Bir Sistem Partisi Olarak Refah Partisi

Birinci parti gelmesine rağmen Refah Partisi’nin 24 Aralık 1995 genel seçimlerinden mutlak bir başarıyla çıktığını söylemek mümkün değil. Hattâ derinlemesine bir araştırma, RP’nin göreli de olsa başarısız olduğunu gösteriyor.

RP başarısız oldu, çünkü umduğu, hattâ rakiplerinin kendine atfettiği sonucu elde edemedi. RP Genel Başkanı Necmettin Erbakan’ın seçim öncesi dile getirdiği “yüzde 40-tek başına iktidar” beklentisi abartılı olmakla birlikte Refahlılar genellikle, en az yüzde 25’lik bir oy oranı umuyordu. Sonuçta 6 milyona yakın bir oyla yüzde 21.3’te kalan RP, MHP ve HADEP’in ülke barajını aşamamasının getirdiği 20’ye yakın milletvekiliyle TBMM’de 158 sandalye kazandı.

RP’liler, birinci parti olmalarından hareketle başarılı olduklarını söylüyor. Halbuki bu sonuç bir rastlantıdan ve merkez sağ partilerinin ve onlara kayıtsız şartsız destek veren büyük medyanın strateji yanlışlarından kaynaklanıyor. Şöyle ki, hem ANAP, hem DYP ve onları ayrı ayrı destekleyen medya tekelleri, RP’nin önde gittiği ve kendilerinin hemen arkasından onu izlediği yolunda bir propaganda stratejisi çizmişti. Bundan hedeflenen, RP’den korkan merkezdeki kararsız seçmenin kendi partilerine yönelmesini sağlamaktı.

Sonuçta bu strateji, normalde merkez sola oy vermeye niyetli bir kısım seçmenin de bu iki partiden birisini seçmesi ve her iki partinin başabaş gitmesi sonucunu doğurdu. Bu partiler, birbirleriyle olan mücadeleyi programatik düzeye çekmiş olsalardı belki içlerinden biri diğerinden oy çalabilecek, böylece RP’nin önünde birinci parti olabilecekti.

BAŞARISIZLIĞIN GÖSTERGELERİ

RP’nin başarısızlığı en ciddi biçimde Güneydoğu’da ortaya çıktı. Diyarbakır’da oyları 14.65 puan azalan RP’nin diğer illerdeki oy kaybı şöyle oldu: Iğdır 13.48, Hakkari 11.61, Şırnak 11.05, Bitlis 9.09, Muş 8.94, Batman 7.97, Van 6.00, Siirt 3.43, Şanlıurfa 0.92, Mardin 0.79.

Bu oy kaybının birinci nedeni, Diyarbakır’da Abdülbaki Erdoğmuş örneğinde olduğu gibi, bölgede Kürt sorununa sahip çıkan ve halkın benimsediği isimlerin tabanın bütün direnişine rağmen aday gösterilmemesiydi. Bu tür kişilerin yerine etliye sütlüye karışmayan isimler listelere yerleştirildi. Bölgede, RP’nin, belli bir oy potansiyeline sahip olduğunu düşündüğü çok sayıda transfer ismi de seçilecek yerlerden aday gösterdi.

Bunların ötesinde bu seçim kampanyası boyunca RP, Kürt sorunu hakkında “İslâm kardeşliği” önermesinin dışında pek bir şey söylememeye dikkat etti.

RP, 27 Mart 1994 yerel seçimlerinde ve son anda iptal edilen 4 Aralık 1994 ara seçimlerinde, DEP katılmadığı için kendisini sistem dışı göstermiş, her vesileyle de “Kürtçülük” yapmıştı. Zaten ülke barajına takılacak olan HADEP’le “Kürtçülük” yarışına girmenin abes olduğunu düşünen RP yönetimi sistemin çizdiği sınırlar içinde kaldı.

Diyarbakır’da 61 bin oyla 5 milletvekili çıkartan RP’nin bu stratejisinin tuttuğu söylenebilir. Adaylarını saptamadan önce OHAL’den güvenlik soruşturması yaptırdığı iddia edilen RP yönetimi, yeni bir Hasan Mezarcı vakası yaşamamayı da garantiye almış görünüyor.

BÜYÜKŞEHİRLERDE DURALAMA

RP, Kürt sorununu yok sayarak oylarını büyükşehirlerde de riske attı. RP yetkilileri İstanbul 2. bölgede 2.35, 1. bölgedeki 1.85 ve Ankara 2. bölgedeki 0.90 puanlık gerilemeyi esas olarak HADEP olgusuna bağlıyor. Bunda gerçeklik payı olmakla birlikte, buralardaki gerilemenin incelenmesi RP’nin başka sorunlarla da yüzyüze olduğunu gösteriyor.

4 Aralık 1994 ara seçimlerinde de yaşandığı gibi, bu seçimlerde de RP yönetiminin İstanbul ve Ankara’da gösterdiği adaylar tabanın tepkisini çekti. Şaban Karataş, Aydın Menderes, Ahmet Bilge, Metin Işık gibi Demokrat Parti’den, Köksal Küçükali gibi Süleymancılardan transfer edilen veya Süleyman Arif Emre, Ahmet Tekdal, Rıza Ulucak gibi yaşlı ve enerjisi sınırlı isimlerin arasına örgütün tanıyıp benimsediği birkaç genç isim girebildi.

RP merkezi, buralarda aday belirlerken, hiç kuşkusuz, parti içi iktidar oyunlarına girmiş olan Recep Tayyip Erdoğan ve Melih Gökçek’in kadrolaşma hesaplarını da göz önüne almıştı.

Daha listelerin açıklanmasıyla başlayan tartışma ve hesaplaşmaların ardından bu iki ilde RP örgütleri 27 Mart’a kıyasla epey sönük (kimi Refahçılarının deyimiyle üçte biri kadar) bir seçim kampanyası yürüttü.

Seçim yasakları da RP’lilerin hızını kesmişe benziyor. Bir RP yöneticisinin “Demek ki bizimkiler bayraksız yapamıyormuş” derken önceki seçimlerde en çok bayrağı ve afişi asarak sokak hâkimiyetini ele geçiren partisinin bu kez böyle bir şanstan yoksun olmasının da tabandaki heyecanı azalttığını belirtiyor.

Refahçıların büyükşehirleri çantada keklik olarak görmesinin getirdiği rehavetin de elde edilen sonuçta payı olduğunu söylemek mümkün. Bir diğer önemli husus da RP’lilerin pek övündükleri belediye faaliyetlerini de en azından şimdilik oya dönüştürememeleri.

RP’nin oylarının, epey iddialı olduğu (Erbakan’ın, “Sizden yüzde 80 istiyorum” dediği) Rize’de yüzde 25.9’dan 23.9’a gerilemesi de epey önem arzediyor. ANAP’ın bu şehirdeki oylarını bir buçuk yıl içinde yüzde 35.3’ten 54.8’e çıkarmasında Mesut Yılmaz’dan ziyade RP adayı Şevki Yılmaz’ın payı olduğu tartışmasız bir gerçek.

ORTA ANADOLU’DA PATLAMA

Geleneksel olarak zayıf olduğu Ege, Trakya ve Akdeniz’de oylarını biraz arttırabilen RP en büyük patlamayı hiç kuşkusuz İç ve Doğu Anadolu’da gerçekleştirdi. RP’nin oyları yaklaşık olarak Kırıkkale, Kilis, Yozgat, K. Maraş’ta 11, Aksaray, Sivas’ta 10, Karaman, Tokat, Konya, Kars, Erzincan, Elazığ’da 9, Amasya’da 8, Bingöl, Afyon’da 7, Niğde, Malatya, Kayseri, Çorum’da 6, Nevşehir, Çankırı, Gümüşhane, Erzurum’da 5 puan arttı. Bu konuda belki de tek istisna 6’şar puanlık artışla Samsun ve Antalya’dır.

RP’nin İç ve Doğu Anadolu’da yüzde 30’ları aşan bir orana ulaşması derinlemesine incelenmeyi gerektiren bir konudur. Solun büyük ölçüde Alevilere yaslandığı ve onların büyükşehirlere göçüne paralel olarak her geçen gün eridiği bu bölgede son dönemde merkez sağın da yok olmaya yüz tuttuğu görülüyor. Bir diğer önemli gelişme ise, MHP’nin de birkaç noktada direnişini sürdürmekle birlikte (Çankırı, Erzincan, Erzurum, Gümüşhane, Kayseri, Kırşehir, Nevşehir, Niğde, Yozgat, Aksaray...) bunların büyük çoğunluğunda RP lehine bariz bir şekilde gerilemesi.

MHP, bu bölgede RP’yi kendine tek rakip olarak görüyordu ve bunda da haklıydı. Propagandasını RP’nin Kürtçü olduğu üzerine temellendirmişti. Ancak RP, ülke çapında Kürt sorununa sahip çıkmayarak ve bu konuda bir şeyler yapmaya niyetli aday adaylarını tasfiye ederek, daha önemlisi bütün bu tutumlarını İç ve Doğu Anadolu’da bire bin katıp anlatarak bu atağı savuşturdu. Bölgedeki yerel medyanın ısrarlı sorularına karşılık olarak RP’li adaylar da ısrarla Kürtçe medya, eğitim vs. istedikleri yolundaki söylentilerin “iftira” olduğu karşılığını verdi.

Bütün bunların üstüne MHP’deki liste sorunları ve daha önemlisi Nusret Demiral’ın “Türkçe ezan” demeci eklenince, aday belirlemede bu bölgede fazla sorun yaşamamış olan RP önünü tamamen açık buldu. MHP’nin ülke barajına takılmasıyla bölgedeki hegemonyasını zaten pekiştirmiş olan RP, çok sayıda milletvekili kazandı.

İKTİDAR HESAPLARI

Bu yazının kaleme alındığı gün Erbakan, TİSK Başkanı Refik Baydur’a “Gümrük Birliği’ni kim istemez ki” deyip, kendilerinin bunun zamanlamasına itirazları olduğunu söylemişti. Böylelikle RP’nin dünya görüşünün temelini oluşturan konulardan birinde parti yetkilileri çok önemli bir geri adım atmış oldu. Daha ne gibi dönüşlerin olacağı merak konusu, bilinen tek şey var: Bu dönüşün sonu pek yok gibi.

Koalisyon kurabilmek için birdenbire yumuşayan ve dilini ılımlılaştıran RP, onu her zaman “sistem içi” bir güç olarak gören bu satırların yazarına göre, bazılarının sandığı gibi, gerçek kimliğinden sıyrılmıyor, tam aksine gerçek kimliğine kavuşuyor.

Bazı RP’lilerin “Hoca seçim öncesi bu kadar yumuşak olsaydı yüzde 30 oy alırdık” dediğini de göz önüne alırsak, RP’nin seçim öncesinde neden yalnızca Kürt sorunu konusunda sistemin kuyruğuna takılıp, diğer konularda egemen güçleri ürküten söylemlerde ısrar ettiği sorusu karşımıza çıkıyor. Bu noktada ilkin, RP’nin, 1991 genel seçimlerinde olduğu gibi, her zaman en kolay Kürtlerini kurban ettiğini hatırlamak gerekiyor. İkinci olarak, yukarıda incelediğimiz gibi, RP üst düzey yöneticileri Güneydoğu ile İç ve Doğu Anadolu arasında bir tercih yapmak zorundaydı ve zaten genlerine işlemiş olan Türk milliyetçiliğine sarılmak onlara hem daha kolay, hem daha kârlı geldi.

Ekonomi ve dış politika konularında da “yumuşak ve ılımlı” (açıkça söylemek gerekirse “sistem içi”) politikalar seslendiren bir RP, değil yüzde 30’lara ulaşmak, yüzde 15’i bile zor bulurdu. Unutmamak gerekir ki egemen güçlere güvence kapalı kapılar ardında da verilir. Halis Toprak’ın yalısında büyük sermayenin önde gelenleriyle öpüşüp koklaşan, emperyalist ülkelerin yetkilileriyle doğrudan olmasa da yardımcıları aracılığıyla ilişkilerini hep sıcak tutmaya çalışan Erbakan da bu yolu tercih etti.

RP, egemen güçler arasındaki çelişki ve çatışmaları iyi kollayıp politikalarını buna göre belirlemeye özen gösteriyor. TÜSİAD’ın gazete ilânlarının ardından TİSK’i ziyaret ediyor; finans kapitale karşı sanayi burjuvazisinin sırtını sıvazlıyor; İstanbul dükalığına karşı ’80 sonrasında palazlanan taşralı girişimcilere kucak açıyor...

RP de seçim öncesi hesaplarını, birçokları gibi merkez sağ partilerden birinin (büyük ihtimalle DYP’nin) kötü sonuç alacağı, liderlerini deviren bu partinin TBMM grubunun mecburen RP ile koalisyona yöneleceği üzerine yapmıştı. Bu nedenle Erbakan, seçim yaklaştıkça DYP’den çok ANAP’a yüklendi. Ama hesaplar tutmadı.

RP, bugün ne yapıp edip iktidara gelmek istiyor. Bunun sayısız nedeni sıralanabilir. Örneğin RP’li belediyeler, merkezî iktidarın para musluklarını kapatmasına daha fazla tahammül edemeyeceğe benziyor. Aynı şekilde tercihini RP’den yana yapan ve ciddi ekonomik sorunlarla boğuşan İç ve Doğu Anadolu’nun devlet eliyle doyurulması gerekiyor. Yıllardan beri muhalefette olup, devlet nimetlerinden doğrudan nemalanamayan RP’nin tabanı da artık pastadan pay istiyor. Özellikle RP yöneticileri, trenlerinin iktidara doğru yol aldığını görüp ona atlayan ve bir kısmı milletvekili de seçilen (sayılarının 40’a yakın olduğu söyleniyor) ikbal avcılarını da partilerinde tutmak zorundalar. Son olarak -ki belki de en önemlisi budur- Erbakan 26 yıl önce atıldığı aktif politikada artık zirveleri, başbakanlığı (ardından da neden olmasın, cumhurbaşkanlığını) istiyor.

ANAYOL-SOL formüllerinin revaçta olduğu şu günlerde, bu satırların yazarı RP’li bir koalisyonun daha yüksek bir ihtimal olduğunu; bu partinin sanıldığının aksine ANAP’la değil de DYP ile ortak hükümet kurma yollarını zorlayacağını, daha doğrusu sistem tarafından böyle bir seçeneğe zorlanacağını düşünüyor.

RP’NİN YAKIN GELECEĞİ ÜZERİNE TEZLER

İster iktidara gelsin, ister gelmesin, bağımsız bir İslâmcı çizgi tutturmak iddiasıyla bugüne kadar sağdan sola savrulup duran RP, objektif olarak sağcılaşmaya mahkûm bir görünüm arzediyor. 1973’den beri Millî Görüş hareketinin girdiği seçimlerde en yüksek oy oranını tutturduğu 20 il tablosu bu konuda ilginç veriler sunuyor bize.

1973’te ilk kez seçime giren MSP’nin esas olarak İç ve Doğu Anadolu’da başarılı olduğunu görüyoruz. Kürt ili olarak yalnızca Bingöl ve Diyarbakır araya sıkışmış. 1977 seçimlerindeyse MHP’nin büyük bir atılım yaptığı, bu bölgelerde MSP’nin oylarını çaldığı, bu partininse esas olarak bir Kürt partisi görünümü aldığı ortaya çıkıyor.

RP’nin alabildiğine zayıf olduğu 1984 seçimleri, birçok nedenle değerlendirme dışı bırakılmayı gerektiriyor. 1987’de ise RP’nin kendini toparlamaya başladığı ve 1977’yi andıran bir tablo çizdiği görülüyor. 1989’da da bu tablo hemen hemen tekrarlanıyor. MÇP ve IDP’yle ittifak yapılarak girilen seçimdeyse, 1973’e benzer bir şekilde, İç ve Doğu Anadolu’da önde olan RP’nin Kürt seçmeni küstürdüğü anlaşılıyor. 1994’te tekrar 1977, 1987 ve 1989’a benzer bir görünüm ortaya çıkıyor: Yine partiyi esas olarak Kürtler sırtlamış. Son seçimlerin sonuçlarına baktığımızda bir yıl içinde RP’nin Kürtleri ihmal edip, İç ve Doğu Anadolu’ da hâkimiyet kurduğu görülüyor.

Bütün bu seçimlerde Sivas, Konya, Bingöl gibi bazı illerde Milli Görüş’ün ne olursa olsun başarılı çıkması, kamuoyunun “kemikleşmiş Refah seçmeni” dediği kesimlerin nerelerde yoğunlaştığını anlamamızda yardımcı oluyor.

Bu “kaleler” sayılmazsa, şu soru cevap bekliyor: RP, büyükşehirlerin mi, İç ve Doğu Anadolu’nun mu, yoksa Güneydoğu’nun mu partisi? Son seçim, RP’nin büyükşehirlerde durduğunu, Güneydoğu’da gerilediğini, İç ve Doğu Anadolu’daysa tırmandığını gösterdi.

Bu üç durumun önümüzdeki süreçte daha da netleşeceğini düşünüyorum. Çok şey söyler gözüküp, aslında insanların sorunlarına somut çözüm önerileri götürme konusunda hayli başarısız olan RP’nin, faşizan eğilimleri yüksek, dolayısıyla hamasetle beslenebilen İç ve Doğu Anadolu’yu daha fazla tercih etmesi anlaşılır bir şeydir. HADEP’in yasal politikayı ciddiye alması, devletin de kendisine fazla engel çıkartmaması durumunda RP’nin Kürt seçmenin gönlünü yeniden kazanabilmesi epey zor olacağa benziyor.

Kendini Ege ve Akdeniz’in sıcak sularına atan MHP’nin, Anadolu’da RP’yi bundan böyle pek fazla rahatsız edebilmesi zor. Yakın gelecekte, ülkenin göbeğine konumlanmış RP’nin, buradan yapacağı manevralarla sağın liderliğine oynamasına tanık olabiliriz. Ancak bu stratejinin başarılı olabilmesi için aynı RP’nin büyükşehirlerde liberal söylemler geliştirebilmesi, diğer bir deyişle sistem içi yüzünü daha açık bir şekilde gösterebilmesi gerekecek. Bunun bir diğer anlamı da, Kürtlerden sonra kent yoksullarının sisteme kurban edilmesi olacaktır.

Bütün bu ihtimaller, geniş bir koalisyon olan RP’nin artık çok ciddi iç tartışma, çekişme ve iktidar kavgalarına sahne olacağının da işaretlerini vermektedir.

TABLO VAR!