öncelikle, Türkiye’deki kürtlerin azıtmasına sebep olan bu unsurları ortadan kaldırmak lâzım ki güneydoğu sakinleşsin. Bu ilk adımdır, ilk adım atıldıktan sonra gerisi elbet gelir. Sayın Paşalar... Türk Silahlı Kuvvetleri’ni her zaman, her şartta, sonuna kadar savunduk; ömrümüz olduğu sürece de savunmak boynumuzun borcudur. Fakat milletin feryadına kulak veriniz artık. İki günde (7-8 Nisan) dokuz askerimiz şehit oldu; kanımıza dokunuyor, ağrımıza gidiyor, kahroluyoruz. Afrika’daki Mozambik Cumhuriyeti’nin bile iki günde dokuz askeri ölse, öldüren örgütleri kökten yok etmek üzere taaruza geçer; biz niye bu hâle düştük diye üzülüyoruz. Atatürkçülük, Atatürk’ün izinden gitmektir. Gazi Paşa 1937’de Tunceli’de olup bitenleri izlemek ve memleketin yarınlarını Tanrı’ya emanet etmek yerine, orduyu göndermedi mi? Haydi, sokun orduyu Irak’a... PKK’yı toptan imha edip, vatan uğruna canını veren 6000 şehit evlâdımızın ruhunu huzura kavuşturalım; Türkiye Cumhuriyeti’ni tehdit etmek cüretini gösteren Barzani köpeğinin kellesini alalım. Amerika nedir ki, ateş olsa cürmü kadar yer yakar. Türk tarihini iyi bilirsiniz; bizim milletin uykusu biraz ağırdır ama uyandığı zaman önünde yedi düvel bile dayanamaz; icab ederse kadınıyla, erkeğiyle, çoluğu çocuğuyla cepheye koşup savaşır. Coni’nin kısacık mazisi de bellidir, uyduruk Vietnam’dan bile sağlam çıkmayı becerememiştir. Varsa cesareti buyursun Anadolu’ya gelsin, Atsız Ata’nın dediği gibi ‘bizim için savaş düğündür’...

Görüldüğü gibi bu örnekteki ırkçı söylem yeni ırkçı oluşumların yaklaşımının hemen hemen aynısıdır. Fakat, yine de çözüm önerilerindeki farklılaşma göze çarpmaktadır. Bir tarafta Kuzey Irak’a girelim PKK’lilerin “canına okuyalım” anlayışı, diğer tarafta örneklerini gördüğümüz zorunlu nüfus kontrolü anlayışı vardır. Gerçi haklarını yemeyelim, Atsızcılar da bunun ilk adım olacağını belirtmektedirler. Aradaki farklılık yeni ırkçı oluşmaların çok daha fütursuz ve direk bir dil kullanmalarından kaynaklanır. Çözüm önerileri çok daha nettir.

Bu bağlamda, 2000’li yıllar Türk ırkçılığını analiz ederken bizim yeni ırkçılık olarak adlandırdığımız oluşumlarla, Atsız geleneğine kayıtsız şartsız bağlı olan Turancı/ırkçı geleneksel oluşumları birbirinden ayırmak, bu yapıları analiz etmek açısından faydalı durmaktadır.

Yeni ırkçı oluşumların hemen hepsinde gözlemlediğimiz bir başka durum, bu hareketlerin kendilerine bir tür meşruluk zemini yaratmaya çalışmalarıdır. Hemen hepsi metropollerde gerçekleştirilen adi suçların neredeyse tamamının Kürtler tarafından işlendiğini belirtmektedirler. Yani “mağdurluk” üzerinden ırkçı propagandalarını meşrulaştırmaya çalışmaktadırlar. Bu bağlamda, yeni ırkçılığın meşruluk zeminini sağlamak için tepkisel (reaksiyoner) bir kanaldan hareket ettiği söylenebilir.

Yeni ırkçılıkta gözlemlediğimiz bir başka özellik, bu oluşumların genel olarak büyük şehirlerde gruplaşmaları ve/veya örgütlenmeleridir. Yukarıda belirttiğimiz gibi kendi meşruluklarını şehirlerdeki adi suçların Kürtler tarafından gerçekleştirildiği savı üzerinden temellendiren bu hareketlerin çıkış noktasını, zorunlu göçlerle büyük şehirlere gelmiş olan Kürt nüfus ile temas oluşturmuştur. Bu bağlamda, Türkiye’de deneyimleyegeldiğimiz yeni ırkçılığın, kolonyalizm sonrası Avrupa’daki ırkçılığın oluşum nedenleriyle örtüştüğü görülmektedir.

Sonuç olarak, 2000’li yıllarla birlikte Türkiye’de bu zamana kadar şahit olunmayan yeni bir ırkçılık ortaya çıkmıştır. Bu ırkçılığın varolma nedeni neredeyse tamamen Kürt düşmanlığına dayandırılmıştır. Pan-Türkçü eğilimleri ya yoktur, varsa bile görünürlüğü kısıtlıdır. Meşruluk zeminlerini büyük kentlerdeki adi suçlar üzerinden sağlamaya çalışırlar. Belki de en belirleyici olan yanları, hepsinin de Türk ırkından olmayan ötekilere karşı gizli ve açık şiddeti benimsemiş olmalarıdır.

KAYNAKÇA

Somersan, Semra, Sosyal Bilimlerde Etnisite ve Irk, İst., Bilgi Üni. Yay., İst., 2004.

Akın, Yiğit, Gürbüz ve Yavuz Evlatlar – Erken Cumhuriye’te Beden Terbiyesi ve Spor, İletişim Yay., İst., 2004.

Özdoğan, Günay Göksu, Turan’dan Bozkurt’a – Tek Parti Döneminde Türkçülük (1931 – 1946), İletişim Yay., İst., 2002.

Yıldız, Ahmet, Ne mutlu Türküm Diyebilene – Türk Ulusal Kimliğinin Etno-Seküler Sınırları (1919 – 1938), İletişim Yay., İst., 2001.

Maksudyan, Nazan, Türklüğü Ölçmek – Bilimkurgusal Antropoloji ve Türk Milliyetçiliğinin Irkçı Çehresi, Metis Yay., İst., 2005.

Bora, Tanıl, Medeniyet Kaybı – Milliyetçilik ve Faşizm Üzerine Yazılar, Birikim Yay., İst., 2006.

Yalnız, Murat, “Liseli Türk Naziler”, Yeni Aktüel sayı:29, 2006.

Ertekin, Orhangazi, “Cumhuriyet Döneminde Türkçülüğün Çatallanan Yolları”, Modern Türkiye’de Siyasî Düşünce Cilt 4 – Milliyetçilik, İletişim Yay., İst., 2002.

Bakırezer, Güven, “Nihal Atsız”, Modern Türkiye’de Siyasî Düşünce Cilt 4 – Milliyetçilik, İletişim Yay., İst., 2002.

Önen, Nizam, “Reha Oğuz Türkan”, Modern Türkiye’de Siyasî Düşünce Cilt 4 – Milliyetçilik, İletişim Yay., İst., 2002.

Alpkaya, Faruk, “Rıza Nur”, Modern Türkiye’de Siyasî Düşünce Cilt 4 – Milliyetçilik, İletişim Yay., İst., 2002.

Arslan, Emre, “Türkiye’de Irkçılık”, Modern Türkiye’de Siyasî Düşünce Cilt 4 – Milliyetçilik, İletişim Yay., İst., 2002.

Alemdaroğlu, Ayça, “Öjeni Düşüncesi”, Modern Türkiye’de Siyasî Düşünce Cilt 4 – Milliyetçilik, İletişim Yay., İst., 2002.

Ünder, Hasan, “Türkiye’de Sosyal Darwinizm Düşüncesi”, Modern Türkiye’de Siyasî Düşünce Cilt 4 – Milliyetçilik, İletişim Yay., İst., 2002.

Tozkoparan, Cenk, Buduncu Gelecek, Bilge Karınca Yay., 2007.

İnternet Siteleri

www.turksolu.org, www.ttbd.org, www.turkiyeataturkculerbirligitr.cx, www.turkintikambirligiteskilati.tr.cx, www.kod68s.tr. cx, http://turknaziler.blogcu.com, www.nasotuha.tr.cx, www.nasotuha.sitemynet.com, www.nsth.cjb.net, www.orkun.com.tr, www.turan.tc, www.nihalatsiz.org, www.turkcutoplumcu.com, www.kemalistler.net, www.bianet.org, www.sesonline.net, http://www.istanbul.indymedia.org/

[1] Cenk Tozkoparan, Buduncu Gelecek, Bilge Karınca Yay., İst., 2007, s.15-17.

[2] “Sakarya’da Ahmet Kaya tişörtü giyen iki kişi linç edilmek istendi” başlıklı haber için http://www.milliyet.com.tr /2007/06/05/son/sontur02.asp adresine bakılabilir.

[3] Semra Somersan, Sosyal Bilimlerde Etnisite ve Irk, İst. Bilgi Üni. Yay., İst., 2004, s. 70.

[4] A.g.e., s. 55-56.

[5] Derginin sözünü ettiğimiz sayılarına www.turksolu.org adresinden ulaşılabilir.

[6] Özgeçmişi için http://www.ttbd.org/ct.html adrese bakılabilir.

[7] Derneğin gerçekleştirdiği faaliyetlerin ayrıntıları için www.ttbd.org sitesine bakılabilir.

[8] “Batıda yalnız bir tane Kürt istiyoruz” , “Kürtlerle birlikte yaşamayı istememe hakkı” gibi ifadelerin geçtiği metnin tamamı için yukarıda adını verdiğimiz internet sitesinde yer alan “Kamuoyuna Duyuru” başlıklı bölüme bakılabilir.

[9] Cenk Tozkoparan, Buduncu Gelecek, Bilge Karınca Yay., İst., 2007, s. 105-106.

[10] A.g.e., s. 123-124.

[11] A.g.e., s. 64.

[12] A.g.e., s. 79-80.

[13] Yaklaşık 15 değişik siteden bu örgüte ulaşılabilmektedir. Bunlardan bazıları: www.turkiyeataturkculerbirligi.tr.cx, www.turkintikambirligiteskilati.tr.cx, www.turkcuhareket.tr.cx, www.turkcutv.tr.cx, www.kod68s.tr.cx.

[14] Tanıl Bora, Medeniyet Kaybı-Milliyetçilik ve Faşizm Üzerine Yazılar, Birikim Yay., İst., 2006, s.163.

[15] http://turknaziler.blogcu.com/page2 .Bu bölüm içerisinde dipnot gösterilmeden yapılacak olan alıntıların tamamı adı geçen siteden yapılmıştır.

[16] Yazının yazılış aşamasında bahsettiğimiz terör olaylarının dökümünün yapıldığı site çalışmaz durumdaydı. Bu sebeple, aktaracağımız bilgilerin doğrulanamayacağı endişesiyle birebir alıntı yapmak istemedik. Kaldı ki site çalışsaydı bile, olayların içeriğinin ve aktarılma şeklinin tahammül sınırlarını aşması nedeniyle doğrudan doğruya aktarır mıydık bilemiyoruz. Fakat her şeye karşın, yine de bu vahşet kurgularını okumak isteyenler, www.forum.memurlar.net/topic.aspx?id=70807 adlı internet adresine bakabilirler.

[17] Murat Yalnız, “Liseli Türk Naziler”, Yeni Aktüel dergisi, sayı 29, 2006.

[18] A.g.e., s.26-27.

[19] Bu konuda ayrıntılı biligi için Nazan Maksudyan, AhmetYıldız, Yiğit Akın, Ayça Alemdaroğlu ve Hasan Ünder’in kaynakçada ismi geçen kitap ve/veya makalelerine bakılabilir.

[20] Bu konuda ayrıntılı bilgi için Günay Göksu Özdoğan, Emre Arslan, Orhan Ertekin, Güven Bakırezer, Nizam Önen ve Faruk Alpkaya’nın kitap ve/veya makalelerine bakılabilir.

[21] Nihal Atsız’ın böyle bir yazısı için Tanıl Bora’nın kaynakçada adı geçen kitabının 233. sayfasındaki alıntıya bakılabilir.

[22] Elbirliği Derneği, Orkun dergisi, Bozkurt dergisi oluşumlar doğrudan doğruya Atsız geleneğini benimsemişlerdir. İnternet yoluyla bu çevrelere ulaşmak için www.orkun.com.tr, www.turan.tc, www.nihalatsiz.org gibi adreslere bakılabilir.

[23] www.turan.tc

[24] www.turan.tc