GİRİŞ YERİNE
Dışarıdan bir gözlemci olmanın beraberinde getirdiği hem birçok sorun, hem de yarar var... Ekolojik tartışmalarda tarafsız olmasam da, bu yazı böyle bir taraflılık açısından yazılmadı. Böylece ekolojik hareketle aramdaki belli bir mesafeyi de koruyabildim (ancak bunun nesnelliği doğurduğunu iddia etmiyorum). Sorunlara gelince; önümde kocaman bir dağ oluşuyor. Tabiî, buzdağlarında olduğu gibi, görünmeyen parça en tehlikelisi... “olayların ardındaki gerçeği” bazen bilemeyen bir insan olarak bu makaleyi[1] yazarken kendimi patinaj yapan bir yağmur ormanı yerlisi gibi hissediyorum.
Kitlesel bir nitelik taşımasa da ekolojik hareket, yaratıcılığıyla, demokratik girişimciliğiyle oldukça coşkuludur. Hemen hemen her demokratik muhalefetin devlet kurumları tarafından potansiyel “suçlu” olarak algılanıp muamele gördüğü bir siyasî konjonktürde, üzerinde fazla baskı olmayan bir sivil toplum parçası olan ekolojik hareket, Türkiye’deki demokratikleşme sürecinde önemli bir rol oynayabilir.
Şimdi gelelim sistematik çözümlemeye... Bundan sonra yazacaklarım bilimsel bir iddia taşımaktadır - bilimsel niteliği olup olmadığına ise siz karar vereceksiniz...
EKOLOJİK HAREKETİN SİSTEMATİK BİR TAHLİLİ
Türkiye’deki 250 civarındaki ekoloji örgütünün sistematik çözümlemesinde, ister istemez tipleştirmelere başvurulmak durumundadır. Bir genel bakış açısı sunma iddiasını yerine getirmek amacıyla özellikle ekstrem konumlara değineceğim. Ama bunların arasına diğer birtakım örgütleri de yerleştirebiliriz. Teşkilâtların içinde de değişik akımların yeraldığı ve bir örgütün profilinin ideolojik yöneliminden çok “gerçek siyasî” özellikleriyle nitelenebilmesi de dikkate alınmalıdır. Teşkilâtları tipleştirmek üzere öz tanıtımlarına ve yayınlarda belgelendiği ölçüde başka örgütlerle sürdürdükleri tartışmalara da başvurmak durumundayım.
Bu tipleştirmenin kategorileri diğer araştırıcıların seçtiklerinden belirgin bir şekilde farklıdır.[2] Engin Ural,[3] etki derecesini ve teşkilâtların gerçekleştirdikleri eylemlerin erimini ölçüt olarak seçmiştir. Böylece de, ancak bölgesel düzeyde ortaya çıkan, yetersiz bütçeli ve hiçbir kadroya sahip olmayan gruplanmalar bir kategori oluştururlar; Ural, bu teşkilâtları yer yer toplantılar düzenleyen ve zamanlarını yöresel sorunlara harcayan “hukuksal varlıklar” olarak nitelendirmiştir. İkinci kategoriye, kısmen bir büroya ve yayınlara, örneğin bültenlere sahip olan ve üyelerinin gönüllü ya da part-time çalıştığı örgütler girer. Fakat bunlar, üçüncü kategoridekilerden farklı olarak, proje gerçekleştirebilecek miktarda maddi kaynağa sahip değillerdir. Şevket Özdemir,[4] çevre örgütlerini de konu ettiği doktora tezinde biçimsel bir ayrıştırma seçmiştir. Böylece dernekleri vakıflardan ayırdetmiştir, fakat ekolojik-politik olaylar hakkındaki bir bölümde tüzel kişiliği olmayan gruplaşmalardan da bahsetmiştir.
Bahsedilen son çalışmada uygulanan biçimsel ölçütü teşkilâtların siyaset ve faaliyetlerine ilişkin pek açıklayıcı bulmuyorum (bu ölçüt ayrıca tüzel kişiliği olmayan grupların ihmal edilmesine yolaçabilir); ayrıca Ural, kategorileriyle en azından bu örgütlerin etki derecelerini betimlemiştir. Ancak etki derecesine ilişkin olarak, örgütlerin bütçelerini, yani sadece parasal ya da ekonomik bir değişkeni ölçüt olarak kullanmıştır ve böylece ilgili teşkilâtların Türkiye’deki ekolojik söylemleri ne şekilde ve hangi yönden etkilediklerini ya da etkilemek istediklerini anlatamamıştır.[5]
İlgi alanıma uygun olarak öncelikle sözkonusu toplulukların ideolojik ve politik görüşlerini inceleyeceğim.[6] Bu makalede siyasî kategoriler kullanarak Türk ekoloji hareketini, sanayi ve çevre korumacıları, doğa ve çevre korumacıları, köktenci çevreciler ve Yeşiller olarak dörde ayırmaya çalışıyorum.
YEŞİLLER
Ekolojik soruna ilişkin savlarını Ağaçkakan dergisinde ve Aydınlık gazetesinin Bilim ve Ütopya Pazar ekinde yayımlayan bir grup partiden bağımsız Yeşil, SOS Akdeniz Bürosu etrafında toplanmaktadır. Bu topluluğun felsefesi doğrultusunda, sanayinin beraberinde getirdiği teknoloji ve ilerlemeye köktenci bir şekilde karşı çıkarlar. Bu radikal zihniyet, doğa ve insanı ayırmaya karşı cephe alan müstakil bir kavrayışı beraberinde getirmiştir. Yeşiller, insan-merkezci çevre deyimini değil, ekoloji, dünya, doğa gibi kavramlar kullanmaktadırlar. Yeşiller, çalışmalarıyla “endüstriyalist uygarlığın temel dayanaklarını sorgulamaya çalış”maktadırlar.[7] Onlara göre teknoloji, ekolojik bunalımla savaşmakta uygun bir araç teşkil etmez; Yeşillere göre temiz teknoloji yoktur, her zaman anında ortaya çıkmasa da teknoloji hayatın doğal temel dayanaklarının yok edilmesini içine alır.[8] Bundan başka, Yeşiller, panik yaratılmasın diye kamuoyunda ekolojik sorunların tartışılmaması gerektiği anlayışına karşı çıkmaktadırlar.[9]
Partisiz Yeşiller kendilerini çevrecilerden ayırmaktadırlar. Onlara göre çevreciler, endüstri toplumunu sorgulamayan ve adlarından da anlaşılacağı gibi, meşrû olmayan bir biçimde düşüncelerinin merkezine insanı oturtan “sistem içi bir hareket”tir.[10]
KÖKTENCİ ÇEVRECİLER
Köktenci çevreciler, ekolojik bunalımı demokrasi sorunuyla birleştirmektedirler, yani bilgilendir(il)me ve karar verme süreçlerine katılma hakları. Aynı şekilde Türkiye’nin çevre siyasetini esaslı bir biçimde ve bitişik siyaset alanlarıyla ilişkilendirerek eleştirmektedirler: “Merkezî ya da yerel iktidarlar karşısındaki biz ‘Sivil Toplum Savunucuları’ içtiğimiz sudan soluduğumuz havaya, konuttan sağlığa, tüketimden eğitime, kültürden ekolojiye kadar günlük hayatta karşılaşılan her türlü sorunun tepeden değil tabanda tartışılıp, referandum sonucu planlanmasını istiyoruz.”[11] Bilgilendirme politikası demokrasi sorununa sıkı sıkıya bağlıdır. Umur Gürsoy, nükleer enerji siyasetine ilişkin bilgilendirilme politikasını şu sözlerle betimlemiştir: “Yabancı dil bilmiyorsanız... nakil (aktarma) yolunu izlemekten başka şansınız yoktur... Tabiî her aktarma sırasında kişi, kurum ve devletin işine gelmeyen bilginin sansüre uğraması. Yani devletin güvenliğini, bölünmez bütünlüğünü ve geleceğini korumak gibi amaçlarla bazı bilgileri sır perdesi altına almak, devlet güvenliğini birkaç kişi ve kurumun tekeline ve tercihine bırakmak.”[12] Radikal çevreciler tafsilâtlı ve sansürsüz bilgilerin yanında halkın çevre konularında fikir üretebilmesini sağlayacak bilimsel çalışmaların popülarizasyonunu talep etmektedir.[13]
SOS İstanbul’un basın açıklamalarından, radikal çevrecilerin çevreye dayalı siyasî ana fikirleri de çıkarılabilir. Bunların başında ilerleme kavramının yeni bir tanımlaması gelmektedir: endüstriyel kalkınma, öncelikli bakıştan, hayatın niteliğinin evveliyatına doğru[14]... Bu anlayışa göre çevre sorunları daha iyi teknolojiyle ve bunun sebatlı uygulanmasıyla çözülebilir. Arıtma tesisi sorununa ilişkin SOS İstanbul şunu belirtmiştir: “Sanayi tesislerinin çoğunun daha çok ekonomik çıkar hedefi ile arıtmasız çalıştırıldığını; arıtma taktım diye çevreye karşı duyarlı geçinen sanayicilerin ise sözkonusu cihazlarını maliyeti yüksek oluyor gerekçesiyle çalıştırmadıklarını gözlemlemekteyiz.”[15] Ümraniye Çöplüğündeki gaz patlamasından sonra depo alanlarının bilimsel olarak seçilmesi ve kaliteli teknoloji talep edilmiştir. Açığa çıkan metan gazının enerji üretimi için yakılması önerilmiştir.[16]
Böylece radikal çevreciler, siyasetlerini medenî hedeflerin yeniden tanımlanması üzerine inşâ etmektedirler: politikanın önceliği, kalkınma yerine hayat kalitesi olacaktır. Ancak bununla endüstri toplumunun ve teknolojinin reddi ilişkilendirilmemiştir; bunlar hayatın niteliğine tâbi kılınacaktır. Bunun için, sanayi ve devletin etkili bir kontrole tâbi tutulması gereklidir. Bu da ancak sivil toplumda bilgi edinme özgürlüğünün ve karar verme süreçlerine katılma hakkının sağlanmasıyla elde edilecektir.
DOĞA - ÇEVRE KORUMACILARI
Doğa-çevre korumacılarının bir özelliği, daha çok doğanın ve türlerin korunmasında odaklaşan çevre koruma söylemleri ve faaliyetlerinin siyasî olmayan niteliğinin vurgulanmasıdır. Böylece Türkiye Çevre Vakfı’nın bir yayınında şunu görebiliriz: “Türkiye Çevre Vakfı, geride bıraktığı sürede; çevre konularının şu veya bu şekilde bir uç anlayışa mal edilmesi düşüncesine de şiddetle karşı çıkmış ve bugün, haklılığını herkese kabul ettirmiş bulunmaktadır. Vakfın inancı; çevrenin, hemen her siyasî ve sosyal akımın, üzerinde birleştiği tek nokta olduğu ve olması gerektiği şeklindedir.”[17] Benzer sözler Türkiye Tabiatını Koruma Derneği’nin (TTKD) bir bülteninde, “derneğin amacı” başlıklı bölümün ilk cümlesi olarak bulunmaktadır: “Türkiye Tabiatını Koruma Derneği politika yapmaz, kuruluşundan bugüne kadar kendini politik olaylardan uzak tutabilmiş nadir gönüllü kuruluşlardan biridir.”[18] Bu tür örgütler, devletle yer yer beraber çalışmaktadırlar[19] ve ilgili hükümetin çevre politikasını esaslıca eleştirmekten ziyade münferit siyasî yaptırımları tenkid etmektedirler.[20] Görüldüğü gibi bu örgütler çevre korumasını apolitik olarak kavramaktadırlar. Yer yer sanayicilerle de eşgüdümleri mevcuttur.[21]
Doğa ve çevre koruma örgütleri, çalışmalarında ağırlıkla türlerin ve doğanın korunmasıyla uğraşmaktadırlar. Değişik türlerin (kuş, kaplumbağa, soğan bitkileri) korunması ve doğa alanlarına ilişkin çeşitli projelerin yanında, türsel olarak tehdit altında olan bitki ve hayvanlar hakkında halkı bilgilendirmeye çalışmaktadırlar. Özellikle türlerin korunması bağlamında çevre kirlenmesi de konu edilmektedir. Mesela Doğal Hayatı Koruma Derneği (DHKD), Dalyan bölgesinde turizmden kaynaklanan olumsuz etkileri eleştirmiştir. Böylece çevre kirlenmelerine karşı çıkmak amacıyla DHKD, bir kıyı yönetimi projesini yürütmektedir.[22]
Özetlersek, doğa ve çevre korumacılarının, çalışmalarını hal-i hazırda meydana çıkmış doğa tahribatıyla uğraşmaktan çok, doğayı korumada odaklaştırdığı söylenebilir. Onlara göre doğanın korunması, endüstri toplumu paradigmasıyla bir çelişki oluşturmaz. Çevre tahribatı, sanayi gelişiminin özünden ziyade onun tamir edilebilir yetersizliklerinin sonucudur. Doğa ve çevre korumacıları Türkiye’deki egemen siyasî söylemi benzer biçimde tanımlamaktadırlar. Böylece esaslı bir muhalefet ya da kontrolün gerekli olmadığı sonucuna varılmaktadır: Bu çevreciler, siyasî tartışmalarda, köktenci eleştiriciler olmaktan çok danışman ya da “anlayış gösteren” ve münferit olayları şikâyet eden tenkitçiler olarak yeralmaktadırlar.
SANAYİ VE ÇEVRE KORUMACILARI
Kamuoyunda ekoloji sorununun devamlı konu edilmesi ve sonucundaki siyasî tepkiler, konuya sahip çıkılmak üzere sanayiciler tarafından da girişimlere neden olmuştur. Onların muhtemelen en büyük temsilcisi Çevre Koruma ve Ambalaj Atıkları Değerlendirme Vakfı’dır (ÇEVKO). Bu örgüt ağırlıklı olarak ambalaj atıklarının değerlendirilmesiyle ilgilenmekte, ancak üyelerinin üretim alanlarına girmediği için kâğıt atıklarına ilgi duymamaktadır.[23] Diğer çevreciler, ekoloji konusundaki yasaları genişletmeye ve daha etkili kılmaya çalışırken ÇEVKO, üyelerinin çıkarlarını ilgilendiren bazı çevre yasa ve yönetmeliklerini eleştirmektedir.[24] Bundan başka ÇEVKO, çevre kirlenmesinde sorumluluğu sanayide değil, tüketicide görmektedir.[25] Sanayi ve çevre korumacıları radikal çevreciler ve Yeşillerin sert eleştirilerine maruz kalmaktadırlar. Arif Künar onları, çevre ve halkın çektiği vicdan azabının sırtından ticaret yapan “çevre tüccarları” olarak isimlendirmektedir.[26] Köktenci çevreciler tarafından ÇEVKO, çevreyi daha çok kirletmeyi hedeflediği iddiasıyla paylanmaktadır. “Çevreyi kirleten sanayicilerin kurdukları ÇEVKO, kirlettiği çevreyi çocuklara, gençlere çöpçülük yaptırarak temizletiyor ve de dalga geçer gibi toplayıcıları ödüllendiriyor.”[27]
Böylece sanayi çevrecilerinin, çevre korunmasını endüstriyel ilerleme ya da kâra göre ikincil tuttukları özetlenebilir. Ancak menfaatleriyle bağdaştığı ölçüde, çevreci olarak sahneye çıkmaktadırlar. Bundan dolayı çalışmaları iki yüzlü bir görünüm sunmaktadır: Kendilerini halka, çevreye duyarlı olarak gösterirken, bu imajlarından istifade ederek hükümetin çevre koruma yaptırımlarını engellemeye çalışmaktadırlar. Siyasî faaliyetleri halka doğru değildir, yasama ve yürütmede yeralanlara yöneliktir.
Görüldüğü gibi Türk çevreci ve yeşil hareketi dört ana akıma ayrılır. Örgütleri ise bu akımlara değişen ölçüde bağlayabiliriz. Ayırmaları örgütler arasındaki tartışmalar bazında geliştirerek, özellikle teknoloji, endüstriyle doğa arasındaki tercih, demokrasi ve politika anlayışı konularına dayandırdım. Demokrasi anlayışı konusunda radikal çevrecilerle Yeşiller arasında belirgin koşutluklar da mevcuttur. Ancak Yeşiller, teknoloji, endüstrileşme ve ilerleme paradigmasından çıktıkları ve bir alternatif arayışında bulundukları için diğer akımlardan ayrılırlar.
Türkiye’deki ekoloji hareketinin buradaki ayrımlaştırılması, ancak kısmen analitiktir. Akımlar arasındaki tartışmalar, kimi noktada o kadar sert olur ki, herhangi bir işbirliğini imkânsızlaştırır. Ekim ayında gönüllü kuruluşlar, koordinasyon ve işbirliği sağlamak amacıyla Anayasa Mahkemesi salonunda biraraya geldiğinde kurultayın gündem ve kuralları konusunda bile anlaşmazlık ve olaylar çıkmış ve kurultayın bölünmesiyle sonuçlanmıştır.[28] Ama akımlar arasında eşgüdümler de sözkonusudur. Örneğin Nükleer Karşıtı Platform’un 1993’ten beri yürüttüğü atom enerjisine karşı eylemlerde hemen hemen bütün akımlardan (sanayiciler hariç) örgütler yeralmaktadır.[29] Yeşillerin ve çevrecilerin kurmakta oldukları Dünya Dostları Derneği, örgütler arasındaki iletişimi sağlamanın ötesinde ekolojik düşünceleri doğa tahribatıyla sınırlı olmaktan çıkarmak ve daha genel bir anlamda politik konularla ilişkilendirmek için bir zemin oluşturmaktadır. Türkiye’de yoğunlaşan milliyetçi şovenizm ve teröre (hangi taraftan olursa olsun) karşı planlanan Yeşil Barış Yürüyüşü’yle Dünya Dostları, alternatif bir yaklaşımla Türkiye’nin gündemini belirlemek girişimiyle demokratikleşmeye doğru önemli bir adım atmaktadırlar.[30] Bu eylemde, hem devletle örgütler arasındaki ilişki, hem de örgütlere devletçe tanınan hareket özgürlüğünün ölçüsü de daha netleşecektir.
Türk ekoloji hareketi, büyük bir müşkülâtla karşı karşıya bulunmaktadır: Politik sahadaki büyüklüğü, etkililiği ve önemliliği uğruna mümkün olduğunca geniş bir iç konsensus sağlamak zorundadır.
Ancak bu durum, ilgili akımların çizgilerinin korunmasıyla zor bağdaşır. Bundan dolayı değişik ekolojik örgütler arasındaki işbirlikleri, yaklaşım profillerinin abartılmasıyla kimlik çizgilerinin kaybolması arasında sallanmaktadır.
DİPNOTLAR
[1] Makaleyi yazmam esnasında yardım ve yapıcı eleştirilerinden dolayı Nadire, Arif, Barbara ve Yurdagül’e çok teşekkür ediyorum.
[2] Türk ekoloji hareketine dair, maalesef hiçbir monografi mevcut değildir.
[3] Ural, Engin (1993): Çevre Gönüllü Kuruluşları, Orta Asya ve Karadeniz Çevre Konferansı’ndaki konuşması, 22.10.1993; bu konferans, Engin Ural’ın genel sekreteri olduğu Türkiye Çevre Vakfı’nca düzenlenmiştir.
[4] Özdemir, Şevket (1988): Türkiye’de Toplumsal Değişme ve Çevre Sorunlarına Duyarlılık, Ankara.
[5] Teşkilâtları bütçe, etkinlik ya da etkililiklerine göre karşılaştırmak hakikaten çok zordur. Aşağıda da görülebileceği üzere çevre ve yeşil hareketin etkinlik yelpazesi ağaç dikmekten, halkı eğitmekten teorik dergi çıkarmaya hattâ siyasî girişimlerde bulunmaya kadar uzanmaktadır ve örgütler, ağırlıklarını çok değişik alanlarda koymaktadırlar.
[6] Örgütlerin görüşlerini, sosyal yaşantılarından, toplumsal gerçeklerinden ve geçmişlerinden soyutladığımın farkındayım. Bunları kapsayan bir çalışma, ilgi alanımı ve gücümü aşar.
[7] Y.S. Emek: Yeşil hareketi ve ağaçkakan, Ağaçkakan No: 8 (4/93), s. 2.
[8] Bir örnek olması bakımından deterjanla ilgili bir makaleden alıntı vermek istiyorum: “Oysa bunların üreticisi şirketler bir kimyasal formülasyonun sonucunu insanlar görmeye başlayınca bir diğerini gündeme getiriyorlar hemen: Yeni çıkardıkları ‘Çevre Dostu’ oluyor, eskisi ‘Çevre Düşmanı’; peki bu ikisini de siz üretmiyor musunuz be kardeşim! Üstelik yeni formülasyonun başımıza açacağı dertleri görmek için bir otuz yıl daha beklemek zorundayız.” (Y.S. Emek: Saatli Bomba, Ağaçkakan No: 3 (II/92) içinde).
[9] SOS Akdeniz Bürosu’nun bir kampanyası, bir profesör tarafından işte bu sebeple eleştirilmiştir (bkz.: a.g.y.)
[10] Y.S. Emek: Yeşil hareketi... a.g.y. “Radikal özel Yeşiller” (Tanıl Bora), kendilerini sert bir şekilde Yeşiller Partisi’nden ayırdetmektedirler, ancak buna burada fazla değinemiyorum.
[11] SOS İstanbul: Sivil Duyarlılık ve İstanbul, “İstanbul’un Sahibi Kim” kongresindeki tebliğ, İstanbul 13.3.1993. Bu tür gruplar, politikayı etkilemek amacıyla somut girişimlerde de bulunurlar. Doğu Akdeniz Çevre Örgütlerinin Ortak Sekreteryası, yeni çevre yasası tasarısına ilişkin bir tavır geliştirmiştir (27.11.1993). İskenderun Çevre Koruma Derneği, çalışmalarıyla özellikle bürokratlara ve siyasî karar verenlere yönelir (derneğin genel sekreteriyle 27.11.1993 tarihli söyleşi).
[12] Gürsoy, Umur (1993): Atom Gücü: Nükleer Enerjinin Sağlık Etkileri ve Sağlık Zararları - Atom Santralları Kazalarında Alına(maya)cak Halk Sağlık Önlemleri, Osmaniye, s. 3. Gürsoy, Türkiye’nin bazı devlet destekli bilim insanlarının zihniyeti için isabetli bir örnek olarak geçebilecek TAEK’in o zamanki başkanı A.Y. Özemre’nin bir sözünü alıntılamıştır: “Bu (radyoaktiviteye ilişkin, AMN) verileri kamuoyuna yansıtsak her uzman kendine göre yorum yapacak. Kimi doğru kimi yanlış. Radyoaktivitenin ne olduğunu bilmeyen benim zavallı halkım bunları ne yapsın. Onların öğrenmek istediği tehlike var mı yok mu? Ben de uzmanlarıma ve elimizde olan verilere dayanarak hiçbir tehlike olmadığını sürekli olarak söyledim.” (Somersan, Cumhuriyet, 6.6.86’dan aktaran Gürsoy, a.g.e.: 2)
[13] Bkz.: a.g.e.: s. 2.
[14] Bkz.: SOS İstanbul: Çevre Politikamız.
[15] SOS İstanbul: Çevre ve Sanayi Konularındaki Görüşlerimiz.
[16] Bkz.: SOS İstanbul: Çöplüklerle İlgili Görüşlerimiz.
[17] Türkiye Çevre Vakfı: Çevre No: 58 (3/93).
[18] TTKD (1990): Tanıtım Bülteni - 35. Yıl, Ankara, s. 7.
[19] Bu, Çevre Bakanlığı ile örgütler arasındaki çeşitli anlaşmalarla belirmektedir. TÇV ayrıca 1982 Anayasası’nın çevreyle ilgili maddesinin tasarlanmasına katkıda bulunmuştur.
[20] S.Somersan’ın, bir sulak alan konusunda Doğal Hayatı Koruma Derneği (DHKD) ile Çevre Bakanlığı arasında gelişen kavganın analizinde çıkardığı gibi bu, bu tür örgütlerin Çevre Bakanlığı tarafından rahatsız edici olarak algılanmadığı anlamına gelmez. (bkz.: Somersan, S. (1993): Türkiye’de Çevre ve Siyaset, Ankara, s. 25-27)
[21] Örneğin DHKD’nin salonunda Asil Nadir’e ithaf edilmiş bir teşekkür yazısı bulunmaktadır. Bu teşekkür yazısı merkez bürolarını elde etmedeki katkılarından dolayı DHKD salonunun duvarına asılmıştır. Ayrıca derneğin çevreci posterlerinde Lufthansa ve Mobil Oil’un amblemleri görülür.
[22] Bkz. DHKD: Kelaynak’tan Haberler, No: 42 (1991), s. 3.
[23] ÇEVKO’nun halkla ilişkiler sorumlusuyla Aralık 1993’teki görüşme.
[24] Örneğin bkz.: 14.3.1991 tarihli Katı Atıkların Kontrolü Yönetmeliği’nde uygun görülen ambalaj atıklarına ilişkin asgari kotalar. Bu kotalara ulaşılmadığı takdirde çoğu ÇEVKO üyesi üreticiler, depozito sisteminin zorunlu kılınmasıyla yüzyüze kalacaklardır. Bu nedenle yönetmelik ÇEVKO’nun eleştirisine mâruz kalmıştır (bkz. ÇEVKO [1991]: Ambalaj Atıkları Raporu, İzmir).
[25] Ambalaj Atıkları Raporu’nda ÇEVKO, birkaç yerde “aslında tüketicinin (görsel kirlilikten, AMN) sorumlu olduğu”nu vurgulamaktadır (s. 3).
[26] Bkz. Künar, Arif: Yeşil Sektör, Ağaçkakan, No: 11/12 (1993), s. 7.
[27] ÇETKO-Çevre ve Tüketiciyi Koruma Derneği: Çevrecilik Çöpçülük Değildir! (bildiri)
[28] Akımlar arasındaki ayrılışlar, yüzeyde ekolojik sorunsala değişik yaklaşımlara dayanmaktadır. Ama bunun altında demokrasi ve yurttaş katılımı konusunda görüş ayrılığı sözkonusudur. İşte bahsedilen kurultaydaki olaylar, TTKD başkanı ve oturumun seçilmemiş başkanı H. Asmaz’ın tüzel kişiliği olmayan gruplara konuşma hakkını tanımaması üzerine çıkmıştır. Hattâ kurultayda birbirine zıt yaşam anlayışları (bir yanda yeşil kimlik, diğer yanda resmî, kravatlı ve “13 takdirnamem var” diyen şahıslar) seziliyordu.
[29] Bkz. Nükleer Karşıtı Platformu: Nükleer Karşıtı Kongreye Doğru..., Ankara 1993.
[30] Bkz. A. Gençoğlu’nun SOS Akdeniz Bürosu adına yaptığı Cumhuriyet’in 23.11.1993 nüshasında yayımlanmış basın açıklaması.