Ailenin anti-feminizmin bir ‘olayı’ oluşunu, bir kadın düşmanlığı bayrağı olarak yükseltilmesini, yakın zamanda Türkiye’de gayet bariz görüyoruz. Hane içi şiddetin kamusal bir suç olarak takibini sağlayan İstanbul Sözleşmesi’nin ilgası kampanyasının gerekçesi, aileyi savunmaktı. Bu kampanya sırasında yapılan bir açıklamanın diliyle, “Ailenin huzurunu bozarak şiddete neden olan ucube sözleşmelerin iptal edilmesi” isteniyordu.
Ailenin bir anti-feminizm ‘olayı’ oluşu, yakın zamanlara da, Türkiye’ye de özgü değildir. Dünyanın her yerinde, kadınların özgürlüğünü ve kamusal görünürlüğünü kısıtlamak isteyen siyasetler, aile hamasetine yönelirler. Milliyetçi-muhafazakâr sosyolog Orhan Türkdoğan, müthiş bir buluş olduğuna inandığını tahmin ettiğim “feminizme karşı familizm” (yani Batı dillerinde “family”den “ailecilik”) şiârını, ilk kez tâ 1998’de Kadın Kimliği dergisinde bir söyleşisinde sarf etmişti (“Feminizm ve Femilizm mi?”)
***
“Şûralar,” devlet politikalarının uzmanların katılımıyla enine boyuna tartışılıp uzun vadeli olarak projelendirilmesini öngören platformlar olarak, Türkiye’nin modern millî devlet söyleminde önemsenirler. Tipik ve sistematik örneği, millî eğitim şûralarıdır. Millî eğitim şûraları Cumhuriyet’in başından bu yana 19 kez toplandı, bunların son üçü AKP iktidarı dönemindedir (2006, 2010, 2014). Buna mukabil Cumhuriyet tarihinde toplanan yedi Aile Şûrası’nın dördü, AKP iktidarı döneminde toplandı. İlk Aile Şûra’sı 1990 sonunda. Mesut Yılmaz’ın ANAP hükümeti döneminde toplanmış ve bir Aile Bakanlığı kurulması tavsiyesi çıkarılmış; ikincisi 1994’te DYP-SHP koalisyonu döneminde, Üçüncüsü 1998’de Anasol-D denen Mesut Yılmaz başbakanlığındaki hükümet döneminde toplanmıştı. AKP iktidarı döneminde, 2004, 2008, 2014 ve 2019’da dört Aile Şûra’sı düzenlendi – bu dönemde hakkında en çok “şûra” yapılan konu, ailedir. İktidarın aileye verdiği ‘kritik’ önemin bir göstergesi, bu.
***
İstanbul Sözleşmesi karşıtı kampanyanın sloganlarından biri: “Aileyi savunmak vatanı savunmaktır” idi…
2019 başındaki 7. Aile Şûrası açış konuşmasında Cumhurbaşkanı Erdoğan şöyle demiş: “Biz aileyi toplumun nüvesi, kilit taşı, mayası olarak gören bir medeniyetin mensuplarıyız… Bizim milletimiz alışverişte, sokakta, ticari ve sosyal hayatta tanımadığı kişilere dahi teyze, abi, amca gibi aile kavramlarıyla hitap eder.”
Ailenin toplumun çekirdeği olarak tasavvur edildiğini biliyoruz. Veya tersinden, toplumun ve devletin de, bir büyük aile gibi tasavvur edildiğini biliyoruz. Bu tasavvur, toplum meselelerinin ve devlet işlerinin, aile meseleleri gibi halledilmesini öngörüyor.
Aile romantizmi ve aile hamaseti, bireyciliğe karşı, yalnızlaşmaya, atomizasyona karşı korunma, bağlanma, yuva vaat eder. Tam da o “sıcak aile ortamı” vaadinin ve imgesinin, her düzlemdeki demokratikleşmenin önüne nasıl engeller diktiğini Aksu Bora ile İlknur Üstün, 2005’teki araştırmalarında göstermişlerdi.[1] Çünkü aile ilişkilerinin veya ilişkiselliğinin vaat ettiği birbirini sahiplenme, yardımlaşma himmeti, yazılı olmayan bir “her şeyi içerde halletme” protokolüne, nizam-intizamın sıkı sıkıya gözetilmesine ve katı bir hiyerarşiye bağlıdır. Etimoloji boş konuşmaz: Arapça aile kelimesinin sözlük karşılığı “bir kişinin bakmakla yükümlü olduğu hane halkı,” ve altını çizelim, “bağımlılar”dır. Aile, ilksel bağ ve bağlanma ilişkisini tanımlar. Koruduğu gibi, kıskıvrak saran, hiç bırakmayan bir bağ…
***
“Milletimiz alışverişte, sokakta, ticari ve sosyal hayatta tanımadığı kişilere dahi teyze, abi, amca gibi aile kavramlarıyla hitap eder” iken, siyasî ve ticarî işlerini de tercihen abileri, amcaları, dayıları, enişteleri, damatları, oğulları (nadiren kızları) ile yürütüyor. “Milletimiz,” Latince “nepos”tan türeyen nepotizmin (“yeğencilik”), yani akraba kayırmacılığına dayalı siyasî ve iktisadî “sistemin” de müdavimi ve meftunudur.
Bir bağ, bir ilişki, bir çözüm ararken onu abimiz olmayan bir abide, babamız olmayan bir babada bulma refleksi, neyin refleksidir? Yegâne veya en sağlam güven ölçüsünün akrabalık olması, aile kadar hatta diyebiliriz ki aileden başka güvenecek bir yapı, kurum, ilişki, bağ olmaması anlamına gelir. Bu durum, kamunun, kamusallığın, toplumun, toplumsallığın iflâsının bariz bir alâmetidir. Aileyle ilgili sorunlardan konuşacaksak, öncelikle bunu konuşmak gerekmiyor mu?
***
Teşbih olarak, mecaz olarak, simge olarak aileden söz ettik daha çok. “Hissedilen aile,” diyelim… Aile romantizminin ve aile hamasetinin bir etkisi veya bir işlevi de, somut, reel aileyi görünmez kılması değil mi? Somut aileler hakkında, yaşayan aile yapıları, aile ilişkileri, aile deneyimleri hakkında ne biliyoruz?
Elinizdeki dosyadaki yazılar, ideolojik bir söylem olarak aileciliği sorgularken, somut aile deneyimleri hakkındaki merakı da uyarmayı hedefliyor.
***
Dosyamızda sadece yazıların değil görsellerin de söyleyecek bir çift sözü var. Eserlerini emanet eden sanatçılar Gözde İlkin, Neriman Polat ve Güneş Terkol’a çok teşekkür borçluyuz. Asena Günal’a da…
[1] https://www.tesev.org.tr/wpcontent/uploads/rapor_Sicak_Aile_Ortami_Demokratiklesme_Surecinde_Kadin_Ve_Erkekler.pdf