22 Aralık’ta Fransa Ulusal Meclisi’nde kabul edilen, “yasa tarafından tanınmış soykırımların varlığını inkar etmeyi cezalandırma” yasa tasarısına, “hafıza yasaları” olarak da tanımlanan benzeri yasalara veya yasa tasarısı girişimlerine karşı en iyi yanıtı, 2006’da Fransa’da Tarihe Özgürlük derneğini kuran tarihçiler, 12 Aralık 2005’te yayımladıkları ilk bildiride dile getirmişlerdi (bkz. çerçeve).
Tarihe Özgürlük girişimi, 2006’da Fransız Ulusal Meclisi’nin gündemine gelen Ermeni Soykırımı’nı inkar etmeyi cezalandırma yasa tasarısını da eleştirdikleri “bellek yasaları”na dahil ediyorlardı. Fransa’da 23 Kasım 2006’da hukukçulardan oluşan bir grubun yayımladığı “Bellek Yasalarına Karşı Çağrı”da da, yasamanın tarih konusunda karar verici ve cezalandırıcı yasalar çıkarmasının hukuk devleti ilkesine aykırılığı vurgulanıyordu.
Tarihçilerin ve hukukçuların “bellek yasaları” olarak adlandırılan bu yasalara karşı tepkilerine, tarihin çeşitli dönemlerindeki mağdurların bu mağduriyetlerinin tanınması taleplerinin yasama alanında bir patlamaya yol açacağı ve nihayetinde hiçbir biçimde tarih yapılamayacağı ve mağduriyet tanınmasının da herhangi bir anlamının kalmayacağı öngörüsü eşlik ediyordu. Bu nedenle aynı tarihçi ve hukukçular, 2007’de Avrupa Birliği Bakanlar Konseyi’nin gündemine gelen, aynı yıl Avrupa Parlamentosu tarafından onaylanan ve 28 Kasım 2008’de AB Konseyi’nde kabul edilen AB Çerçeve Kararı’na yayımladıkları bir çağrıyla (Blois Çağrısı) karşı çıktılar. Bu Çerçeve Karar, üye devletleri “ırkçılık ve yabancı düşmanlığının bazı tezahürlerine karşı ceza yasası yoluyla önlem” almaya davet ediyor. Soykırımı, savaş suçlarını, insanlığa karşı işlenmiş suçları “kaba biçimde ve kamuya açık” olarak övmenin, inkar etmenin veya sıradanlaştırmanın” da aynı çerçevede cezalandırılmasını öneriyor. Bu Çerçeve Karar’a karşı, Blois Çağrısı, “tarihin geriye dönerek ahlakileştirilmesi ve entelektüel sansür risklerinden endişe duyulduğunu” ifade ederek, bu yolla “devlet doğruları tesis etme” tehlikesine dikkat çekiyor. Bu tehlikeye karşı “Avrupalı tarihçileri harekete geçmeye, siyasetçileri de aklıselime davet” ediyor.
Fransa’da 2011 Aralık’ında Ulusal Meclis’te oylanan ve 2012 Ocak ayının ilk yarısında Senato’da da onaylanması, dolayısıyla bu kez yürürlüğe girmesi kuvvetle muhtemel olan yasa tasarısı, Fransız mevzuatının yukarıda bahsedilen AB Çerçeve Kararı’na uyum gerekçesi öne sürülerek gündeme getirildi. Daha önceki Ermeni soykırımını inkarın cezalandırılması yasa tasarısı girişimi Fransız Senato’sunda anayasaya aykırılık gerekçesiyle reddedilirken, yasa tasarısının doğrudan tekil bir tarihsel olguya atıfta bulunmasının sakıncaları vurgulanmıştı. Bu nedenle Cumhurbaşkanı Sarkozy’e çok yakın olan, 2007’de ilk kez ve Marsilya bölgesinden seçilen milletvekili ValéryBoyer’nin sunduğu yasa tasarısından da “Ermeni soykırımı” ifadesi meclis komisyonunda kaldırıldı ve mecliste değiştirilmiş hali onaylandı. Böylece Türkiye’yi ve Türkleri açıkça hedef almayan, “evrensel içerikli” bir yasa olduğu iddiası pekiştirildi. İleride meclis başka soykırımları da tanırsa, otomatik olarak bu ceza yasasının kapsamına girecek olmasının altı çizildi. Tarihe Özgürlük bildirisi için sorun ortadan kalkmamıştı elbette.
AB Çerçeve Kararı, varlığının inkar edilmesinin cezalandırılacağı soykırım ve benzeri suçların ulusal olarak tanınmış olanlarla sınırlandırılması imkanını üye ülkelere tanıyor. Bu nedenle Fransa’da yasa, “Fransız yasalarının tanıdığı soykırımların inkarının” cezalandırılmasıyla sınırlı tutuldu. Fransa’da yasalar bugüne kadar iki soykırımın, Yahudi ve Ermeni soykırımlarının varlığını kabul ettikleri ve Yahudi soykırımını inkar etmeyi cezalandıran bir yasa zaten yürürlükte olduğu için (13/7/1990 tarihli Gayssot Yasası), yeni yasa tasarısı fiilen sadece Ermeni soykırımını inkara para ve hapis cezası verilmesini öngörüyor. Yasa tasarısında “tanınmış soykırımı” varlığını inkar etmenin veya bunu önemini azımsama fiilinin “çok çirkin ve taşkın” (outrancière) biçimde yapılması koşuluyla ceza verileceği belirtiliyor. Bunun sözlü veya yayın yoluyla yapılması arasında bir fark gözetmiyor yasa tasarısı. Bu “çok çirkin ve taşkın” olma niteliğinin nasıl değerlendirileceği şimdilik belirsiz.
Yasa tasarısı meclisin gündemine seçimlerden hemen önce ve hükümet inisiyatifiyle sokuldu. Bunun Nisan 2012’de yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimleri ve onu izleyen milletvekilliği seçimlerinde oy toplama stratejisinin aracı olduğu şüphesiz. Ama yasayı iktidar partisi ve muhalefet milletvekilleri birlikte oyladıkları için, seçim getirisi ise son derece az. Fransa’da Ermeni seçmenlerin yoğun olduğu bölgelerde bütün milletvekilleri, bir önceki yasa tasarısında olduğu gibi, bu yasa tasarısına blok halinde evet oyu verdiler.
Görüldüğü gibi, bu “bellek yasaları” girişimini sadece Türkiye’ye ve Türklere yönelik hasmane bir tutum ifadesi olarak ele almak, bunun arkasında İslamofobi refleksleri aramak, gerçeğin fazla “bizmerkezli” çarpıtılması anlamına geliyor. Yasa tasarısının oylanması sırasında, olumlu oy vereceğini ilan eden bazı milletvekilleri, bu yasayla, “aktif biçimde yurtdışında ve özellikle Fransa’da inkarcı eylemler düzenleyen, bunları teşvik eden Türk devletinin bu aktif inkarcılığına karşı bir set çekme” ihtiyacını vurguladılar. Türkiye devletinin bu aktif inkarcılığının Fransa’daki Ermeniler açısından bir güvenlik tehdidi oluşturduğu iddiası da dile getirildi. Buna örnek olarak, bombalanan bazı Ermeni anıtları verildi. Yasaya karşı çıkanlar ise, Fransa’da nefret suçlarını cezalandıran yeterli etkide yasa olduğunu belirterek, suçu övme aşamasında gerçekleştirilen bir aktif inkarcılığın zaten yasalarla cezalandırıldığını belirtiyorlar. Bu ve benzeri yasalara karşı çıkanlar için ise sorun, “bellek yasaları” aracılığıyla yasamanın tarih yapması ve yargıya tarihin hakemi olma sorumluluğunu getirmesi. Bunun dolaylı olarak ifade özgürlüğünü ve bilimsel özerkliği tehdit ettiğini ifade ediyorlar.
Tarihe Özgürlük
Bugün Türkiye’de “Ermeni soykırımı” tabirini kullananlar sistemli bir adli takibata uğramıyor. Ama böyle bir takibatı mümkün kılacak yasal araçlar yürürlükte kalmaya devam ediyor. Medyada “sözde” ibaresiyle perdelenmeden Ermeni soykırımından bahsedilmemesi üzerine oluşan yaygın konsensus yürürlükte. Kendisinin değil, başkasının ifadesini bile önüne “sözde” kelimesi koyarak aktarma gereği duyan bu zihniyet, Türkiye’de inkarcılığın belki en yaygın tezahürü. Buna başta Tayyip Erdoğan olmak üzere, kesin biçimde “bizim tarihimizde soykırım olmamıştır” diye kestirip atan, sonra “gelin tarihçiler buna karar versin” diyen mantık harikası inkarcılığı da ilave edince, Türkiye’de sergilenen bu “ulusal duruş”un inkarcı niteliği tüm çıplaklığıyla ortaya çıkıyor. Ayrıca sergilenen duruşa hakim olan çocuksu ya da ergence tını ve zaman zaman şirretlik sınırlarını aşan tepkilere bakınca, her durumda bunun ahlâklı ve onurlu bir duruş olduğunu söylemek mümkün değil.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 25 Ekim 2011’de Taner Akçam’ın açtığı davada, “yargı tarafından yorumlandığı şekliyle Ceza Kanunu’nun 301. maddesindeki hükümler çok geniş kapsamlı ve muğlâktır ve bu niteliğiyle ifade özgürlüğü hakkından yararlanılması karşısında sürekli bir tehdit oluşturmaktadır. Başka bir deyişle, hükmün ifade ediliş biçimi, kişilere, kendi fiillerini kontrol etme ve sonuçlarını önceden görme imkânı tanımamaktadır. Bu hükme göre başlatılan araştırma ve kovuşturmaların sayısından da açıkça anlaşılacağı gibi saldırgan, sarsıcı veya rahatsız edici sayılan herhangi bir görüş veya fikir savcılar tarafından rahatlıkla bir cezai soruşturma konusu yapılabilmektedir” değerlendirmesinde bulundu. Söz konusu maddenin, AİHM’in yerleşik içtihatının gerekli gördüğü “hukuk kalitesi”ni sağlamadığına ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. maddesini ihlal ettiğine karar verdi.
Hatırlatalım. 2011 Türkiye’sinde, “Ermeni soykırımı olmuştur” demek halen suçtur. Yaygın biçimde uygulanmasa da, yürürlükteki TCK 301. madde buna izin veriyor. HrantDink’in öldürülmesinden bir gün sonra, Hrant’ın “sadece Ermeni olduğu için değil, Ermeni soykırımı olduğunu söylediği için öldürüldüğünü” bir basın açıklamasıyla dile getiren, ardından “Ermeni soykırımı olmuştur” diyen Temel Demirer hakkında, bir yıl sonra “kin ve düşmanlığa tahrik” ve “Türkiye Cumhuriyeti’ni alenen aşağılamak” suçlarından dava açıldı. Dönemin Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin, “ben devletime katil dedirtmem” diyerek, 301. maddeden soruşturma açılması için gerekli olan bakanlık iznini verdi. Savcı iddianamesinde Demirer’in “Türk devlet tezine karşı çıktığını” belirtip, “Ermeni Soykırımı”nın gerçek olduğunu ileri sürdüğü ve aydınları 301. maddeyi ihlal etmeye çağırdığı” gerekçesiyle cezalandırılmasını talep etti. O tarihten beri Ankara’da Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülen dava, bakanlık izninin iptali için savunmanın yaptığı başvurunun sonuçlanmaması nedeniyle bekliyor. Bugün Türkiye’de “Ermeni Soykırımı olmuştur” diyen bir kişi yargılanıyor!
HrantDink’e de, benzer nedenle dava açılmış, yargılanmasına başlanmıştı. Ancak öldürülünce dava düşmüştü. Hrant’ın başka bir gazeteye verdiği demeci aktaran Agos gazetesi sorumluları hakkında aynı nedenle açılan davada ise mahkeme ceza vermiş, ancak daha sonra 301. maddeye getirilen bakanlık izni sayesinde Yargıtay’dan dönen dava, buharlaştırılmıştı. Sonradan buharlaştırılsa bile, bir Türk mahkemesinin yakın bir tarihte “soykırım olmuştur” ifadesi nedeniyle ve bunu söyleyen kişi bu arada öldürüldüğü için, onu yayımlayan kişilere ceza verdiğini unutup, “bizim ülkemizde bu konuda her şey serbest” deyip, Fransa’nın ifade özgürlüğünü kısıtlamasını eleştirmenin riyakârlıktan başka bir kelimeyle nitelendirilmesi mümkün mü? Elbette ne Fransa’da ne Türkiye’de toplum yekpare bir bütün değil. Birçok Türkiyeli bu tavırdan Türkiyeli olarak utanç duyuyor, bu riyakârlık onların insanlık onurunu zedeliyor.
Tayyip Erdoğan, 2009’da, Ermenistan Cumhurbaşkanı’nın da hazır bulunduğu bir toplantıda, “Bizim bir defa kültürümüzde, medeniyetimizde soykırım diye bir şey yoktur ve bunu kabul etmemiz de mümkün değildir” dedi. Bu inancını başka vesilerle birçok kez dile getirdi. Ancak aynı konuşmada, “Kimin kimi nasıl derdest ettiğini, nasıl soykırıma uğrattığını, çok açık, net Karabağ olayları zaten ortaya koyuyor” diye ilave ederek, soykırımı yapan değil, soykırıma uğrayan tarafta kendini gördüğünü ima etti. Aynı kişi, başka bir yerde yaptığı konuşmada ise, “bu topraklardan sürülen gayrımüslimlere” yapılanı faşizm olarak tanımlıyordu.
Başbakanın, Türkiyelilerin çoğu gibi, kafasının karışık olduğu kesin. Ancak bu kafa karışıklığı “soykırım” kelimesi karşısında milli bir refleksle inkarcılığa, “ben yapmadım, ama sen yaptın” türünden üste çıkma taktiklerine, en son noktada da “soykırım esas benim halkıma yapılmıştır” karşı saldırısına geçmeyi engellemiyor. Bu nedenle Iğdır’da 40 metre yüksekliğinde nezih beş kılıçtan oluşan Ermenilerin yaptığı mezalimi anma anıtını ucube bulmazken, Kars’taki İnsanlık Anıtı’nı ucube bulup, yıktırtıyor.
Sadece Tayyip Erdoğan örneğini vermek doğru değil elbette. Dersim katliamı konusunda özür dileyen Başbakan’a, “Devleti ve Cumhuriyeti kuran parti”nin genel başkanı, “bu ne büyük bir talihsizliktir ki bu ülkenin Başbakanının zihin haritası Ermeni diasporasının zihin haritası ile aynıdır” dedikten sonra, hızını alamayıp, “Öyle bir gözü dönmüş ki, yakın bir gelecekte bu millete Ermeni soykırımı iddialarını da dayatırsa hiç şaşmayın” diyebiliyor. Ardından sözünü, “CHP’nin zemini KuvvayıMilliye’dir” diye toparlıyor. Bu toparlama “Ermeni kıtal”ini azımsama, önemsizleştirme, görelileştirme refleksinin kaynağını da ele veriyor. Sosyalist Enternasyonal’e üyeliği tarihin bir cilvesi olan bu partinin başka bir milletvekili Güldal Mumcu da, Meclis kürsüsünde konuşan Sırrı Sakık’a, “Türkiye Cumhuriyeti’nin geçmişiyle ilgili, Yahudilere ve Ermenilere yönelik bir katliam dediniz. Böyle bir şey söz konusu değildir. Lütfen bunu düzeltirseniz sevineceğim” diyerek müdahale edebiliyor. Soykırım değil, katliamın bile “söz konusu olmadığı” bir resmî devlet görüşünün hüküm sürdüğü bir ifade özgürlüğü ülkesi Türkiye! Tarihi tarihçilere bıraksanız ne olacak diye insanın sorası geliyor. “Ermenilerden özür dileme” girişimine katılanların, vatan haini, Ermeni dönmesi ilan edildiği bir ülkede yaşıyoruz. Ve bunu herkes biliyor. “Fransa’ya özgürlük ve insanlık dersi verenler Türkiye’deki somut durumu hatırlıyorlar mı?” diye sormak, insana abesle iştigal etme hissi veriyor. Gayet iyi biliyorlar. I915’te ne olduğunu gayet iyi bildikleri gibi.
Tescilli ırkçıların, aşırı milliyetçilerin inkarı karşısında değil, iktidar ve ana muhalefet partilerinin mümtaz temsilcilerinden, yöneticilerinden, liderlerinden, medyadan, eğitim kurumlarından etrafa yayılan bu örtük ya da utangaç inkarcı tavır karşısında, “inkardan beslenen bir ifade özgürlüğü söylemi buram buram riya kokuyor” diyen 7 Türkiyeli Ermeni soruyor: “Kokuyu almıyor musunuz?” Evet alıyoruz, hem de nasıl!
2008’de imzaya açılan metin, aradan geçen üç yıla rağmen bugün güncelliğini çok daha fazla koruyor: “1915’te Osmanlı Ermenilerinin maruz kaldığı Büyük Felâket’e duyarsız kalınmasını, bunun inkar edilmesini vicdanım kabul etmiyor. Bu adaletsizliği reddediyor, kendi payıma Ermeni kardeşlerimin duygu ve acılarını paylaşıyor, onlardan özür diliyorum.” (http://www.ozurdiliyoruz.com).
Tarihe Özgürlük bildirisi
Tarih bir din değildir. Tarihçi hiçbir dogmayı kabul etmez. Hiçbir yasağa karşı saygı duymaz. Tabu tanımaz. Rahatsız edici olabilir.
Tarih ahlâk değildir. Tarihçinin görevi övmek veya mahkum etmek değildir. Tarihçi izah eder.
Tarih aktüalitenin esiri değildir. Tarihçi geçmişin üstüne günün ideolojik şemalarını yapıştırmaz. Geçmişteki olaylara günün hassasiyetlerini katmaz.
Tarih bellek değildir. Tarihçi, bilimsel bir davranışla, insanların hatıralarını toplar, bunları karşılaştırır, belgelerin, eşyaların, izlerin ışığında değerlendirir ve olguları ortaya çıkarır. Tarih belleği dikkate alır, belleğe indirgenmez.
Tarih hukuki bir nesne değildir. Özgür bir devlette, tarihi gerçeği tanımlamak ne parlamentoya ne de yargı otoritesine aittir. Devletin politikası, en halis niyetlerle yapılsa bile, tarih politikası olamaz. Bu ilkeleri çiğneyerek art arda oylanan yasalar, özellikle 13 Temmuz 1990, 29 Ocak 2001, 21 Mayıs 2001 ve 23 Şubat 2005 yasaları, tarihçinin özgürlüğünü sınırlayarak, ona, ceza tehdidi altında, neyi araştırması ve ne bulması gerektiğini söylediler. Ona yöntemler emrettiler ve sınırlar çizdiler. Demokratik bir rejim için yüzkarası olan bu yasaların lağvedilmesini talep ediyoruz.
13/7/1990 tarihli “tüm ırkçı, yabancı düşmanı ve antisemit sözleri cezalandırma yasası”;
29/1/2001 tarihli, “1915 Ermeni soykırımını tanıma yasası”;
21/5/2011 tarihli “esir ticareti ve köleliğin insanlığa karşı işlenmiş suç olarak kabul edilmesine dair yasa”;
23/2/2005 tarihli, Fransa’nın eski Fransız vilayet ve topraklarında Fransa’nın gerçekleştirdiği esere katkıları nedeniyle buralarda yaşamış olan Fransızlara Ulus’un şükranını ifade etme ve bunu yaşatma yasası.