Sanırım dünyadaki en güzel gözler yeşil, siyah, mavi ya da büyük gözler değil; bir köpeğin gözleri. Canlı, sıcak, sevecen, belki de insancıl gözleri. İnsana yakınlığının etkisi olsa gerek bu. Her hayvanda insancıl bir yön arama gayretimizin de elbette. İnsana yakın olanı benimsemenin, uzak olanı dışlamanın ve her şeyin ölçüsünü insan kabul etmenin. Güzelliği ve çirkinliği, iyiliği ve kötülüğü kendi algımızla tüm doğaya taşımamız, hayvanları ve bitkileri de güzel ve çirkin, iyi ya da kötü yapacak, onlara yakıştırdığımız tüm bu sıfatlarla hayatımızda yer edinecektir. Aksi halde bir yılanın çirkin ve sinsi, bir tilkinin kurnaz olduğuna kim inandırabilir ki bizi?
Peki buna rağmen hayvan sınıfına tabi kılınan köpekler, nasıl aynı anda insanın hem dostu hem de düşmanı olabilir? Köpek sevmek insani bir yana işaret ederken, köpekler insanla en yakın iletişimi kurabilen en akıllı hayvanlar olarak kabul edilerek “dost” görülürken, köpekleşmek nasıl olur da insanı insanlıktan çıkaran bir kavram haline gelir? Örneğin Türkiye’de 1980 öncesi milliyetçilerine neden “köpek” denirdi? Başka bir isim bulunamaz mıydı?
Beyaz Köpek’te (Chien Blanc, Sel Yayıncılık, Eylül 2021, İstanbul, çev. Alev Er) 1968’de ABD’nin Fransa başkonsolosu olan Romain Gary’nin sıkça ortadan kaybolan köpeği, bir gün yanında bir misafirle kapıyı çalar. Bu sıska güzel köpek, bir anda ev sahiplerinden biri olur. Adını Batka koyar Gary. Ama bir süre sonra Batka’nın tuhaf bir özelliğini keşfeder Gary. Batka eve gelen siyah misafirlere ve kuryelere müthiş bir hırsla saldırmakta, hırlamakta ve elinden geldiği kadar boyunlarındaki şah damarını hedef almaktadır; ama beyazlara karşı hiçbir saldırganlık göstermemekte, aksine dostça soluyarak pati uzatmaktadır. Gary, bir türlü anlayamaz Batka’nın bu “dengesizliğini”. Sonunda siyah bir hayvan bakıcısı sayesinde çözer işin sırrını. Batka ABD’de beyazların siyahlara saldırmak için özel olarak eğittiği, vakti zamanında da kaçak köleleri yakalamak için kullanılan ve beyaz köpek/white dog olarak adlandırılan bir grubun üyesidir.
Gary siyahlara salyalarını akıtarak üzerlerine atlayan köpeğin bu halini kabullenmek istemez. Bir çıkış yolu olmalıdır, değişmelidir Batka. Irkçı köpek olur mu? Onu bu hale getiren nasıl bir eğitimse, başka türlü bir eğitim de bu halden kurtarabilir onu. Hayvan dükkânının sahibi umutsuzdur, köpek çok yaşlıdır ve artık onun için yapılacak hiçbir şey yoktur. Ama aynı dükkânda çalışan siyah bakıcı Keys durumu değiştirebileceğini vaat eder Gary’ye. Gary de Batka’yı Keys’in ellerine teslim eder.
Gary o sıralarda, özellikle oyuncu eşi ve insan hakları aktivisti Jean Seberg vasıtasıyla ziyadesiyle siyahların özgürlük hareketinin içindedir. Gerçekte hiçbir zaman onlara dahil olmaz ama eşi nedeniyle fiilen iç içedir siyahlarla. Örneğin birçok toplantı çiftin evinde yapılır.
İlişkide olduğu ya da fiilen aynı ortamda bulunduğu siyahlar arasında Vietnam’da ABD ordusunda savaşarak, döndüğünde siyah orduyu kurma tecrübesi edinmiş olma hayaliyle çocuklarını asker yapanlar olduğu gibi, siyahların yakma yıkma eylemlerini beyazların özellikle gizleyip siyah hareketini etkisizleştirmelerinden yakınan, görünür olmalarının engellenmesine deliren siyahlar da vardır. Bu sırada siyahlar arasında, annelerinin beyaz olduğunu beyan edenlerin, babalarının beyaz olduğunu beyan edenlerden daha fazla olduğunu, çünkü siyahlar açısından, “becerilen” tarafın beyaz olmasının siyah olmasından evla olduğunu öğrenmiştir Gary. Ayrıca siyah örgütler içinde siyah polis muhbirleri cirit atmakta, CIA ya da FBI tarafından siyah hareketi bölmek için bizzat kurulmuş siyah hareketleri gerçek hareketi tehdit etmekte, bu nedenle de siyahlar arasındaki suikastlar ve çatışmalar ayyuka çıkmaktadır.
Öte yandan romandaki -esasında bir anı ya da kısmi bir otobiyografi olarak da okunabilir eser ama yayıncının yalancısıyız- siyah hareketi, siyahların gözünde tam ve gerçek bir siyah hareketidir. Bunun anlamı da şudur: Siyahlar komünizm vaatlerini görmezden gelmektedirler; çünkü eğer bu durum aşamalı olarak gerçekleşiyorsa ve bunun için de öncelikle kapitalist bir toplum şartsa, o kapitalistler evvelemirde siyahlara haklarını vermeli, yani parayı paylaşmalıdırlar. Siyahlar da beyazların zenginliğine ulaşamadıkları takdirde komünizm hiçbir siyahın umurunda değildir. Önce para. Ama Gary’ye göre siyahlar o kadar yoksuldur ki -1968’de dahi- Amerikan rüyasının koca bir yalan olduğu gerçeğinin farkında değildirler maalesef.
Bütün bunlardan öte başka bir şey daha dikkatini çeker Gary’nin. ABD’nin tüm başka devletlerden ya da uluslardan farklı bir yönü. ABD’deki siyahlar orada yabancı hissetmemektedirler kendilerini; aksine tam anlamıyla vatanları, evleri olarak görmektedirler bu ülkeyi. Öyle ya, ABD’nin her karışında siyah kanı, siyah emeği vardır. O yüzden de onlar Afrikalı değil, has Amerikalıdır. Ne başka bir devlet kurmak ne de Afrika’ya geri dönmek istemektedirler. Onlar Gary’nin geldiği Fransa’nın Cezayirlileri değildir. Belki de bu yüzden tüm bir siyah hareketinin adı “eşit haklar hareketi”dir. Zaten bütün roman boyunca satır aralarında ABD’nin bu farklılığını hep hissettirir Gary. Bir siyah İsrail kulağa saçma geliyor zaten, öyle değil mi? Asimilasyon kavramı da sanırım bugüne dek siyah hareketinde hiç kullanılmadı. ABD’nin söz konusu farkı, ulus olma şekli, demografik yapısı vs. düşünüldüğünde kulağa tuhaf da geliyor gerçekten.
Gary’nin siyah bakıcı Keys’ten duyduğu, efendinin siyahı/house-nigger da asimilasyonun ABD’ye ne kadar yabancı olduğunu kanıtlar gibidir. Kavram daha çok, Nazi toplama kamplarında Yahudi öldüren Nazi hizmetlisi Yahudileri andırır. Diğerleri gibi bir mahkûm olan bu Yahudilerin Alman asimilasyonuna uğradığı iddia edilemeyeceğine göre efendinin uşağı da siyahlar arasında, tıpkı Yahudilerde olduğu gibi, nefret uyandırır.
Gary’ye evinde yapılan bitmek bilmez toplantıların, siyah hareketinin ağırlığı çökünce soluğu, 68 hareketiyle kaynayan memleketi -Gary esasında bir Rus Yahudisi olmasına rağmen, eserlerinde kendisinin Fransa’ya daha yakın olduğunu hissettirir- Fransa’da alır. Heyecanlıdır, meraklıdır, tedirgindir. Ama yolu ABD’li siyah bir öğrenciyle kesişir yine. Siyah öğrenci, Fransızların siyah sorunu hakkında hiçbir şey bilmediklerinden, çünkü Amerikalı olmadıklarından yakınır. Ona evrensel bir sorun olarak yaklaşırlar ama siyahların sorunu evrensellik değildir; sorun, gerçek bir Amerikalı olmaktır. Troçki ile bir siyah arasında nasıl bir yakınlık kurulabilir ki?
Bir de ABD’li Yahudiler vardır, siyahlara haksızlık ettiklerini ve şimdi bunun bedelini ödediklerini düşünen Amerikan yurttaşları. Gary için ise bunlar, pogromlardan paçayı zor yırttıkları halde başka bir halk üzerinde üstünlük kurmaktan zevk alan kendini bilmezlerdir. Onlar değil midir toplama kamplarında yakılan, cesetleri moloz yığını gibi hendeklere atılan? Nasıl olur da kendilerini başka bir halka eziyet eder görüp onlar üzerinde tahakküm kurarlar? Ama gerçekten de ABD böyle bir ülkedir, bir Yahudi’ye bile vicdan azabı çektirebilir.
Velhasıl 1968’de ABD’de siyah hareketi ne kadar ayyuka çıkmışsa, bir o kadar da içten içe kemirilmektedir. Martin Luther King henüz bir suikasta kurban gitmiştir ve ABD’li siyahlar 68 Fransa’sının neden marketleri patlattıklarını, neden yağmalamadıklarını bir türlü anlayamamaktadır. ABD’li zengin Yahudiler günah çıkarmakta, siyah askerler Vietnam’da ABD bayrağı altında gururla savaşmaktadır. Öfke krizine girdiği anlardan birinde o vicdanlı Yahudilere aslında ne olduklarını hatırlatırken bulur kendini Gary. Bir siyah önderin, oğlunun savaş karşıtı olduğunu iddia ederek Vietnam’a gitmediğini söylemesi üzerine de “Hayır, âşık olduğu için gitmedi; savaş ya da Vietnam umurunda değil,” deyiverir birden. Sonunda kendini nereye atacağını bilemez Gary. Sürekli dünyanın başka yerlerine rezervasyon yaptırıp durur. Bazılarına gider, bazılarına gidemez, kısmet olmaz.
Tüm bu olanların arkasında hep insani bir şeyler arar sanki Gary. Tüm o büyük lafların, aforizmaların, toplantıların, suikastların ya da yakıp yıkmaların arkasında bir insan sesi duymak ister gibidir. Siyah hareketinden, Yahudi belagatinden, 68 baharından, komünizmden öte bir sıcaklık, bir derinlik, sevgiyle yaklaşan bir çift göz, bir köpek gözü belki.
Batka hâlâ Keys’tedir. Seyahatlerinden birinden dönüşte görmek ister onu. Karşılaştıklarında, üzerinde, kendisine saldırırken bulur onu. “Yanı başıma yıkılıp kalan, can çekişmesini izlediğim çok arkadaşım oldu -Gary aynı zamanda Nazilere karşı İngiltere’de çarpışmış bir savaş pilotudur-; ama umutsuzluk, anlayışsızlık ve acı ifadesi görmek istediğimde arayacağım yer, o köpeğin gözleri olacak.”
Keys merdivenin başında, Gary’nin kendi deyişiyle “bir köle gemisinin kaptanı” gibi durup izlemektedir olanları. Batka bu kez siyahlara değil, beyazlara saldırmaktadır. Sonunda koşmaya başlar, Garylerin evinin önüne kadar gelir. Tortop bir şekilde yere yıkılır ve ölür. Gary, karısı Jean’in kucağında bulur onu.
Keys, beyaz köpekten bir kara köpek yaratmıştır. O an için Gary öfkeden delirerek bütün kardeşlik umutlarının söndüğünü, kin ve nefrette birleşenlerin belki de kazanacakları bir savaşı kaybettiğini söyler Keys’e. Keys’e göre ise durum sadece meşru müdafaadan ibarettir. Keys efendinin/Batka’nın siyahıyken, Batka efendinin/Keys’in beyazına dönüşmüştür.
Romanı bitirdiğimde Batka için yas tutarken buldum kendimi. İnsan denen mahlûkatın bir hayvanda peşinde olduğu şeyin bir dost, dünyayı paylaştığı bir yoldaş değil, itaatkâr bir köle olduğunu hatırladım. Türk milliyetçileri de başkalarının köpeğiydi; dış güçlerin, ABD’nin, emperyalizmin. O yüzden onları tanımlarken kimse o muazzam canlılara nasıl hakaret ettiğinin farkına varmadı. “Köpekleşmek” diyen insan onurlu kabul edildi ama köpeğin tüm varlığı hiçe sayıldı. Herkes yaptı bunu; komünistler de, Müslümanlar da, siyahlar da, beyazlar da.
Ama nihayetinde Romain Gary’nin bir köpeğin gözlerine değişmeyeceği çok şey vardı, o yüzdendi bütün acısı. Çünkü “Hayvan sevmek berbat bir şey. Bir köpekte insana benzer bir şeyler görünce, insanda da köpek görmekten kendini alamaz, sevmezlik edemezsiniz onu. Ve insanlardan kaçmaya, umutsuzluğa razı olmazsınız asla. Asla huzur bulamazsınız.”