“Bir daha kimse sizi ezmeye asla yeltenemeyecek”. Slobodan Miloseviç 26 Haziran 1989’da Gazimestan Ovası’nda Kosova Meydan Savaşı’nın 600. yıl törenlerinde yaklaşık 1 milyon Sırp’a böyle hitap ediyordu.
Sırp tarih kitapları Osmanlı Sultanı I. Murad Hüdâvendigâr’ın Sırp Kralı Lazar’a teslim olması durumunda kendisini bey ilan edeceğini bildirmişti. Savaştan önce İlyas Peygamber gri bir şahin suretinde Lazar’a göründü ve Tanrı’nın Lazar’a teklifini iletti. Lazar’ın tek tercih hakkı vardı. Ya Cennet’te krallık, ya da yeryüzünde krallık. 28 Haziran 1389 tarihinde Kosova Ovası’ndaki meydan savaşında Lazar’ın tercihinin ne olduğu belli olmuştu…
Belarus’un güneyinde Pripet bölgesinden göç eden Slavlar’ın Güney kolu 5. ve 7. Yüzyıllar’da Balkanlar’a yerleşmeye başlamıştı (Hupchick ve Cox, 1996; 6). Daha sonra kurulan Sırp Krallığı’nın merkezî ise Kosova’ydı. Birikim’in bir önceki sayısında Hayati Geçici Kosova’nın, Sırp ulusunun tarihi anavatanı olmasından dolayı Sırp milliyetçiliğinin ‘Ergenekon’u olduğunu belirtiyor (Geçici, 2008; 14). Mitolojiye göre Türklerin Ergenekon’dan kendi iradeleriyle çıktıklarını, Sırpların ise Kosova’dan “sürüldüğü”nü göz önünde bulundurduğumuz zaman tarihsel olarak bu benzetme çok doğru olmasa da, Türk ve Sırp milliyetçiliklerinin Kosova ve Ergenekon algılayışları ve bunlara yükledikleri anlamlar büyük benzerlik göstermektedir. Aynı makalede 1989 yılında Kosova Meydan Savaşı’nın 600. yıl dönümünde Miloseviç liderliğindeki Sırp milliyetçilerin bizdeki Milli Görüş’ün Fetih Şölenleri’ne taş çıkartacak cinsten törenler düzenlediği de belirtilmektedir.
KOSOVA: ÇATIŞAN MİLLİYETÇİLİKLERİN ALANI
Milliyetçi retoriğin kurgulandığı bir coğrafya ve tarih alanı olan Kosova aynı zamanda iki farklı milliyetçiliğin, Sırp ve Arnavut milliyetçiliklerinin çatışma alanıdır. Misha Glenny Sırp epik şiirinde Kosova’nın ayrı bir önemi olduğuna işaret eder (GLENNY, 1999;1-K2). 1992-95 yılları arasında Bosna’yı kan gölüne çeviren aşırı sağcı Sırp militanlar yaptıkları katliamlar sonrasında bu sözlü geleneğe ait türkülerle aldıkları “intikam”ı kutluyorlardı. Glenny Osmanlılara karşı ayaklanmanın lideri Karayorgi’nin de “Kosova ruhu”nu yeniden canlandırma şiarıyla isyana yandaş topladığını belirtir (Glenny, 1999; 13). Öte yandan, Arnavut milliyetçiliğinin tarihine baktığımızda da, Kosova’nın ayrı bir öneme sahip olduğunu görürürüz. İlk ulusal Arnavut örgütü 1878’de Arnavutluk’ta değil, Kosova’da kurulan “Prizren Ligi”dir (Udoviçki, 2000; 315). Udoviçki 1880’li yıllardan bu yana Kosova’nın Sırp ve Arnavut milliyetçiliğinin çatışma alanı olduğunu, bu çatışmada dönüşü olmayan yolun başlangıcının ise Sırpların ve Arnavutların farklı kamplarda savaşa katıldıkları Balkan Savaşları olduğunu belirtir (Udoviçki, 2000; 316-317). İlginç bir biçimde İkinci Dünya Savaşı sonrası her iki ülkede de sosyalist yönetimlerin iktidarda olmasına rağmen bu çatışma varlığını devam ettirmiştir. Tito’nun, Arnavutluk’un (ve Bulgaristan’ın) da Yugoslavya içinde yer alması istemi Enver Hoca tarafından reddedilmiştir. 1974 yılında Yugoslavya’daki yönetim reformu sırasında Kosova’ya “Özerk Cumhuriyet” statüsü verilmişti. Buna rağmen 1981 yılında Kosova’daki Arnavutlar’ın ayaklanmaları sonucu, Yugoslav hükümeti Kosova’da sıkıyönetim ilan etmişti. Elde edilen özerkliğe rağmen Arnavutlar’ın hâlâ huzursuzluk çıkarmaları anlaşılır bir şey değildi. Udoviçki bu durumun Sırplar tarafından sorgulandığını ve Arnavutların ise asıl isteklerinin Arnavutluk’taki Arnavutlarla birlikte tek bir devlet çatısı altında yaşamak olduğunu belirtir. (Udoviçki, 2000; 317) Sıkıyönetime rağmen huzursuzluk sona ermemiş, aksine artarak devam etmiştir ve Miloseviç önderliğindeki Yugoslav yönetimi tarafından 28 Mart 1989’da Kosova’nın özerk statüsü lağvedilmiştir (Udoviçki, 2000; 322). Bu süreç içerisinde işsizliğin %25’ten %57’ye çıkmış olması, huzursuzluğun nedenlerini ortaya çıkarması açısından önemli bir veri olabilir (Udoviçki, 2000; 320). Yugoslavya Sovyetler Birliği ile yaşadığı sorunlar sayesinde 1970’li yıllarda Batı’dan düşük faizli krediler almıştı. “Özyönetim”in kendine özgü yapısal iktisadi sorunlarına ek olarak kredilerin geri ödemesi de sıkıntılar yaşatmaktaydı. Bu sorunlar sadece Kosova’da değil, Yugoslavya’nın tamamında hissediliyordu. Fakat, Kosova’da daha da şiddetli hissediliyordu. 1980 yılında Kosova’daki kişi başına GSMH Yugoslavya ortalamasının %31’i kadardı (Udoviçki, 2000; 319). Slovenya’daki kişi başına GSMH ise Kosova’dakinin 8 katı kadardı.
Kosova aynı zamanda sadece Yugoslavya’da değil, Avrupa’da doğurganlık oranının en yüksek olduğu bölgeydi (Udoviçki, 2000; 319). Nitekim, Sırp milliyetçiliğinin en büyük kozu da Arnavutların “tavşan gibi üreyerek” ve mafya tipi örgütlerle Sırpların gözünü korkutarak saf bir Kosova yaratma peşinde olduğu iddiasıydı. Sırp ve Karadağlı nüfus 1980’li yıllarda sürekli ve artarak Kosova’dan göç etti (Udoviçki, 2000; 321). Fakat, göçün en önemli sebebinin Kosova’nın geri kalmış iktisadi ve toplumsal durumu olduğunu söyleyebiliriz. Bu göç Kosova’nın demografik yapısında önemli bir değişime neden olmuş ve bu dönem sonunda Kosova’daki Arnavut oranı %90’lara varmıştır. Bu göçlerin tek sonucu sadece Kosova’daki demografik yapının değişmesi olmamıştı. Göçler sonucu kalanların etnik kökeni ne olursa olsun, Kosova’nın en yoksul, dolayısıyla milliyetçiliğin hedef kitlesini oluşturan bireylerden oluştuğunu söyleyebiliriz. Bu yapısıyla Kosova, milliyetçi lider Miloseviç için en önemli siyaset odaklarından birini oluşturuyordu. Saraybosna kuşatması sırasında Radovan Karaciç’in davetlisi olarak Bosna’ya gelen Rus yazar Eduard Limonov’a Saraybosna’daki durumu şu şekilde özetliyordu: “Türkler ve sonradan Müslüman olan Sırplar (Boşnaklar kastedilmekte – y.n.) kent merkezlerinde oturuyorlardı ve Sırpları dağlara sürmüşlerdi. Bu yüzyıllarca böyle devam etti ve bugünkü Müslümanlar onların mirasçıları.”[1] Radovan Karaciç’in söylemine yakın bir biçimde, Sırp milliyetçileri “reaya” sınıfına mensup Sırpların Osmanlı dönemi boyunca “bey” olan Müslüman Arnavutlar tarafından ezildiğinden sıklıkla bahsediyorlardı (Udoviçki, 2000; 315). Osmanlı’nın yüz yıldan fazladır bölgede olmaması bir yana, yaklaşık yarım yüzyıllık sosyalist Yugoslavya deneyimi bile Miloseviç ve diğer Sırp milliyetçi liderler tarafından tam anlamıyla görmezden geliniyordu.
KOSOVA VE MİLOSEVİÇ
Silber ve Little, Miloseviç’in tüm Sırpların koruyuculuğuna soyunduğu ilk yerin Kosova ovası olduğunu belirtirler (Silber & Little, 1997;37). Nisan 1989 öncesi Miloseviç’in çok da fazla ilgilenmediği Kosova sorunu, milliyetçi retorikten mümkün olduğunca faydalanarak siyasî kariyer yapmak için iyi bir başlangıç noktasıydı (s.39). Miloseviç, Kosova Meydan Savaşı yıldönümü kutlamalarında kitleye şöyle sesleniyordu: “Burada kalmalısınız!” (s.38). Göz ardı ettiği nokta, ya da milliyetçi siyasetin görmek istemediği nokta, Kosovalı Sırpların başka yerlerde daha iyi yaşam umuduyla bölgeyi terk ettikleriydi. O dönemde “atlanılan” ya da “pas” geçilen haberlerden bir tanesi de, Miloseviç’in kutlamalar için bölgeye gelmesinden itibaren, birçok yerde protestolarla karşılanmış olmasıdır. Miloseviç’i ve diğer milliyetçi liderleri protesto eden kitleler “Yaşasın bağımsız Kosova” değil, Yugoslavya’nın bütünlüğüne işaret ederek “Mi smo Tito, Tito je nas” (“Biz Titoyuz, Tito biziz”) şiarını haykırıyorlardı. Miloseviç’in Kosova’daki kışkırtıcı söylevinden sonra bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Milliyetçilikler birbirini kışkırtmaya, birbirini beslemeye devam ediyorlardı. Sırp milliyetçiliği de Arnavut milliyetçiliğini besledi ve Kosova’daki katliamlardan sonra silahlanan Arnavut milliyetçiliği UÇK (Uştriya Çlimatare e Kosoves) yani Kosova Kurtuluş Ordusu’nu oluşturdu.
KOSOVA KURTULUŞ ORDUSU (UÇK)
UÇK silahlı ilk eylemini 22 Nisan 1996’da sabah saatlerinde Batı Kosova’da Deçani’de bir kahvehaneyi bombalayıp otomatik tüfeklerle tarayarak gerçekleştirdi (Glenny, 1999; 13). Baskında üç Sırp öldü. Glenny, UÇK’nın silahlı baskınlarının Bosna’da savaşı sona erdiren Dayton Antlaşması’ndan 5 ay sonra başladığına dikkat çeker (GLENNY, 1999;4-K2). UÇK’nın, üstün ateş gücüne rağmen Saraybosna’yı ele geçiremeyen ve görece olarak Bosna savaşında hedeflediği zafere ulaşamayan Sırpların bu başarısızlığından güç bulduğunu iddia edebiliriz. Kosovalı Arnavutlar UÇK’ya önemli derecede sivil destek vermiştir. Miloseviç’in ilk kurbanları olmalarına rağmen Arnavutlar Sırplara karşı yapılan uluslararası müdahaleden nasiplenememişlerdi ve çok iyi biliyorlardı ki edilgen kaldıkları sürece kazanacakları pek de bir şey olmayacaktı (Glenny, 1999; 653). Sırp milliyetçilerinin Bosna’da giriştikleri soykırım sonrasında Dünyadaki Sırp karşıtı rüzgârı çok iyi bir şekilde arkasına alan UÇK, uluslararası destekten de yoksun değildi. UÇK’nın düzenlediği baskınlar ve yer yer sivilleri de hedef alan cinayetler dünya basını ve siyasetçiler tarafından görmezden gelindi. Bazı sol kesimlerin bile sempatisini kazanan UÇK’nın tarihsel mirası ise çok farklı geleneklere dayanmaktaydı. Diana Johnston, İkinci Dünya Savaşı sırasında aşırı sağcı Kosovalı Arnavutların kurduğu ve Kosova’daki Sırplara korku salan “Beli Kombetar” (Ulusal Cephe) sayesinde Naziler’in savaşın sonuna kadar bölgede kalabildiğini belirtir (Johnstone, 2004; 252). Çatışmaların yoğunlaşması ve Sırp hükümet güçlerinin en üst düzeyde şiddet kullanmaktan çekinmemesiyle, 1999’daki NATO müdahalesine değin yaklaşık 850.000 Kosovalı Arnavut mülteci başta Makedonya ve Arnavutluk olmak üzere bölgedeki ülkelere yerleşmişti. NATO müdahalesinden ve Sırp hükümetinin teslim olmasından sonra ülkelerine geri dönen mülteciler gazetecilerin uzattıkları mikrofonlara; “Sırplarla daha fazla birarada yaşamanın mümkün olamayacağını” belirtiyorlardı (Udoviçki, 2000; 314).
NATO MÜDAHALESİ
NATO müdahalesi tarih boyunca Balkanlar’a Batı’nın yaptığı birçok müdahaleden yalnızca biridir. Glenny 1999’dan önceki dönemde büyük güçlerin Balkanlar’a yaptığı üç önemli müdahalesinden bahseder: 1878’deki Berlin Kongresi ve Bosna-Hersek’in Avusturya tarafından ilhakı, 1914 yılında Avusturya’nın Sırbistan’a verdiği ultimatom ve 1940’ta İtalya’nın Arnavutluk’a asker çıkarmasıyla İkinci Dünya Savaşı’nın Balkan topraklarına da sıçraması (Glenny, 1999; 661). Glenny, bu müdahalelerinin hepsinin yıkıcı sonuçlar doğurduğunu ve adeta Balkanlar’ın geri kalmasının “sigortası” olduğunu iddia eder (s.662). Robin Blackburn NATO müdahalesini sadece Balkanlar’da değil, küresel ölçekte “şahin”lerin bir başarısı olarak görür (Blackburn, 2000; 378). Sadece ABD değil, diğer ülkeler de “gerektiği” zaman, “sabırlarının zorlandığı” zaman, komşularına dişlerini göstermekten çekinmemektedirler. Türkiye’nin on yıl önce Suriye’yle, son dönemde Kuzey Irak’taki askerî siyasetinin arkasında yatan konjonktür de bununla bağıntılıdır. NATO müdahalesinin bir diğer sonucu da “adil savaş”ın kamuoyunda meşruiyetini arttırması oldu. Kosova’da Arnavutlara karşı uygulanan devlet terörü sonucunda sınırlara yığılan mültecilerin görüntüleri, kamu vicdanında insani müdahaleye kuşku bırakmıyordu. Kosova ve Bosna müdahaleleri insani müdahalenin meşruiyetinde önemli köşe taşlarıdır ve Batının bu meşruiyeti Irak’a müdahale ederken çok iyi kullandığını belirtebiliriz. Açık askerî müdahaleden çekinmeyen bu yeni doktrin sadece Balkanlarla sınırlı kalmamıştır (GLENNY, 1999;6-K2). Batı birbirleriyle didişen yerel milliyetçi aktörlerin şiddete başvurmalarını dört gözle bekliyor ve böyle bir durum ortaya çıkınca da müdahale etme fırsatını ve hakkını kendisinde görüyor. Bu müdahalelerden yerel milliyetçi aktörler de birinci derecede sorumludur. Kimi zaman milliyetçi aktörler “Batı karşıtı” siyasî söylem geliştirseler de, aslında Batı müdahalesi kendi yerel siyasetlerinin zeminini hazırlamaktadır. “Çatışma”, milliyetçi siyasetin olmazsa olmaz kuralıdır. Komşu ülkeyle savaş, ya da “içerideki hainler”le mücadele milliyetçi ruhu canlı tutmak ve kitleleri yönlendirmek için müthiş olanaklar ve siyasî malzeme sağlar. Açıkçası, Balkanlar’daki milliyetçi liderler de bu olanakları sonuna kadar kullanmışlar, kullanmaya da devam etmektedirler. Sırbistan örneğinde gördüğümüz gibi bu tarz-ı siyasetin en büyük kurbanlarından biri de Sırp halkının bizzat kendisidir.
“ZIVELA VELIKA SRBIJA”*
Ondokuz yıl önce Miloseviç’in Kosova’daki söylevini Yugoslavya’nın diğer cumhuriyetlerinden gelen yönetici ve gazeteciler de takip etmişlerdi. Uzun zamandır Yugoslavya’nın fakir bölgelerine kaynak aktarmaktan şikayetçi olan Slovenya ve Hırvatistan yükselen Sırp milliyetçiliğini Yugoslavya’dan ayrılmak için geçerli bir bahane olarak görüyorlardı. Aslında Yugoslavya’dan ayrılmayı hiç de düşünmeyen Bosna için de, saldırgan bir Sırp milliyetçiliği ile yan yana yaşamaktansa ayrılmaktan başka bir çare kalmamıştı.
O yıllarda Sırbistan’da Makedonya, Karadağ ve Bosna’nın tamamını, Hırvatistan’ın da önemli bir kısmını kapsayan “Büyük Sırbistan” haritaları elden ele dolaşıyordu. “Büyük Yugoslavya” tarihe gömülüyordu. “Büyük Sırbistan” hayali ise trajedilerle dolu bir süreç içerisinde bugünkü sonucu yarattı. 2006 Ocak ayında Karadağ’ın da bağımsızlığını ilan etmesiyle “Büyük Sırbistan” denize kıyısı olmayan küçük bir Avrupa ülkesi haline geldi. Bu da yetmedi, 17 Şubat’ta Kosova’nın da bağımsızlığını ilan etmesiyle tarihi anlamı Sırbistan için çok büyük olan Kosova’yı da kaybetti. Yugoslavya’nın dağılması sürecinde kayda değer bir Sırp etnik azınlığın bulunmadığı Slovenya’da savaş kısa sürdü. Fakat Hırvatistan’daki savaş sonunda yüz binlerce Krayina Sırp’ı buradan göç etmek zorunda kaldı. Bosna’da da benzer şekilde yüz binlerce Bosnalı Sırp yerinden yurdundan oldu. Büyük Sırbistan hayalleri sadece saldırılara hedef olan ülkeler için değil, bu ülkelerde yaşayan Sırplar açısından da büyük bir yıkımdı. Sadece bu kadar mı? Yaklaşık 20 yıllık bu süreç boyunca Sırbistan’daki Sırplar da süregelen çatışmaların bedelini büyük bir yıkımla ödediler. Bu yıkım maddi ve manevi anlamda hayatın her alanını etkiledi. Yüksek işsizlik ve enflasyon oranları, sağlık ve eğitim sisteminin çökmesi, sosyal sigorta sisteminin işlerliğini yitirmesi ve “Büyük Sırbistan”dan geriye kalan ise mafyanın cirit attığı, yolsuzlukların ayyuka çıktığı, insanların geçim savaşı verdiği küçük bir Sırbistan’dı.
BÜYÜK SIRBİSTAN’DAN ARTA KALAN
Miloseviç’in 19 yıl önceki vecizini tarih inkâr ediyor. Sırpları başkaları değil ama, Sırpların kendisi, “Küçük Sırbistan”ın içinde bulunduğu durum eziyor. Sadece Sırbistan’da değil, diğer eski Yugoslav cumhuriyetlerinde de durum farklı değil. Milliyetçilikler birbirlerini kışkırtıyor ve tetikliyor. Yugoslavya’nın dağılmasından bu yana Balkanlar’daki siyaset hâlâ “milliyetçilik” ve halkların birbirine kışkırtılması üzerinden yürütülüyor. Bir taraftaki milliyetçilik diğer taraftakini besliyor. İç politikada ise siyasetçiler milliyetçilik üzerinden parsa toplamaya devam ediyor. Eski Yugoslav ülkelerinde dayanılmaz boyutlarda olan iktisadi ve toplumsal sorunlar milliyetçi söylem ve politikalarla örtbas ediliyor. Siyasî aktörler varolan sorunlara çözüm önerileri getirerek değil, birbirleriyle “şahinlik”te yarışarak oy toplamaya çalışıyor. Bunun son örneği de Kosova’dır. Kosova’nın bağımsızlığı ya da Sırbistan’ın Kosova’nın bağımsızlığına gösterdiği tepki bölgede kimsenin yaşamına olumlu bir katkı sağlamıyor. Kosova’nın bağımsızlığının hemen ertesinde Romanya’daki Macarlar ve Bosna’daki Sırplar da ayrılıkçı-milliyetçi taleplerini dillendirmeye başladılar. Romanya’daki “Macar Demokrat Birliği” lideri Marko Bela, Kosova’nın Avrupa’da yaşayan diğer etnik azınlıklar için bir model olabileceğini belirtiyor. Bosna-Hersek cumhurbaşkanlığının Sırp üyesi Neboysa Radmanoviç ise bağımsızlık ilanından bir gün önce Kosova’nın bağımsızlığının Bosna-Hersek’teki Sırplar ve Hırvatlar’a “emsal” teşkil edebileceği konusunda uyarıda bulunuyor (Dnevni Avaz, 15 Şubat 2008). Bu üstü kapalı tehdit Bosna-Hersek’in bağımsızlık ilanı öncesi Radovan Karaciç’in retoriğiyle örtüşüyor. Karaciç Bosna-Hersek’in bağımsızlık kararının arefesinde Bosna-Hersek parlamentosu kürsüsünden uyarmıştı: “Sizi uyarıyorum. Bosna’yı bir cehenneme sürüklüyorsunuz. Savaşa hazır değilsiniz ve yok olursunuz.”
SIRPIN SIRP’TAN BAŞKA DOSTU YOKTUR
Sürgünden dönen Arnavutluk kralı varisi II. Leka Düğacını ise AB çatısı altında tüm Arnavutların birleşmesi gerekliliğini dile getiriyor. Zaten “AB” çatısı Balkanlar’da “milliyetçi” retoriğin bir diğer kolu. Milliyetçiliklerine toz kondurmayan yerel siyasetçiler emperyal güçlerle işbirliği yapmaktan çekinmiyor. Emperyal Batılı güçlerin denetiminde olan diğer devlet ve siyasî öznelerle çatışma içinde olan Sırbistan ise “yalnız adam”ı oynuyor. Topyekün bir “Rus” desteği alamayan Sırp siyasetçiler ise milliyetçiliğin ülkelerinde verdiği hasarı hasır altı ederek daha da radikal bir söylem kullanıyor. Son günlerde Sırbistan’daki siyasî atmosfer Miloseviç dönemiyle büyük benzerlikler gösteriyor. Uluslararası alanda kıstırılmış bir milliyetçi öznenin histerik çığlıkları yeniden yükseliyor. Aslında iki sene önce bir sohbet esnasında Belgradlı bir iktisat öğrencisinin söylediği şu söz bu histerinin özeti gibi: “Sırp’ın Sırp’tan başka dostu yoktur”. Kuşkusuz, bu söylem bize hiç de yabancı değil. Milliyetçi kurgunun gündelik sloganları ve söylemleri benzerlik göstermektedir. Örneğin, Amerikan neo-Naziler tarafından özellikle Vietnam savaşına gitmek istemeyen gençlere, zencilere ve anti-faşistlere karşı kullandıkları “ya sev ya terket” sloganı Türkiye’deki ırkçılar tarafından oldukça benimsenmiştir (Bayraktar, 2001; 10). Kabaca Sırp milliyetçiliğine baktığımızda, Türk milliyetçiliğiyle sadece söylemsel düzeyde değil, ideolojik düzeyde de benzerlikler olduğunu söyleyebiliriz. “Fetih” şölenleriyle, Kosova savaşının anma etkinlikleri arasında benzerlik bir yana, tarihi kurgunun yanı sıra milliyetçiliğin en önemli ideolojik ayağı olan özeselleştirme sürecinde de benzerlikler bulunmaktadır. Yazar ve çizer Momo Kapor Sırbistan’ı ziyaret eden “kültürlü” turistler için kaleme aldığı “Sırp Mantığına Giriş” (An Introduction to Serbian Mentality) kitabında yabancılar için Sırbistan ve Belgrad’daki gündelik hayatı betimlemektedir. Kapor, “Dünyanın başka bir yerinde böyle bir şey olamaz, yoktur” sözünün Sırplar arasında çokça kullanıldığını belirtir (Kapor, 2006; 22). Türklerin de nev-i şahsına münhasır bir millet olduğu konusundaki düşünceleriyle büyük benzerlik gösteren bu duruma hiç de şaşırtıcı olmayacak şekilde Sırbistan’da da oldukça yaygın bir şekilde rastlayabilirsiniz. Örneğin Mamo Kapor, Sırbistan’da dünyanın başka hiç bir yerinde bulamayacağınız bir yiyecekten bahsediyor: Kajmak! (s.24) Ortadoğu mutfak kültürünün ortak ögeleri olan kebap, rakı ve baklavayı kendisine mal eden Türk milliyetçi söylemiyle, kültürü özselleştiren ve yüzyıllarca yıllık farklı kültürlerle birarada yaşamışlığı reddeden ya da görmezden gelen Sırp milliyetçi söylemi bu anlamda büyük benzerlikler göstermektedir.
Milliyetçilik farklı coğrafyalarda benzer görünümlerle karşımıza çıkıyor: Yüzyıllardır birlikte yaşadığı diğer kültürleri görmezden gelme, aşağılama, kitleleri asgari yaşam standartlarına zorlama ve buna alıştırma, yolsuzluklar, sadaka ekonomisi, işbirlikçilik... Kosova, milliyetçiliğin sonunun nerelere vardığını gözler önüne seriyor. Büyük Sırbistan’dan geriye ne kaldı? Görünürde Kosovalı Arnavutlar kazandı. Fakat Kosova halkının kazancından bahsetmemiz ne kadar mümkün. Mafyanın sadece geceleri değil, tüm gün sokaklara egemen olduğu, devletin vatandaşlarına sunması gereken temel bazı hizmetleri bile veremediği bir Kosova’nın halkına ne faydası olabilir ki? Ya da, KFOR’un askerî korumasında, Batı’nın Bosna’dakine benzer kurumlarla elinde tuttuğu Kosova ne kadar bağımsız?
Bana milliyetçiliğin zaferle taçlandırdığı bir halk gösterebilir misiniz?
1 Konuşmanın görüntülü-sesli kaydı makale yayımlandığı sırada Türkiye’deki bir mahkeme tarafından erişimi engellenmemişse Youtube’dan izlenebilir: http://www.youtube.com/ watch?v=kcCFJAfLTJE
(*) “Yaşasın Büyük Sırbistan.”
Bayraktar, Ragıp (2001) Yeni Başlayanlar için Ülkücülük, Su Yayınevi, Ankara.
Blackburn, Robin (2000) Kosovo: The War of NATO Expansion, ALI, Tariq (der.) Masters of the Universe? içinde, Verso, Londra. (s.360-380)
Glenny, Misha (1999) The Balkans: Nationalism, War, and the Great Powers, 1804-1999, Penguin, New York.
Hupchick, D. P. ve Cox, E. (1996) Historical Atlas of Eastern Europe, St. Martin’s Press, New York. Silber, L. ve Little, A. (1997) Yugoslavia: Death of a Nation, Penguin, New York.
Johnstone, Diana (2004) Ahmakların Seferi: Yugoslavya, NATO ve Batının Aldatmacaları, Bağlam Yayınları, İstanbul.
Kapor, Momo (2006) A Guide to the Serbian Mentality, Dereta, Belgrad.
Udoviçki, Jasminka (2000) Kosovo, UDOVİÇKİ, J. ve RIDGEWAY, R., Burn This House: The Making and Unmaking of Yugoslavia içinde, Duke University Press, Durham. (s.314-366)