Önümüzde, oy dalgalanmaları yaratacak veya yaratması hesabıyla tertiplenecek birçok olayın yaşanacağı kritik bir-bir buçuk ay varken, seçimlerin sonucu hakkında kesin belirlemeler yapmak hem mümkün değil, hem de gereksiz.
Ama şunu kesinlikle söyleyebiliriz ki; Türkiye 2007 seçimlerinden beri ilk defa, yıl hesabıyla neredeyse on yıl gibi –hiç de kısa sayılamayacak– bir süreden beri ilk defa AKP oylarının ne kadar artacağının değil ne kadar eksileceğinin konuşulduğu bir seçime giriyor.
Gerçi 2014 yerel seçimlerinde de AKP oylarında bir düşüş beklentisi vardı. Ama orada beklenti AKP’nin rakiplerinin pozitif hamlelerinden dolayı değil, AKP’nin Gezi isyanı ve 17-25 Aralık yolsuzluk dosyaları karşısındaki durum ve tutumunun partinin oy dairesindeki negatif etkilerinden dolayı idi. Şimdi ise tam aksine AKP’nin başlıca rakipleri kendi asli pozitif argüman ve perspektifleri –MHP Türk milliyetçiliği, CHP sosyal devlet! demokrasi, HDP radikal-sol alternatif– üzerinden AKP’ye karşı hücum pozisyonundadırlar. Ve AKP son on yıldır ilk kez bütün hatlarda –iç politikanın tüm konularından dış politikanın bütün fasıllarına kadar– savunma halindedir. Geçmiş seçim kampanyalarında rakiplerine kendi asli addedilen özellikleri üzerinden bile saldırılabilen, örneğin MHP’ye karşı “asıl milliyetçi biziz” CHP’ye “halkçılık öyle değil böyle olur” diye çemkirebilen, HDP’yi de Kürt sorununda bile muhatap saymayan AKP’nin bu üsttenci söylemini süsleyen “çılgın projeler”le, 2023’le de yetinmeyip 2071’e dek giden vizyon balonları ile yarattığı hegemonik parti havası çok büyük ölçüde sönmüş; siyasal gündemi ve söylemi belirleme inisiyatifini kaybetmiştir.
Önümüzdeki kampanya döneminde bu inisiyatifi hangi partinin/akımın kazanacağını göreceğiz. MHP’nin Türk milliyetçiliğine abanacak bir kampanya ile AKP’den belirli bir miktar oy koparması muhtemel olsa bile; bu konumu edinmesi zayıf olasılık. CHP, oy oranını umduğu ölçüde arttırmasa dahi ekonomik kriz belirtilerinin öne çıkması nedeniyle AKP’nin zayıf karnı gibi görünen ekonomiye odaklı, alt-orta gelir sahibi kesimlere yönelik “sosyal devlet programları” ile, son iki seçimde vermeyi başaramadığı “iktidar alternatifi” izlenimini güçlendirerek bu konumu edinmeyi deneyecek. HDP ise bu düzenin alternatifi vardır, oluşturulabilir tezini kampanya tartışmalarının odağına yerleştirmek için çaba gösterecek. Sadece bir “Kürt sorununun partisi” olmadığı kanaatini yerleştirecek dolgun içerikli bir kampanya ile HDP’nin %10 barajının hemen altında bir oy oranı ile seçimden çıksa bile –ki şu ana kadar bu ihtimali giderek azaltan bir kamuoyu ilgisinin artışı trendi üzerindedir– seçim sonrası siyasi atmosfer ve gidişatta oy oranının çok üzerinde bir etkileme merkezi olarak varlığını –geliştirerek– sürdürme imkânı olacaktır.
* * *
AKP’nin bu seçime inisiyatifini kaybetmiş olarak ve ciddi bir oy oranı düşüşü ihtimali endişesiyle giriyor olması, bu partinin daha önceki seçimlerde pek başvurmadığı provokasyonlarla sonuç devşirme yöntemlerini devreye sokma ihtimalini güçlendiriyor. Şırnak-Uludere’deki kışkırtma girişimleri, Ağrı-Diyadin’de ters tepen provokasyon tezgâhı bunun işaretleri. HDP’nin barajı geçmesinin AKP’nin –sadece oranı belirsiz kendisi neredeyse kesin– oy kaybını tek başına iktidarı bile tehlikeye sokacak noktaya getirebilme ihtimali, bu muhtemel provokatif girişimlerin HDP’ye yönelik genel kamuoyu ilgisini soğutmaya matuf olacağını gösteriyor.
Ancak AKP’nin bu seçim kampanyasında MHP ve CHP’den çok HDP’ye yüklenmeye, onu Kürt oy tabanında tecrit olmuşluğa itmeye hedefli girişimleri sadece bu kısa vadeli seçim sonu hesabına bağlanmamalı. Çünkü HDP, bu seçim ortamına sırf “Türkiye partisi olmak” gibi içeriği rakipleri tarafından tanımlanmış bir özelliğe sahip olmak için değil; Türkiye toplumunun genelindeki bir radikal dönüşüm potansiyelini harekete geçirmek, bu potansiyele bir ufuk kazandırmak ihtiyacına zemin açmak iddiasını yüklenmiş olarak giriyor. Parti, hâlihazır kadro ve donanımı ile bu iddiayı hakkıyla yerine getirebilmek bakımından tam yeterli olmayabilir. Ama şu safhada ihtiyacın kendisini anlatabilmesi, heyecanını yaratabilmesi dahi ciddi bir başarı anlamına gelecektir.
HDP, diğer partiler gibi kendisini bir iktidar alternatifi gibi sunmak yerine, bir düzen alternatifi ihtiyacını temsil iddia ve işleriyle sahneye çıkacak ise; iddiasını öncelikle dilinin “yeni”liği, argümanlarının farklılığı, ilgi ve öğrenme isteği yaratma kapasitesi ile kanıtlayabilmelidir. Bunu ise, ne geleneksel sol/sosyalizmin klişeleşmiş anti-emperyalizm, anti-kapitalizm diskurlarını tekrarlayarak ne de CHP ve MHP’nin de yapacağı AKP otoritarizminin, yolsuzluk, keyfilik eleştirilerinin daha sert ifadeleriyle yapabilir.
Çünkü; her iki eleştiri perspektifi de –biri daha geniş, diğeri daha dar kapsamlı olmakla birlikte– muhataplarına, kendilerini kuşatan, çevreleyen koşulların –iktidar gücü ve eylemiyle– şu veya bu biçimde değiştirilmesi ile kendi durumlarının da dolaylı olarak –iyiye doğru– değişeceği mesajını verirler. Bir başka ifade ile bu mesajlar, insanlara eyleyicicilik, değiştiricilik, dönüştürücülük işlev ve gücünün kendilerinde değil devlette, iktidarda olduğunu bildiren, bu kadim bilgiyi tekrarlayan mesajlardır. Kendileri, sıradan insanlar, özellikle gençler olarak o gerçek eyleyici (iktidar)ın yapacaklarından fayda-çıkar uman edilgen varlıklar konumundadırlar aslında.
Oysa, bunca tarihsel deneyimden sonra, özellikle insanlığın, uygarlığımızın adımını attığı eşikte, gerçekten radikal bir mesajın asli özelliği az önce sözünü ettiğimiz kadim bilginin tam tersinin mümkün olduğu, olması gerektiğini anlatabilme ve ikna edebilme gücüdür. Koşullardan değil, kendinden başlayarak, yani kendini dönüştürme kararıyla, bu kararın ilk gereklerini yerine getirerek ve bunu yapmayı toplumsal bir harekete genişleterek, bu genişlemeye zemin olacak alanlar açarak... Böylece bu hareketi kısıtlayan koşulların zorunlu, kaçınılmaz dönüşümünü sağlayarak gerçekleşen bir süreç öngörmek anlamına gelir bu.
Kendi dönüşümünü, koşulların dönüşmesi önşartına bağlayan (böylece kendisini dolayımlı olarak edilgenleştiren) insandan, kendini dönüştürerek koşullarını dönüşmeye zorlayan, onları edilgen kılan insana geçiş demektir bu.
Koşulları dönüştürerek insanı –insanlık durumunu– dönüştürme perspektifinin en radikal temsilcisi olan geleneksel sosyalist akımın en iddialı uygulamalarının trajik sonucu/sonuçları ortada iken ve onun ortadan kaldırmaya azmettiği sorunlar daha da ağırlaşmış olarak hayatımızı kuşatıyorken, ya “kökten kurtuluş”un mümkün olmadığı “gerçeği”ne boyun eğerek yaşayacağız; ya da derinlik ve zenginliğini her gün biraz daha keşfettiğimiz ikinci bilimsel-endüstriyel devrimin olağanüstü kapasitesi bağlamında “artık mümkün” olmanın eşiğinde duran “kendini dönüştürmenin/kendinde devrimin” bir toplumsal hareket haline getiren yollarına odaklanacağız.
2015 seçimleri bu odaklanmayı pratik bir hedef olarak değil ama bir perspektif ve hedef olarak işleyecek bir propagandanın ilk deneyimi yapılabilir. Bu ilk etapta kitlesel bir ilgi ve heyecan uyandırılamasa bile, bilimsel-endüstriyel devrimin boy verdiği mecralarda fiilen yer alan ve yer almaya aday olan yüksek nitelikli –genç– kuşaklara doğrudan seslenecek böylesi bir çağrının uyandıracağı ilgi, merak ve misyon duygusu, heyecanı bile –en azından orta vade açısından– kritik önemde olabilecektir. Bu kuşağın AKP politika ve uygulamalarının tamamına yansıyan, ama özellikle eğitim-öğretim ve bilimsel etkinlikler alanında endişe verici bir çarpıcılıkla gözlemlenebilen “kalitesizlik” karşısında hissettiği isyanı dile getirme arzusuna böylece verimli bir kanal da açılmış olacaktır.
AKP’nin de ötesinde “düzen”e karşı gerçek bir alternatifin, giderek geleceğimizi belirleyecek devrimin kitlesel mecrasının taşıması mutlak gerekli olan nitelikleri, ancak ve sadece böyle bir kanalın varlığı ve gürlüğü ölçüsünde mümkün olacaktır.
AKP zihniyetinin, politikalarının ve uygulama tarzının gitgide göze batan bir özelliği olarak “niteliksiz(leş)me” ile “kendinde devrim, kendini dönüştürme” kavramının nitelikler edinmeye, daha da yüksek niteliklerle donanmaya verdiği temel önem arasındaki zıtlığın vurgulanması ve olabildiğince etraflı açıklanabilmesi bu seçim kampanyasının en fazla yankı uyandıran konusu haline getirilebilir ve getirilmelidir. Bu hem yukarıda da belirttiğimiz üzere ülkenin en nitelikli kesimleri başta olmak üzere genç kuşaklarını en hayati özellik ve endişeleri üzerinden kendine çekme potansiyeli taşıyan bir temadır; hem de AKP’ye karşı diğer muhalefet odaklarının işsizlik, ekonomik büyümenin durması veya “patinaja” mahkûm edilmesi... gibi tespitler üzerinden yapacağı eleştirileri yeni ve çok daha zengin bir perspektifin gölgesine itecek bir yaklaşımın alamet-i farikası olacaktır. İşsizlik sorununu “ekmek parası için ne iş olsa yaparım” deme azizliğinin yaygınlığını kullanarak, yoksulluğun artışını ve kronikleşmesini “devlet yardımı” ile pansumanlayarak “çözme”yi vaat eden parti ve akımların karşısına o sorunları iliklerine kadar yaşayan insanların özgüvenlerini ve yapabilme isteklerini canlandırarak çıkan bir hareket, bir iktidar talibi gibi değil yeni, gerçekten insanca bir hayata çağrı gibi algılanabilecektir.