Cumhuriyet gazetesi yazarlarından Işıl Özgentürk’ün Musa Orhan adlı askerin tecavüzü sonrası intihara sürüklenen İ. E. hakkında yazdığı “Porno Çukuru’nda Debeleniyoruz” adlı yazısı haklı birçok tepki çekti. Özgentürk, “o bölgeyi çok iyi bilen bir öğretmen”in dilinden şunları ifade ediyor:
Buralarda kız çocuklarına hiç değer verilmez, babalar kız çocuklarını çocuktan saymaz, onları okutmazlar, mal gibi satılırlar. Mirastan onlara hiçbir pay düşmez. Herhangi bir beceri edinmeleri, yaşamlarını kendi ayakları üstünde sürdürmeleri için hiçbir yardım alamazlar. Bu durumdaki genç kızların iki seçeneği vardır: Ya dağa çıkmak ya da kentlerinde görev yapan asker, bürokrat biriyle evlenerek kurtulmak. Bu nedenle pek çok genç kız umutsuzca kendini kandırır, evlilik hayalleri kurar ve ansızın bürokrat, asker başka bir bölgeye tayin olup gider. Çoğu bekaretini kaybetmiş genç kızlar için intihar bir kurtuluş olur.
Yazı Orhan’ın tecavüzünü anlatmak üzere yola çıkıp günün sonunda intihara sürüklenen kızı, aileyi ve Kürt kültürünü sorumlu tutmasıyla sonlanıyor. Yazar, Kürt kültürünü toplumsal cinsiyet eşitliğinin olmayışıyla, aileyi bu kültürü benimseyip kız çocuklarını mal gibi görmekle, kız çocuğunu ise kendini maaşlı bir askere “yamayan” olarak suçluyor. Özgentürk, tecavüzcünün dayandığı güç ve iktidar ilişkisini anlamak için yola çıkarken, neden tecavüze uğradığı cevabını aramakla kapatıyor konuyu. Faili sorgulamayı kesip mağdurun karakterini sorgulamaya koyuluyor. O saatte orada ne işi varmış dercesine. Sonraki gün ise “siz istediğiniz kadar beni eleştirin, ben özür dilesem de dilemesem de Kürtler böyle” tadında bir özür belirtiyor. Haber kaynağının gözlemi özür mesajında onun fikrine dönüşüyor. Yazar “Kürtler böyle” fikrini topluma tek doğru olarak sunuyor ve bu fikirlere evrensel bir doğruluk atfediyor. Özgentürk’ün tecavüzü Kürtlerin “geriliği” üzerinden açıklama çabası Kemalist kadronun Kürtleri anlama biçiminden önemli izler taşıyor.
Kürt toplumunu tanımlamayı dönük antropolojik çabayı kurucu Kemalist kadrolarda da görmek mümkün. Kürtleri belirli karakterlerden müteşekkil gören bu kadro, Kürtler adına konuşmayı kendine bir yükümlülük olarak alıyordu. Bu kadrolar Kürtleri “cahil”, “medeniyetsiz” bir topluluk olarak değerlendiriyor, Kürtleri bu tanımlara hapsediyordu. Kemalist kadro kendisini, Doğuyla kıyaslandığında “uygar” ve “ileri” ve Doğu’yu kurtaran bir “kahraman” olarak görüyordu. Dolayısıyla kendini temsil edemeyen Doğu’yu yönetmek ve ona hâkim olmak onların ahlâki sorumluluğuna dönüşüyordu. Dersim katliamı, bu bilincin meşruiyetiyle gerçekleşiyordu. Bu bilinç çok önemli ölçüde medya tarafından destekleniyor ve üretiliyordu.
Dönemin medyası Dersim katliamını meşrulaştıran misyon edinmişti. Dersim, medya söyleminde “vahşi” insanların yaşadığı topraklar olarak çiziliyordu. Kurucu kadroyu ise oraya “medeniyet” götüren, orayı “vahşilerden” kurtaran kahramanlar şeklinde sunuyordu. Kemalizm ve tek parti savunucu Kurun gazetesinin önemli yazarlarından Niyazi Ahmed Dersim’le ilgili birçok yazı yazmıştı. O gün için yazılar tepki çekmemiş, hatta Dersim katliamında meşruiyet sağlamıştı. Çünkü birçok yazısında Dersim’i “vahşi”, “medeniyetsiz”, “şekavet” yeri olarak tasvir ediyordu. Ahmed Dersim katliamını meşru gördüğünü mesela şu sözlerle ifade ediyordu: “Dersim’i ve Dersim’in mazisini biraz bilenler: ‘Bu adamlardan hayır gelmez, hepsini yok etmeli...’ diyorlar” (Ahmed, 8 Temmuz 1937: 7). Ahmed, Dersimli kadınları da yazılarına konu edinmişti. Örneğin “Dersim’in İç Yüzü” başlıklı yazısında Dersimli kadını şu şekilde ele alıyordu:
Dersim’de kadının mevkii gayet gariptir. Bazan bilâ kaydı şart erkeğe hâkimdir, çok defa da tam manâsile erkeğin esiridir. Burada evlenme, kız kaçırmakla ifade edilebilir. Çünkü rıza ile kız almak mümkün olamaz… Dersim’de gayri meşru münasebat sık sık vuku bulur. Yalnız şuna işaret edeyim ki Dersim kadınları kendilerine mensup olmayanlara katiyen görünmezler. Hele yüzlerini hiçbir suretle göstermezler. Tunceli seyahatinde kadınların yüzlerini göstermemek için diğer mahrem yerlerinin açık kalmasına ehemmiyet vermiyerek yüzlerini kapamağa çalıştıklarını gördüm… Gayri meşru münasebat bazan affedilir. Esasen kadının böyle halleri görmemezlikten gelinir. Kadınlarda mümkün olduğu kadar aleniyete koymazlar. Fakat dile düştükten sonra cemaata müracaattan başka çare yoktur (Ahmed, 31Temmuz 1937: 2).
Ahmed, bu bilgiyi hangi kaynaktan aldığını belirtmiyor, Dersimli kadın, “erkek esiri”, “sapkın”, “şehvet düşkünü” olarak resmediyordu. Ahmed, Özgentürk gibi bir başkasının dilinden alıntı da paylaşıyor. Alıntı tıpkı Batman’ı bilen bir öğretmen gibi Dersim’i bilen birinin dilinden sunuluyor. Ahmed soruyor:
-Karıyı bırakmak icap ederse?
-O vakit senin çiperini bıraktım der.
İşte bundan sonra kadın orada duramaz. Ayrılır. Çiper ip demektir. Bu boşanma usulü gösteriyor ki kadın bir iple adeta bir hayvan gibi erkeğe bağlıdır (Ahmed, 3 Ağustos 1937: 3).
Ahmed evlilik bağı anlamındaki çiperi, hayvana bağlanan ipe dönüştürüyor. Kadınların “hayvan gibi” görüldüğünü söylemeye çalışırken kadınları “hayvan gibi” gördüğünü afişe ediyor.
İki yazar da antropolojik bir işe girişiyorlar ve günün sonunda tekil bir veriden kocaman bir toplumu açıklamaya yelteniyorlar. Yazarlar Kürtlerin adına konuştuğu gibi, kadınların kendilerini nasıl gördükleriyle de ilgilenmiyor. İkisi de kadının Kürt erkekler için ne anlama geldiğini açıklamaya çalışıyor, Kürt erkeğinin ne düşündüğünü ise onlara soracak değil ya. Hem kadını hem erkeği susturuyor ve onlar adına konuşma hakkını kendilerinde buluyorlar. Her iki yazar da kadınlar ve kadın cinselliği üzerinden Kürt toplumunu tanımlamaya çalışıyor. Biri Kürt kadınını sapkın görürken, diğeri de kendini “yamayan” kadın olarak sunuyor. Biri, kadınların “hayvan”, diğeri ise “mal” olarak görüldüğünü belirtiyor ve Kürt kadınlarını esaret altında olduğunu ima ediyor. Sanki “oraların” dışında kalan yerler güllük gülistanlık. Erken Cumhuriyet döneminde veya günümüz Türkiye’sinin herhangi bir yerinde toplumsal cinsiyet rollerinde bir eşitlikten bahsetmek mümkün mü? Neden bir Yozgat’ta değil de Kürt coğrafyasındaki kadın açıklama nesnesi olur? İkisinde farklı tonlarda oluşan “Kürtler geri” teması, bilinçdışı bir kesinlikle Kürtlerin kültürüne, diline, yazılarına, tarihine ve sosyolojik yapılarına dair bir ön anlamadır. Bu nedenle tecavüzü de bu anlayış içerisinde yorumlamaya kalkışır.
Kürt kadınlarının ne olduğu ve kadınların cinsellikleri nasıl yaşadıkları bu yazarlar için neden önemli? Örneğin Kahf, ezilen Müslüman/Arap kadın figürünün on dokuzuncu yüzyıl Fransız ve İngiliz oryantalizminin yaratılmasında çok önem taşıdığını belirtir. Bu anlatılarda Doğulu kadın, Doğulu cinsel arzuyu, baskıyı ve tutsaklığı temsil eder. Kadın cinselliği toplumun ahlâkını sorgulamanın veya “geri” ya da “ileri” şeklinde işaretlemenin en etkili yollarından biridir. Bu açıdan Doğulu kadın bir taraftan kadın olarak ötekileştirilirken diğer taraftan da Doğu’nun ötekileştirilmesinde kullanılan bir araç haline gelir. Gerek dönemin medyası gerek günümüzün Batman kadınlara ait söylem, kültürler arasında bir cephe yaratıyor. Bu cephe bir tarafı kültürel olarak ast görürken diğerini üstün görüyor. Dolayısıyla, Said’in de belirttiği gibi, bu bilinçdışı üstünlükle “öteki” olana hâkim olmaya, onu denetim altına almaya, olmazsa metinler aracılığıyla yayılan üstünlük temsili ile yönetmeye davet ediyor.
Kaynakça
Baran, Taha. 1937-1938 Yılları Arasında Basında Dersim, İstanbul: İletişim Yayınları, 2014.
Kahf, Mohja. Western Representation of Muslim Woman. Austin: University of Texas Press, 1999.
Said, Edward. Orientalism: Western Conceptions of the Orient. New York: Random House, 1978.