Obama Adalet Duygusunu Tatmin Etmeli

ABD’de Cumhuriyetçilerle Demokratların dış politikadaki yaklaşımları temelde farklıdır. Cumhuriyetçiler için sertlik ve güç öncelik taşırken, Demokratlar diplomasi ve diyaloga önem verirler. Ancak, son kertede her iki kesim de Amerika’nın “âli çıkarları”nda birleşir.

Cumhuriyetçilerin geleneksel yaklaşımına ek olarak 11 Eylül travmasının yarattığı saldırganlık, Neoconların emperyal imparatorluk kibiri, güç ve şiddet kullanarak değiştirme, işgal, Arap ve Müslüman alemine düşmanlık eklenmiştir. Geriye, hayal kırıklığı, başarısızlık, Amerikan düşmanlığı ile yoğrulmuş bir enkaz kalmıştır.

Böyle bir enkazla karşılaşan Obama işinin kolay olmadığını biliyordu. Bu yüzden Ortadoğu’daki manzarayı düzeltebilmek için dört yılın yetmeyeceğini peşinen söyledi.

ÜÇ ANAHTAR

Obama’nın elindeki anahtar kelime “diyalog”; kendini anlatma, karşısındakini dinleme, “bakın bu artık alıştığınız Birleşik Devletler değil” diyebilme. Obama yönetiminin bu yöntemi sonuna kadar zorlayacağını tahmin etmek güç değil. İkinci anahtar kelime ise “sükunet” yani bölgenin belli bir süreyi savaşmadan geçirebilmesi; bu her an sekteye uğrayabilir. Üçüncüsü ise “doğrudan ilişki”. Yani ana meselelerde arabulucuya ihtiyaç duymadan ilişki kurarak samimi olduğunu gösterme. Bu üç anahtarı kullanma çabaları şimdilik mevcut. Bu durum bile ABD’nin Ortadoğu’ya yaklaşımındaki değişimi gösteriyor.

Her ne kadar ABD dış politikasında değişimin bir sınırı olsa da Amerika’nın emperyal çıkarları başkanların tasarrufunun önüne geçse de Obama’nın ilk aylarda Ortadoğu’ya yönelik mesajları bu değişimin izlerini taşıyor.

İLK DÖNEMİN İPUÇLARI

Başkan Obama “İslam’la savaş halinde değiliz” sözlerini ilk kez İstanbul’da dile getirmedi. Muhtemelen Mısır’da Arap ve Müslüman dünyasına yapacağı konuşmada bu sözleri daha ileriye taşıyacak ve yeni bir barışma dönemi önerecek. Bu dönemin ilk adımları ve ipuçlarına gelince:

  1. 2011 sonunda Irak’tan çekileceğini açıklaması,
  2. Göreve gelir gelmez George Mitchel’i Ortadoğu Özel Temsilcisi olarak ataması,
  3. ABD Dışişleri Bakanlığı yetkililerinden Jeffrey Feltman ve Dan Shapiro’nun Şam yönetimiyle 2005 yılından bu yana ilk kez doğrudan ilişkiye geçmesi,
  4. Nevruz öncesi İran’a yönelik olumlu mesajlar vermesi; İran İslam Cumhuriyeti ismini ilk kez telaffuz eden başkan olması,
  5. İsrail-Filistin meselesinde iki devletli çözüm politikasını devam ettirecek olması,
  6. Lübnan’da Hariri yönetimini açıktan desteklese bile sandıktan çıkacak sonuca saygı göstereceğini belirtmesi.

ORTADOĞU İYİMSER AMA BEKLEMEDE

Bush yönetiminden yorulan Ortadoğu halkı için Obama’nın yaklaşımı bir nefes alma imkanı sağlıyor. Şimdilik umutlar yüksek ama bölgede herkes pratik sonuçları görmek istiyor.

Buradaki temel handikap Obama yönetiminin önceliği. Çünkü Ortadoğu’daki sorun yumağının çözümü İsrail-Filistin meselesinden geçer. Washington hem İsrail-Filistin meselesine doğrudan müdahale etmeyi hem de çevredeki sorunlarla aynı anda ilgilenip merkeze yani İsrail-Filistin sorununa yönelmeyi tercih ediliyor. Asıl el yakıcı iki sorun, AfPak(Afganistan-Pakistan) ve Irak’tan çekilme.

  1. Irak’tan çekilme kararı başlı başına önemli. Ancak sürecin 2011’de tamamlanması şüpheli. ABD’nin “Irak kendi güvenliğini sağlayana kadar son askerini çekmeyeceği”ni açıklaması ucu açık, muğlak bir değerlendirme. Geride askerî üsler bırakıp bırakmayacakları belli değil. Bu sürecin uzaması Irak’taki rahatsızlığı arttıracak; İran ile sorunlarını masaya yatırmamış bir Amerika belirlediği sürede tamamen çekilmeyi göze alamayabilir.

  2. Obama yönetimi İsrail- Filistin sorununu ötelemeyecek ama İsrail’deki yönetimin Washington ile uzun süreden sonra farklı düşünmesi sonucu gerilimli bir süreç kapıda denebilir. Demokratlar’ın İsrail’e yaklaşımı mesafeli olsa bile bugüne kadar Annapolis süreci yani iki devletli çözümü desteklemeleri dışında herhangi bir çıkışları mevcut değil. Yeni yönetim İsrail’e mesafeli bir isim olan Ulusal Güvenlik Konseyi Başkanlığı’na Charles Freeman’ı atamaya hazırlanırken Yahudi lobilerinin baskısı karşısında ilk fireyi verdi. Bu açıdan İsrail politikasında önemli bir değişiklik beklememek gerekir. Diğer yandan Hamas’tan her ne kadar uzak dursa da Filistin meselesinin Hamas’sız çözülmeyeceğini biliyor, dirsek temasını korumak niyetinde. Hamas’tan gelen yanıt da mesajı aldıklarını gösteriyor. Nitekim örgütün siyasi büro şefi Halid Meşal’ın “Gazze’den İsrail’e füze atmayı sonlandırdıklarını ve Ortadoğu’da çözümün bir parçası olacaklarını” açıklaması önemli. Obama’nın en büyük şanssızlığı ise birlikte çalışacağı İsrail yönetiminin son dönemdeki en sağcı ve uzlaşmaz isimlerden oluşması. Netanyahu/Lieberman ikilisinin iki devletli çözüm projesine bile sıcak bakmaması, Amerika’nın tüm ikazlarına rağmen Batı Şeria’daki Yahudi yerleşim birimlerinin inşaatını sürdürmesi, Suriye ile başlayan görüşmelere devam etmemeleri, Golan’ı vermeyeceklerini açıklamaları bile Amerikan yönetiminin zorlukları arasında. En önemlisi ise ABD’nin, İsrail yönetimini İran’a karşı provokatif yaklaşımlarından uzak tutmayı başarıp başaramayacağı. Netanyahu/Lieberman ikilisinin Kudüs’ü “kesinlikle paylaşmayacaklarını” açıklaması, Filistin sorunundan önce İran’ın bertaraf edilmesi gibi işi daha da yokuşa süren talepleride göz önüne alınırsa, zaten içi boş olan bir “barış süreci’nden söz etmek bile zorlaşacak. Amerika ise 2002’deki Suudi Arabistan öncülüğünde, Arap ülkelerinin hazırladığı İsrail’in tanınması karşılığında 1967 sınırlarında bir Filistin devleti öngören Arap inisyatifi planı üzerinde yoğunlaşacak gibi görünüyor. Ancak tüm bu resimden yeni ve çözüme yönelik bir sonuç çıkması çok mümkün değil.

TÜRKİYE, SURİYE, İRAN

  1. ABD Suriye ile doğrudan görüşerek bu ülkeyi İran ekseninden, Hamas’a destek vermekten, hepsinden önemlisi Lübnan üzerindeki etkisinden uzaklaştırmak istiyor. Suriye yönetimi de bu yeni döneme ayak uydurmakta istekli olup Amerikan yaklaşımına destek veriyor.
  2. Ve İran. Amerika için bölgedeki en önemli ülke. İran her ne kadar Obama’nın Nevruz mesajını sıcak karşılasa da söylemlerin eyleme geçmesini bekliyor ve ABD’nin samimiyeti konusunda şüpheleri mevcut. Ancak, ABD’nin İran’a düşmanlık değil “büyük bir ülke” söylemi ile yaklaşması, İran’ın yine düşmanca belagatla yanıt vermemesi ilk dönem için olumlu işaretler. ABD’nin de İran’a sadece nükleer tehdit açısından yaklaşmaması, İslam rejimini benimsemesi bu sürecin yönünü belirleyecek unsurlar arasında.
  3. Dışişleri Bakanı Hillary Clinton Beyrut-Lübnan ziyaretinde doğrudan Hariri hükümeti, 14 Mart Hareketi’ne destek vererek, ılımlı sesleri tercih ettiğini açıkladı; Hizbullah’a ilk günden mesafe koydu. Ancak sandıktan çıkan sonuçlara itiraz etmeyecek, Hizbullah koalisyonu çoğunluğu alsa bile birlikte çalışacak gibi görünmektedir. Tabii ki Hizbullah ve Hamas gibi örgütlerin İran ve Suriye ile ilişkilerine yaklaşım konusunda Obama yönetiminin Bush’tan farklı davranacağını beklemek hata olur.
  4. Bu çerçevede Türkiye ile ilişkiler de önem kazanmaktadır. Özellikle Kürt meselesine açılım ve çözüm çerçevesinde yaklaşan Obama yönetimi PKK’yı terör parantezinde tutarken anayasal ve sivil açılımlarla sorunun barışçıl çözümü konusunda görüşlerini muhafaza edecek. Ancak, ABD’nin Irak’tan çekilme sürecinde Türkiye’ye ihtiyacı olduğunu ve zorlama kapasitesinin sınırlılığını bilmek gerekir. Bu açıdan Irak’ta Türkiye ile ABD’nin çıkarları artık örtüşmektedir.

Obama Türkiye’nin Amerikan çıkarları açısından pivot rolü oynadığının farkında. İlişkiler eskisi gibi gergin olmayacaktır. Suriye ve İran’ın ABD ile doğrudan görüşmeyi tercih etmesiyle Türkiye’nin bu dönemde kolaylaştırıcı ya da arabulucu konumu zayıflayacaktır.

Obama yönetimin yeni politikasını uygularken Amerikan emperyal çıkarlarının geri planda kalacağı ve istenilen sonuç alınmadığında müdahale etmeyeceği anlamına gelmiyor. Son noktaya kadar bekleyecek ve müdahil olacaktır. Bu biraz da bölgedeki devlet ve devlet dışı hareketlerin yeni Amerikan politikasına yaklaşımı ile belirlenecektir. Ancak Obama yönetiminin işi hiç kolay değil. Çünkü, Bush’un bıraktığı enkazı tanımaya, anlamaya çalışan Obama eğer daha fazla vakit kaybeder, söylemler pratiğe yansımazsa bölgedeki beklentiler, umutlar azalacaktır. Pratikte atılacak en önemli adım ise insanların adalet duygusunu yeniden tesisi etmek olacak. Ancak bölgenin en önemli mottosunu da unutmamak gerekiyor: “Burası Ortadoğu yarın ne olacağını kimse bilemez.”