Çok boyutlu, sarmal bir darbenin bu ülkede yaşayan her bir insan üzerindeki etkisi elbette farklı.
Kendi adıma ise, 12 Eylül’ün şok edici etkisi çok geç karşıma çıkan bir fotoğraf karesinde belirdi. Çocukluk yıllarımda birlikte zaman geçirdiğim babamı hatırlamaya çalışırken albümümde rastladığım bir fotoğraf karesi. Babamla, çocukluğumda yan yana tek bir tane fotoğrafım olduğunu yeniden düşündüğümde otuzlu yaşlarımdaydım. Fotoğraf ise birinci yaş günüme aitti…
Sonrasında, beni darbe ile ilgili bir şey yapmaya iten ise yine bir fotoğraf oldu. Yalnız bu kez darbe sonrası annemin öğretmen olarak sürgün gittiği Ağrı'daki üçüncü yaş günüme ait bir fotoğraf. Babam hayatta olmasına rağmen, doğumgünü pastamın yanında, çerçeve içindeki bir fotoğrafı ile katılmıştı. Beş buçuk yıl karşılıklı fotoğraflar üzerinden süren bir tanışma, anlama ve karşılık verebilme mücadelesi…
12 Eylül uzun cümlelere yer bırakmayan, hafızamda bir kara delik gibiydi.
Özlem Delikanlı
Bir çocuğun hayatında en unutamadığı süreçlerden biri de ailesiyle, sevdikleriyle yaşadığı mekanlarda her an kapıyı çalacak bir kayıp haberi, hiç dağılmayan bir yas havası olsa gerek..
Başta kadınlar olmak üzere evdeki annenizin, anneannenizin hiç bitmeyen kalp acısını gözlerinden görmek. 12 Eylül döneminde bizim gibi çocuklar, büyüklerinin kalp ağrısını hep gözlerinden takip etti, kah hiç durmadan akan gözyaşlarıyla, kah sabahlara kadar kapı çalacak mı beklentisiyle, kah Diyarbakır 5 No’lu Zından kapısı önünde “içerdeki”nin isminin okunup okunmayacağını beklerken. Bazen haftalarca aynı mahpus kapısının önünde bekler bekler, ama dayımın ya da amcamın adı okunmadan yani onlardan bir haber alamadan geri giderdik.
O zamanlar da “ya bugün işkencede öldürülenlerden biri de o ise?” sorusunu sessizce herkes evde birbirine sorup dururdu. İşte o yıllar boyunca çocuk yüreğimin en derinden incindiği, öfkeden içimin titrediği, “adalet” duygusunu en fazla sorguladığım tanıklıklarımdan biri de
Zazaca dışında tek dil bilmeyen babaannemle beraber mahpusları ziyaret edeceğimiz tel örgülü koridora geçmeden evvel defalarca kez tembihlemelerimizdi.. Yıllar sonra “Kamber Ateş nasılsın?” kitabına konu olan her şeyi tek tek deneyimledik maalesef. 6-7 yaşlarında bir çocuğun, ana dili dışında tek kelime bilmeyen büyük annesine saatlerce Türkçe bir cümle ezberletmeye çalışmak…Ve tam o esnada yoksul bir Kürt köylüsünün mahpus kapısının önünden at arabasıyla geçerken atının nallarının çıkarttığı sesten rahatsız olduğu için “işkenceleriyle ünlü” Esat Oktay’ın yoksul köylüyü at arabasından indirip orada bekleyen yüzlerce mahpus yakınları önünde ağzından burnundan kan gelene kadar öldüresiye dövmesine tanıklık etmek.
Onurlu barış. Geçmişle yüzleşmek. Hakikatlerin tüm yönleriyle açığa çıkması ve geleceğini sağlıklı inşa edebilmek adına toplumsal hafızayı diri tutarak adaletin arayışçısı olmak. Sanırım hayatıma yön veren birkaç düsturun ayak izleri o günlerden kalma…
Av. Reyhan Yalçındağ Baydemir