Şükür, “çevre hareketi” deyince, “çiçekleri kopartmayalım, çimlere basmayalım”ın anlaşıldığı günler geride kaldı; tıpkı “kadın hareketi”nden “bulaşığa erkekler de yardım etmeli”nin anlaşıldığı günlerin geride kaldığı gibi. Elbette, henüz daha katedilenden daha fazla gidilecek yolumuz var. Fikret Başkaya’nın “Agro-Endüstri ve maden tekellerinin katlettiği iklim ve ekoloji aktivistlerine, patriyarka ve kapitalizmle mücadele eden kadınlara ve insanlığın geleceğine dair ebeveynlerinden daha çok kaygı duyan gençlere” ithaf ettiği çalışması[1] da çevre ve ekoloji hareketi/düşüncesinin katettiği yoldaki önemli adımlardan biri olarak anılmalıdır diye düşünüyorum.
Başkaya çalışmasına, kapitalizmin ekolojik sürdürülemezliği iddiası ile başlıyor ve “Eğer içinde yaşadığımız bu sistem, insana ve doğaya zarar vermeden yol alamıyorsa, bu bir sürdürülemezlik hâli değil midir?” diye soruyor. Asında kitap başından sonuna bu soruya odaklanıyor ve kapitalizmi aşmanın artık bir etik-politik tercih değil, bir zorunluluk olduğunun altını çiziyor. Başkaya Hoca “Bu kitabın başlığı kimilerine abartılı, dahası ‘uçuk’ görünebilir,” dese de etrafımıza baktığımızda, yaşamakta olduğumuz ekolojik sorunların çok ama çok ciddi bir mahiyet taşıdığını rahatlıkla görebiliyoruz.
***
Birgün gazetesinde (24-28 Aralık 2020) Gökay Başcan’ın hazırladığı “Kış Ortasında Susuz Kaldık” başlıklı bir yazı dizisi yayımlandı. Bu yazı dizisinde, Boğaziçi Üniversitesi İklim Değişikliği ve Politikaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Yönetim Kurulu Üyesi Murat Türkeş “su zengini” bir ülke olduğumuz söyleminin gerçeği yansıtmadığını, “Çeşitli iklim senaryolarına göre çalıştırılan iklim modellerine göre, gelecek on yıllarda Türkiye’nin de içinde yer aldığı coğrafi bölgenin daha az yağışlı ve daha sıcak bir iklim etkisi altına girme olasılığı[nın]” hayli yüksek olduğunu belirtiyor ve kentlerin susuzluk ve kuraklık tehlikesiyle karşı karşıya kaldığının altını çiziyor. İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Orman Fakültesi, Toprak İlmi ve Ekoloji Anabilim dalından Doğanay Tolunay da susuzluğun sadece insanların değil, tüm ekosistemin, bu sistemdeki tüm canlıların ortak sorunları olduğunu, bu soruna sadece insan merkezli yaklaşmamamız gerektiğinin altını çiziyor, aynı yazı dizisinde. WWF-Türkiye Yaban Hayatı Uzmanı Ahmet Emre Kürkçü de benzer bir noktadan hareketle kuraklığın canlı türlerinin en büyük tehdidi olduğunu vurguluyor. İstanbul Üniversitesi Meteoroloji Mühendisliği’nden Levent Şaylan ise tarımsal kuraklığa dikkat çekerek “… gelecekte ülkemizin bazı bölgelerinde ortaya çıkabilecek en önemli tarımsal risklerden” birinin de kuraklık riski olduğuna dikkatimizi çekiyor.
Ekoloji aktivistleri ve bilim insanlarının, yaşadığımız ekolojik yıkıma ve bu yıkımın bizi götürdüğü akıbete dair çığlıklarına dair çok ama çok daha fazla örnek vermek mümkün ama lafı uzatmayayım; nitekim bu örneklerin tamamı Fikret Başkaya’nın da kitabında dikkat çektiği bir hususun altını çiziyor:
Artık bir sermaye uygarlığı olan kapitalizmin insanlara teklif edeceği bir şey yok. Her seferinde insani ve toplumsal sorunları azdırıyor, ekolojik yıkımı derinleştiriyor. İklim krizi … insanlığın geleceğini riske atma potansiyeli taşıyor … Velhasıl tam bir iflas söz konusu. O zaman, sahaya inip bilinçli müdahaleyle aracın direksiyonunu, insandan ve doğadan tarafa döndürmekten, sola kırmaktan başka çare yok.
***
Immanuel Wallerstein Bildiğimiz Dünyanın Sonu’nda, Başkaya’nın “tam bir iflas” olarak adlandırıp dümeni sola, komünizme kırmak gerektiği şeklinde ifade ettiği hususları “kapitalizmin kirli sırrı” olarak tanımlıyor. Wallerstein de olanca teknolojik ilerlemeye rağmen içinde yaşadığımız doğal ortamda bir bozulma olduğunun herkesin malumu olduğunu söyleyerek ekolojinin önemli bir siyasi sorun haline geldiğine dikkatimiz çekiyor ve şöyle devam ediyor:
Hikâye tarihsel kapitalizmin iki temel özelliğiyle başlıyor. Biri gayet iyi bilinir: Kapitalizm, asli hedefi olan sonsuz sermaye birikimini sürdürebilmek için genişlemek -toplam üretim bakımından genişlemek, coğrafi olarak yayılmak- zorunda olan bir sistemdir. İkinci özellik birincisi kadar sık tartışılmaz. Sermaye birikiminde temel bir unsur, kapitalistlerin, özellikle de büyük kapitalistlerin faturalarını ödememesidir. Ben buna kapitalizmin “kirli sırrı” diyorum.
Wallerstein’in Bildiğimiz Dünyanın Sonu’ndaki “kirli sır”rına Başkaya Eko-Sosyalist Paradigma’da kapitalizmin ilerlemeyi modernitenin, büyümeyi de kalkınmanın yerine geçirdiği düşüncesi üzerinden ulaşır. Wallerstein’in tarihsel kapitalizmin sonsuz sermaye birikimi hedefi olarak bahsettiği husus, Başkaya’nın düşüncesinde modernitenin yerine ikame edilen ilerleme düşüncesi ile ifade edilir. Wallerstein’in toplam üretim bakımından genişlemek olarak tanımladığı hususu Başkaya, kalkınmanın yerine geçirilen büyüme olarak tartışır. Başkaya’nın Eko-Sosyalist Paradigma’da “bir sürdürülemezlik hali” olarak tanımladığı durumu ise Wallerstein, ekolojik yıkımın kapitalizmin içine girdiği sistemsel kriz yüzünden her zamankinden daha ciddi olduğu “… bu sistemsel kriz[in] sermaye birikimi imkânlarını çeşitli yollardan daraltmış ve ulaşılabilir tek önemli destek olarak maliyetlerin dışsallaştırılmasını bırak[tığı], dolayısıyla, ekolojik bozulmayla mücadele eden önlemler için girişimcilerden ciddi destek almanın, bu sistemin tarihinde hiçbir zaman bugünkü kadar zor olmadığı” şeklinde ifade eder.
Başkaya, Eko-Sosyalist Paradigma’da ekoloji hareketini anti-kapitalist mücadeleden ayrı düşünmediği gibi, diğer toplumsal hareketlerden de ayrı olarak ele almaz. Ekoloji, kadın, işçi, gençlik… hareketlerinin birbirlerinden ayrı, birbirlerine dokunmayan, temas etmeyen, kendi mecralarında akıp giden hareketler oldukları düşüncesine de karşı çıkar ve tüm bu toplumsal hareketleri eko-sosyalist hareketin yeni özneleri olarak kurar: “Antikapitalist mücadelenin yeni aktörleri köylüler-çiftçiler, kadınlar ve gençler, tabii yerli halklar ve ırk ayrımcılığına maruz kalan kimlikler[dir.]”
Başkaya köylülerin, kadınların ve gençlerin mücadelelerinin yükselmesinin işçi sınıfını da üretimcilikten, prodüktivizmden -ve dolayısıyla işçi hareketinin içinde bulunduğu küresel ataletten- kurtarma ve işçi hareketine yeni bir ivme kazandırma potansiyeli taşıdığının altını çizer. Bu çerçevede, 81 farklı ülkedeki 182 köylü örgütünün şemsiyesi olan ve 1993’ten bu yana faaliyet gösteren Via Campesina’yı (Köylü Yolu) da farklı toplumsal hareketleri birleştiren yeni toplumsal hareketlerin önemli örneklerinden biri olarak anar. Gerçekten de Başkaya’nın da vurguladığı gibi, küçük ve orta boy çiftçileri, üreticileri, tarım işçilerini, kadınları ve yerli halkları kapsayan bir mücadele yürüten Via Campesina aslında ne bir köylü örgütü, ne kadın, ne çevre, ne işçi ne… örgütüdür; bunların hepsidir de. Yeri gelmişken, Fikret Başkaya’nın ekoloji-kadın-işçi-yerli halklar eksenindeki enternasyonal mücadelenin önemli bir aktörü olarak andığı Via Campesina’nın Gezi Direnişi sonrası Türkiye’de faaliyet göstermeye başladığını da notlarımıza ekleyelim. G20 Zirvesi’nin 2015’te Antalya’da toplanmasından sonra Çiftçi-Sen ile birlikte hareket eden Via Campesina, o dönemde İzmir’de bir basın açıklaması yapmıştı. Via Campesina adına konuşan Carlos Marentes G20 Zirvesi’nde alınan serbest ticaret kararlarının ülkelerin kendi besin kaynakları üzerindeki egemenlikleri karşısındaki en önemli tehditlerden birisi olduğunu açıklamıştı. Via Campesina 23-25 Şubat 2016’daki Yılortası Konferansı’nı da Türkiye’de tertip etmişti.
Fikret Başkaya’nın Eko-Sosyalist Paradigma: Komünist Topluma Giden Yol kitabını, bu yılın mart ayında Yordam’dan çıkan Gençlerle Baş Başa: İklim Krizi ve Ekolojik Yıkım kitabıyla[2] birlikte değerlendirmek gerektiği düşüncesindeyim. Haddimi aşarak, iki nedenle, İklim Krizi ve Ekolojik Yıkım’ın Eko-Sosyalist Paradigma’dan bir kerte daha mühim bir çalışma olduğunu düşündüğümü belirtmeliyim: Bir, her iki kitap aynı yazar tarafından yazılsalar, aynı konulara değinseler, aynı paradigmadan hareket edip aynı sonuçlara ulaşsalar da İklim Krizi ve Ekolojik Yıkım, hedefine gençleri alan, onların dilini/jargonunu, dünyaya bakışlarını, ilgilerini… önceleyen bir kitap. İkincisi, bir düşünceyi basitçe anlatabilmek, konu hakkında hiçbir bilgisi olmayanlara onların ilgisini çekecek ve onlara bir şeyler öğretecek maharette anlatabilmek sadece “bilgi” değil, “ustalık” ve “tecrübe” de isteyen bir uğraş, bir sanat. Fikret Başkaya Eko-Sosyalist Paradigma: Komünist Topluma Giden Yol’da bilgisini, Gençlerle Baş Başa: İklim Krizi ve Ekolojik Yıkım’da ise gençlere bilgisinden süzülen ustalığını ve yaşının ona verdiği tecrübeyi aktarmış.
[1] Fikret Başkaya, Eko-Sosyalist Paradigma: Komünist Topluma Giden Yol, Yordam Kitap, İstanbul, 2020.
[2] Fikret Başkaya, Gençlerle Baş Başa: İklim Krizi ve Ekolojik Yıkım, Yordam Kitap, İstanbul, 2020.