Türkiye’de Siyah Karşıtı Irkçılığa Dair Bazı Düşünceler

Festus Okey 17 Ağustos 2007 günü İstanbul’da gözaltına alınmasının ardından Beyoğlu Polis Merkezi’nde bir polis tarafından öldürüldü. Sanık polis, duruşmalarda herhangi bir kanıta dayanmaksızın, Okey’in uyuşturucu satıcısı olduğunu ve Siyahların[1] bu anlamda dikkat çektiğini belirtti.[2] Avukatı savunmasında kullandığı basmakalıp, ötekileştirici dille Okey’i toplumsal düzene aykırı bir insan, bir “yabancı” olarak niteledi. Mahkeme ilk dava gününden bugüne ayrıcalıklı, gücü elinde bulunduranlardan yana taraf tuttu ve dava boyunca Festus Okey için hak mücadelesi yürüten halk, Göçmen Dayanışma Ağı, Okey’in ailesi ve insan hakları avukatlarının önüne bir dizi bürokratik engel koydu. Okey mülteci statüsünde bir göçmendi, bununla ilişkili olarak Beyoğlu Polis Merkezi’nde öldürülen kişinin gerçekten Festus Okey olup olmadığı şüphesi öne sürüldü. Akabinde kimlik tespiti için Nijerya’ya gönderilen mektupların işleme alınacak ciddiyeti taşımadığı görüldü, çünkü ya başka dilde kaleme alınmış ya da yanlış merciye iletilmişlerdi. DNA eşleşmesi için davaya müdahilliği istenen Okey’in abisinin vize başvuruları reddedildi. Bunlar söz konusu engellerden sadece birkaçıydı. Mahkeme, 18 Ocak 2021 günü Okey’in yaşam hakkının ihlal edildiğine karar verdi ve aileye tazminat ödenmesine hükmetti. Ancak mahkeme, yaşam hakkı ihlalinin ayrımcılığa dayalı eşitlik hakkı ihlaliyle ilişkisini reddetti.[3] Festus Okey Davası’nın yirmi dördüncü duruşması 17 Mart 2021 tarihinde görülecek.

Festus Okey Davası münferit bir hadise değil. Tracey Lynn Brown 2013 yılında Özbekistan’dan ABD’ye uçmak üzere transit yolcu olarak İstanbul Atatürk Havalimanı’nda bulunurken gözaltına alındı ve üç polis tarafından boğularak öldürüldü. Bu hadisenin her saniyesi bir kamera tarafından kaydedildi ve video sosyal medyada yayıldı. Sanık polislere 2018 yılında yedi yıl, altı aya kadar ceza verildi.

İnsanlar Türkiye’de siyasi duruşlarından, cinsel yönelimlerinden, etnik kimliklerinden ötürü polis-devlet şiddetine maruz kalıyor. Kimin, neye dayanarak, kimin hayatını sona erdirme kararını verdiğini anlamak için her bir vaka toplumsal güç ilişkileri ve mağdurun toplumsal alanda sahip olduğu konum bağlamında değerlendirilmelidir. ABD, Almanya, Avusturya, Belçika gibi ülkelerde Siyah kişilere yönelik polis şiddeti, günümüz kurumsal yapılarının temelini oluşturan ve sistematik şiddeti, yapısal ve gündelik yaşam ırkçılığını yeniden üreten tarihsel koşulların devamlılığıyla ilişkilidir. Peki bu vakalar Türkiye'de nasıl konumlandırılmalıdır? Türkiye'de Siyahlara yönelik şiddet hakkında konuşmaya nereden başlamalıyız?

Osmanlı İmparatorluğu’nda ve Türkiye’de Kölelik ve Afro-Türkler[4]

2017’de gerçekleşen iyi bir komşu temalı 15. İstanbul Bienali’ni gezmeden önce Suriye’de savaş tırmanırken, kadın karşıtı politika ve Kürt halkının maruz kaldığı ırkçılığa dair vakaların sayısı her geçen gün artarken, dünya çapında insanlık dışı sınır politikaları izlenirken, bazı sanat eserleri sansürlenir ya da sergiler iptal edilirken, böyle bir başlıkla kime hitap ediliyor diye kendime sormadan edememiştim. Pera Müzesi’ni bu düşüncelerle adımlarken, üçüncü katta yer alan kurumsal eleştiri alanında çalışan sanatçı Fred Wilson’ın Afro Kısmet[5] yerleştirmesi ile bugün Siyahların yaşadığı şiddet biçimleri arasındaki ilişki üzerine düşünmeye başladım. Bu yazının çıkış noktasını bu düşünceler oluşturdu. Osmanlı İmparatorluğu’ndaki köle ticaretinin ve bugünkü izlerinin işlendiği eserde Wilson, çeşitli müzelerden ödünç alınmış resim ve gravürlerde arka planda yer alan Siyah figürleri görünür hale getirerek köleliğin Osmanlı toplumunun bir parçası olduğunu gösteriyordu. Resimlerin yanı sıra, yerleştirmenin bir diğer odağı İznik Çinisi ile döşenmiş karşılıklı iki paneldi, üzerlerinde Osmanlı hat sanatı kullanılarak Arapça, Siyahların 1960’li yılların sonunda Amerika’da başlattığı eşitlik talebine dayalı kültürel hareketin ismi olan Black is Beautiful (Siyah Güzeldir) ve Mother Africa (Ana Afrika) deyimleri yazılıydı. Osmanlı döneminin sanat ve kültür yaşamına ait bu pratikleri ve objeleri kendi sanat tarihi anlatımına kazandıran Wilson’ın yerleştirmesinde yer alan Murano camından yapılmış Eclipse ve The Way the Moon’s in Love with the Dark başlıklı iki parlak siyah avize objesi, Osmanlı İmparatorluğu'nda Siyah kişiler için kullanılan, onların gündüz vakti “parıldamasını” vurgulayan ve onları Siyah olmayan nüfustan ayıran “Gündüz Feneri” tanımına bir gönderme olarak yorumlanabilir. Günümüz sanatçıları arasında, işlerinde Türkiye sanat tarihi yazımında Siyah figürlerin temsilini mesele eden, İstanbul’da yaşayan Deniz Pasha’nın güreşen iki Siyah erkeği resmettiği The Embrace adlı işi toplumsal cinsiyet ve ırk gibi iktidar ve ayrımcılık kategorilerinin kesişimselliği ve eşzamanlılığına dayanır.[6] Sanat ve kültür alanlarındaki bu örnekler, Osmanlı İmparatorluğu ve ardından kurulan Türkiye’nin yaptığı köle ticaretinde Siyahların konumuna ve bunun, günümüz sosyal, politik ve gündelik yaşamındaki zihinsel devamlılığına işaret eder.

Osmanlı'da köleliğin yükselişi 13. yüzyıla, yasaklanma süreci ise 19. yüzyıla tekabül eder.[7] Tarihçi Ehud R. Toledano, Suskun ve Yokmuşçasına: İslam Ortadoğu'sunda Kölelik Bağları adlı kitabında 19. yüzyılda köle ticareti yoluyla her yıl Afrika kıtasından getirilen köle sayısının tahminen 16 bin ila 18 bin olduğunu aktarır.[8] İngiltere'de köle ticareti 1807 tarihli Köle Ticareti Yasası ile kaldırıldıktan sonra, İngiliz yetkililer yasağı izleyen yıllarda Osmanlı İmparatorluğu'nu uluslararası ve bürokratik yollarla baskı altına aldı.[9] Bu bağlamda 1839 yılında Tanzimat reformları kapsamında köle ticaretinin yasaklanma süreci başlatıldı. Tarihçi Y. Hakan Erdem, bu reformlardan sonra, kamusal alanlarda köle ticaretinin kısmen yasaklanmasına rağmen, el altından devam ettiğini belirtir.[10] Mustafa Olpak makalesinde köle ticaretinin ancak 1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasıyla kaldırıldığı, 1924 yılında eşit haklar kanunuyla kölelerin sahiplerinden bağımsızlaştığı, 1926'da ise vatandaşlık hakkı aldıklarını yazar.[11] Burada rol oynayan unsur 1924'te halifeliğin kaldırılmasıyla köle sisteminin yasal dayanağını kaybetmesidir.[12]

Esma Durugönül, Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti'ndeki Siyah halkların tarihinin yazılmadığını, yüzyıllardır bu topraklarda varlığını sürdüren Afrika kökenli Türklerin tarihini içeren yeni bir tarih yazımına ihtiyaç olduğunu belirtir. Türkiye'nin eğitim sistemindeki resmî tarih yazımı ve aktarımının, Anadolu’ya köle olarak getirilen kişileri dışladığını vurgular.[13] Burada bahsi geçen, kökeni Afrika ülkelerine uzanan Türkler de o kişilerin torunları olmakla beraber, kendilerinden önceki kuşaklar hakkında az bilgiye sahip olan ve bugün ağırlıklı olarak Akdeniz ve Ege bölgesinde yaşayan kişilerdir. Çerkezler, Aleviler, Kürtler, Ermeniler, Süryaniler, Rumlar gibi ezilen halklar için Türkiye’nin kuruluşunun anlamını irdeleyen tarih çalışmalarında kölelik tarihine oldukça az yer verilmektedir. Durugönül’ün 2003 tarihli makalesinin sorunsalı bugün hâlâ güncelliğini koruyor.

Afro-Türk halkının görünürlük kazanmasında özellikle Mustafa Olpak’ın 2005 yılında hikâyesini araştırdığı ailesine dayanan Kenya-Girit-İstanbul: Köle Kıyısından İnsan Biyografileri adlı kitabı önemli bir rol oynar. Olpak’ın büyükannesi ve babası Kenya'dan bugünkü Girit adasına, Yunanistan'a getirilmiş, sonra Yunanistan ile Türkiye arasındaki nüfus mübadelesi kapsamında 1923'te Türkiye'ye gelmiş. Olpak bu bağlamda, kendi deneyimlerine de dayanarak, Afro-Türklerin tarihinin işlenmesini üç kuşağa ayırır: Birinci kuşak köle olarak yaşar, ikincisi tarihini inkâr eder, üçüncüsü ise araştırır. 2006 yılında Afro-Türkleri tek çatı altında toplama amacıyla bir Afro-Türk derneği olan Afrikalılar Kültür ve Dayanışma Derneğini kuran Olpak, kuşaklararası bireysel ve toplumsal tarih aktarımındaki boşluğu doldurmaya yönelik çalışmaların başlamasına ön ayak olmuştur.[14] Dernek 2007 yılından bu yana Dana Bayramı[15] gibi kolektif bir belleği paylaşan farklı ülkelerden birçok kişinin ve bu konuda çalışan bilim insanlarının davet edildiği çeşitli etkinlikler düzenlemektedir.
Afrikalılar Kültür, Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği’nin şu anki başkanı Şakir Doğuluer, bugün Türkiye'de kaç Afro-Türkün yaşadığına dair devlet tarafından derlenen bir istatistik olmadığını belirtiyor. Dernek üzerinden ilk kuşağı genelde Tanzanya, Sudan, Kenya, Kongo, Etiyopya ve Somali'den gelmiş olan yaklaşık 25 bin kişinin yaşadığı bilgisini sahibiz [16]

Devamlılık

Evlatlık Sistemi

Olpak, köle sisteminden evlat edinme sistemine bir geçiş olduğunu öne sürer. Ona göre bu geçiş, Tanzimat reformlarının hemen ardından başlar ve evlat edinilen çocuklar kölelerin yerini alır.[17] Bu çocuklar çoğunlukla ailesi azat edilmiş, devletin açtığı yurtlara yerleştirilmiş ve evlatlık verilmek üzere terk edilen öksüz ve yetimlerdir. Ferhunde Özbay “Türkiye’de Evlatlık Kurumu: Köle mi Evlat mı?” başlıklı makalesinde evlat edinme sistemine ilişkin yasanın 1926'da Türk Medeni Kanunu’na dahil edildiğine dikkat çeker. Bu yasaya göre otuz beş yaş üzeri Türkiye vatandaşı, çocuğu olmayan herkesin on sekiz yaşından büyük olmayan bir kişiyi evlat edinmesine izin verilmeye başlanmış. Bu yasa o zamana kadar toplumsal yaşamda devam eden kölelik benzeri uygulamalardan kaçınılmasını hedefliyordu.[18] Özbay, 1857'de kabul edilen Tanzimat reformlarının tedbirlerine ve 1926’da çıkan bu yasağa rağmen evlat edinme sisteminin, köleliğin bir formu olarak, 1960’lı yılara kadar kötüye kullanıldığını vurgular. Evlat edinme sistemi çerçevesinde devam eden uygulamaları yasaklamak için 1964 yılında Kölelik, Köle Ticareti, Köleliğe Benzer Uygulama ve Geleneklerin Ortadan Kaldırılması Kanunu yürürlüğe girdi.[19] Pratikte bu yasanın amacı, Türk ailelerin Siyah, Ermeni, Kürt ve Çerkez kızları evlat edinip, onları ev ve bakım işlerinde kullanmalarının önüne geçmekti.

Olpak ve Özbay, Gül Muyan'ın 2006 yılında çektiği, adı çocuk şarkısı Arap kızı camdan bakıyor’a dayanan belgeselinde de evlatlık kurumunu anlatırlar. Bu çocuk şarkısındaki "Arap kızı" evlat edinilmiş Siyah bir kızı ifade eder. Bu şarkı Şanar Yurdatapan tarafından “13.5” başlığıyla yeniden yazıldı ve 1975 yılında Afro-Türk şarkıcı Esmeray tarafından yorumlandı. Bu yorumun güftesi şöyledir:

Yağmur yağıyor, seller akıyor
Arap kızı camdan bakıyor
İşte benim Arap bacı
Saçlar kıvır kıvır, dudaklar kırmızı
Gözler boncuk boncuk, dişler inci dizi
Alnıma yazılmış bir kara yazı

Korkar kaçar çoluk çocuk
Bir çimdik 13,5
Rengim kara olsun varsın
yeter ki kalbim kara olmasın

Annecim aman, geliyor öcü
Öcü değilse, Arap bacı
bacının hakkı yok rahat yaşamaya
bacının hakkı yok kalp taşımaya

Yağmur yağıyor, seller akıyor
Arap kızı camdan bakıyor

Korkar kaçar çoluk çocuk
Bir çimdik 13,5
Rengim kara olsun varsın
yeter ki bahtım kara olmasın

 

Evlat edinme sistemini ele alan çalışmalarda belirtilen Siyah kişilerin bakım ve ev işlerinde çalıştırılması Türk sinemasının Yeşilçam dönemine de yansımıştır. Sinemada Afro-Türklerin “Arap Bacı” veya “Arap Dadı” olarak temsil edildiği pek çok örnek var. Afro-Türk Dursine Şirin bu rolleri üstlenen oyunculardan biridir. Kitabı sinema ve tiyatroya uyarlanan Türk çocuk masalı Keloğlan'da da “Arap Bacı” karakterini görürüz. Burada dikkat çekilmesi gereken bir diğer nokta ise köle olarak getirilen birçok Siyah’ın bir Arap ulusuna aidiyeti olmadığı halde “Arap” olarak adlandırılmasıdır. Bu niteleme, Türkiye'de günlük yaşamda daha yaygın olan “zenci” kelimesi gibi Osmanlı döneminde Siyah köleler için kullanılıyordu. Türkiye’de özellikle hangi kelimenin Afro-Türkler ve Siyahlar için kullanılıp kullanılmadığı konusunda yeterli tartışma yapılmadığı için henüz bir ortaklık sağlanamamıştır.

Ayrımcılık

Günümüzde Afro-Türkler ve Türkiye’de göçmen olarak yaşayan Siyah kişilere atfen ”zenci”[20], “Arap” ve “kara” kelimelerinin kullanılması ırkçılığa dayalı ayrımcı pratiklerden biridir, bu geçmişteki iktidar ilişkilerini yeniden üreten bir pratiktir. Lülüfer Körükmez, Afro-Türklerin İzmir çevresinde ve şehir merkezinde ten renklerinden dolayı yaşadıkları ayrımcılığı konu alan araştırmasında Afro-Türklerin çeşitli şekillerde ayrımcılığa maruz kaldıklarına ve sözlü tacize uğradıklarına dikkat çekiyor.[21] Sözlü taciz sadece sokakta değil, aynı zamanda üniversitede, okulda, hastanede ve işte “zenci”, “Arap” ve “kara” kelimelerini içeren hitaplarla çıkıyor karşılarına. Afro-Türkler ve Siyahlar verdikleri röportajlarda, kendilerinden önceki kuşakların altında ezildikleri kölelik sistemini tanımlayan ve onlara bu dönemi hatırlatan terimlerin kullanılmaya devam ettiğini dile getiriyor, bu terimleri o dönemin zihniyetinin devamı olarak gördükleri için reddediyorlar. Körükmez, birçok Afro-Türk’ün taciz ve ayrımcılık nedeniyle okulu bıraktığına dikkat çekiyor. Olpak da ilkokulu ancak bitirebildiğini aktarıyor.[22] Bu kelimelere ek olarak sıkça duydukları “Nereden geliyorsun?”, “Türkçeyi nereden öğrendin?” gibi sorular da yüzyıllardır bu topraklarda varlıklarını sürdürmelerine rağmen hâlâ Türkiye toplumunun bir parçası olarak görülmedikleri ve yok sayıldıklarına işaret ediyor.

Yapısal, bir anlamda kurumsallaşmış ırkçılığın gündelik yaşamdaki ayrımcı pratiklerle kesiştiği deneyimlerden biri de, ifadesini Körükmez’in görüşme yaptığı Afro-Türk erkeklerin sözlerinde buluyor. Siyahların maruz kaldığı önyargıların onlar için de geçerli olduğunu, toplumda suçlu ve “uyuşturucu satıcısı” olarak görülmelerini ve İzmir merkezde sıklıkla polis kontrolüne maruz kaldıklarını anlatıyorlar.[23] Araştırmanın sonucunda edinilen bilginin, Festus Okey’in de maruz kaldığı polis şiddetiyle paralellik gösterdiği görülüyor.

Evlat edinme sistemi kapsamındaki uygulamaların, bugünkü Afro-Türklerin ve Türkiye’de kısa süredir ikamet etmekte olan Festus Okey gibi Siyah göçmenlerin maruz kaldığı ırkçılığın, ayrımcılığın ve şiddetin, köleliğin devamı olarak görülüp görülemeyeceği, Osmanlı İmparatorluğu'ndaki kölelik pratikleri üzerine söylemlerle ilişkilidir. Batı'nın tersine Osmanlı'da kölelik, daha az şiddet içeren, olumlu bir örnek olarak gösterilmekte ve toplumsal algı büyük ölçüde bu söylem etrafında şekillenmektedir. Bunun nedenlerinden biri köleliğin ev içi hizmet köleliği olarak yaygın olması ve kölelerin genellikle ailenin bir parçası olarak görülmesidir. Erdem, Osmanlı döneminde köle sistemini İslâmi düzenlemelere dayanan “açık bir sistem” olarak tanımlar ve bu sistemde kölelerin ölünceye kadar sahipleriyle birlikte kalmalarının zorunlu olmadığının altını çizer. Ona göre, kölelik sisteminin odağında kölelerin önceden belirlenmemiş bir süre zarfında sahipleriyle birlikte olacakları, bir gün azat edilecekleri ve topluma entegre olacakları ideali vardı.[24] Buna ek olarak, Osmanlı İmparatorluğu'nun 19. yüzyılda sömürgeci devletlerin “kurbanı ve “hasta adam” olarak görülmesi de bu algıyı pekiştirmekte ve Osmanlı İmparatorluğu’nu bir aktör değil, sanki Afrika'nın paylaşılmasında hiç rol oynamamış bir mağdur gibi göstermektedir.[25] Özbay’a dayanarak, köleliğin Osmanlı İmparatorluğu'nda insani bir uygulama olarak temsil edilmesinin, bazı yönleriyle kölelik dönemine benzerliği olan günümüz pratiklerinin eleştirilmesini güçleştirdiğini ileri sürebiliriz.[26] Ayrıca bu eleştirilmezliğin sonuçları, bir zamanlar köle olarak getirilip satılmış kişiler, onların evlat sistemi altında yaşayan çocukları veya torunları ve bugün yapısal ve gündelik ırkçılığa maruz kalan kişiler için de dikkate alınmamaktadır. Bu yaygın anlayış, Siyah kişilerin ve Afro-Türklerin tarihteki ve günümüz toplumundaki görünmezliğini beslemeye devam etmektedir.

Sonuç

Afro-Türklere ve Siyah göçmenlere uygulanan ayrımcılık Türkiye'de giderek büyüyen bir sorundur. Ayrımcı pratikler aniden ortaya çıkmadığı için bu yazı, bu pratiklerin tarihselliğini ve toplumsal inşasını anlamaya, Osmanlı'daki kölelik sistemi ve bu sistemin devamı olarak görülen Türkiye Cumhuriyeti’ndeki evlatlık sistemi aracılığıyla odaklandı. Özbay’ın çalışmalarına ve Afrikalılar Kültür, Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği’nin belgelerine dayanarak, kölelik sistemi 1857’de yasaklanmış olsa da köleliğe benzer pratiklerin 1964’e kadar devam ettiği söylenebilir. Bu devamlılığın bugünkü toplumsal kurumlar ve bireylerdeki tezahürü, iki farklı ayrımcılık pratiğiyle, yani kurumsal alanda sistematik olarak gerçekleşen yapısal ırkçılık ve gündelik yasamda inşa olan ırkçılıkla açıklanabilir. Osmanlı dönemindeki köle ticaretinin tarihi ve evlatlığa geçişin günümüzdeki Siyah karşıtı ırkçılıkla bağlantısı, Olpak'ın ailesinin geçmişine dayanan araştırması, Afrikalılar Kültür, Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği’nin faaliyetleri ve Körükmez'in çalışmasıyla gözler önüne seriliyor.

Eğitim sisteminde resmî tarih anlatısının ve aktarımının Siyahların ve Afro-Türklerin tarihini kapsamayışı ve dil alanında farkındalık çalışmalarının olmayışı ayrımcı pratikleri yeniden üretmekte ve pekiştirmektedir. Bu sadece devlet kurumlarının sorunu değildir. Toplumsal yaşamın her alanında farkındalık geliştirmek gerekiyor. Siyah halklar eleştirel tarih çalışmalarının bir parçası haline gelmeli, gündelik ve kurumsal ayrımcılık biçimlerinin araştırıldığı, dil konusunda derinlemesine tartışmaların yapıldığı daha çok alan açılmalıdır.


[1] Bu makalede “Siyah” özel isim olarak Türkiye’de yaşayan siyah göçmenler ve geçmişte Osmanlı topraklarında yaşamış olan köleler için kullanılmaktadır. Lülüfer Körükmez’in bu makalede değinilen çalışmasında belirttiği gibi Siyah Afro-Türkleri ifade eden sabit bir terim olarak görülmemektedir.

[2] Serhat Korkmaz, “Festus Okey ve Adalet”, Biamag-Cumartesi, 2021, https://bianet.org/biamag/insan-haklari/134802-festus-okey-davasi-ve-adalet

[3] Karar (18.01.2021). Ayrıca dava hakkında daha fazla bilgi için bkz. Pelin Çakır (2018), “Festus Okey: A Long Road to Justice”, harekact reporting, https://harekact.bordermonitoring.eu/2018/12/17/festus-okey-a-long-road-to-justice/; “Nijeryalı Festus Okey davasında sanık polisin 6 yıla kadar hapsi istendi”, Cumhuriyet, 4 Kasım 2020, https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/nijeryali-festus-okey-davasinda-sanik-polisin-6-yila-kadar-hapsi-istendi-1788462

[4] Afro-Türk terimine bir parantez açacak olursak, sanatçı Fred Wilson, 2017 yılındaki İstanbul'da yürüttüğü araştırması sırasında, Afro-Yunan, Afro-Kürt ve Afro-Ermeni için olası bir ortak terim olarak “Afro-Anadolulu” terimini duyduğunu belirtiyor. Bazı röportajlarda Siyahlar sadece Türklerle değil, başka halklarla da karıştıklarına değiniyorlar. Bkz. Fred Wilson, Afro Kısmet, Pace Gallery and Fred Wilson, Meridian Printing, East Greenwich, Rhode Island, 2018, s. 70. Ayrıca: https://www.youtube.com/watch?v=juMrxBM3ZXk

[5] Afro Kısmet yerleştirmesi, Wilson'ın 2003 Venedik Bienali'nde sergilediği “Untitled” projesinin devamı niteliğindedir.

[6] Erinç Seymen, “Deniz Pasha ile Röporta”, xoxo DIGITAL, 22 Ağustos 2017, https://www.xoxodigital.com/post/11408/deniz-pasha

[7] Lülüfer Körükmez, “Ten Rengi Ayrımcılığı: Afro-Türkler Örneği,” Sosyoloji Dergisi, sayı 35, 2017, s. 62-63. Osmanlı İmparatorluğu'nda köle ticareti, beyaz ve siyah köleleri içerir. Beyaz köleler çoğunlukla Kafkaslardan getirilen Gürcü ve Çerkezler, Afrika kıtasının farklı ülkelerinden getirilen Siyah kölelerdir.

[8] Ehud R. Toledano, Suskun ve Yokmuşçasına: İslam Ortadoğu'sunda Kölelik Bağları, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2010, s. 10.

[9] Ehud R. Toledano, Osmanlı’da Köle Ticareti (1840-1890), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2000.

[10] Y. Hakan Erdem, Slavery in the Ottoman Empire and its Demise, 1800–1909, St. Martin's Press, New York, 1996; Toledano, 2000, akt. Mustafa Olpak, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Köle, Türkiye Cumhuriyeti’nde Evlatlık: Afro-Türkler”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 68(01), s. 123-141; Ferhunde Özbay, Türkiye’de Evlatlık Kurumu: Köle mi, Evlat mı?, Boğaziçi Üniversitesi Basımevi, İstanbul, 1999, s. 10.

[11] Olpak, a.g.m., s. 124-125. Olpak ve Özbay’in makalesi geniş ölçüde Toledano ve Erdem’in makalelerine dayanmaktadır.

[12] Olpak, a.g.m., s. 124; ayrıca bkz. Erdem, a.g.e.

[13] Esma Durugönül, “The Invisibility of Turks of African Origin and the Construction of Turkish Cultural Identity: The Need for a New Historiography”, Journal of Black Studies, Cilt 33. Sayı 3, 2003, s. 282.

[14] Olpak, a.g.m., s. 126.

[15] Dana Bayramı geleneği Zor/Bori kültüründen gelir, kökenleri Kuzey ve Doğu Afrika'ya dayanır. Bu bayram, Osmanlı’nın son yıllarından 1922’ye kadar köleleştirilmiş Siyahlar tarafından her yıl kutlanmıştır.

[16] https://www.youtube.com/watch?v=WqlDwM47Mj8; https://www.youtube.com/watch?v=ZqpEESACZJQ

[17] Olpak, a.g.m., s. 127.

[18] Özbay, a.g.m., s. 9.

[19] A.g.m., s. 30; Afrikalılar Kültür, Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği’nin amaç ve hedeflerinde de bu kanuna atıf vardır: http://www.afroturc.org/amac-ve-hedefler. Ayrıca, kanun için bkz. https://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/KANUNLAR_KARARLAR/kanuntbmmc047/kanuntbmmc047/kanuntbmmc04700361.pdf

[20] İktidar ilişkilerini yeniden üreten bu kelimeleri, özellikle “zenci” kelimesini, bu yazıda kullanmamayı, onun yerine Almanca metin de kullandığım gibi “z-kelimesi” olarak kullanmayı tercih ederdim. Ancak bu konu üzerine yapılan kamusal tartışma bir sonuca bağlanmadığı için açık olarak kullanıyorum.

[21] Körükmez, a.g.m., s. 68.

[22] A.g.m., s. 69.

[23] Ag.m., s. 71.

[24] Bkz. Arap Kızı Camdan bakıyor belgeselinde yer alan Hakan Erdem röportajı: https://www.youtube.com/watch?v=1OY6mK9PO0Q

[25] Mostafa Minawi, Osmanlı emperyalizminin İngiliz ve Fransız emperyalizminin bir parçası olarak görülmesi gerektiğini savunur. Ona göre “Scramble for Africa” ("Afrika Talanı") olarak adlandırılan Berlin Konferansı'na Osmanlı Devleti'nin on dört Avrupa devletinden biri olarak katıldığı dikkate alınmalıdır. Osmanlı İmparatorluğu, Tanzimat reformları aracılığıyla Afrika'da neo-emperyal taktikler ve stratejik hedefler geliştirmeye çalışmış, Berlin Konferansı’nda Afrika için Mücadele'de söz hakkı talep etmiştir. Mostafa Minawi, The Ottoman Scramble for Africa:Empire and Diplomacy in the Sahara and the Hijaz, Stanford University Press, Stanford, 2016.

[26] Özbay, a.g.m., s. 2.


Görsel: Deniz Pasha, "The Embrace".