Motokuryeler, Covid-19 pandemisi başladığından bu yana, toplumsal yeniden üretimin sürmesi açısından hayati konumda. Ayrıcalıklı kesimler eve kapanıp uzaktan çalışırken, kuryeler yoğun çalışıp hayatlarını riske atmaya devam ediyorlar. Ancak ortaya koydukları emek ile toplumda gördükleri kabul ve değer arasında büyük bir uçurum var. Hükümetler, şirketler ve ünlüler söylemsel düzeyde de olsa kuryelerin emeğini tanırken kuryeler örneğin aşılama kampanyalarında ön sıralarda değildi.[1] Yine aynı şekilde, kuryelerin çalıştığı şirketlerin kârlılık oranları ile aldıkları ücretler ve tehlikeli çalışma koşulları arasında ters bir orantı vardı. Örneğin Türkiye’nin bilinen firmalarından Getir, artık Avrupa’nın çeşitli başkentlerinde. Türkiye’nin elektronik ticaret sektörü, üç yıllık finansal hedeflerine pandeminin ilk üç ayında erişti. Fakat şu bir gerçek ki firmaların küresel atılımlarının gerisinde, kuryelerin kırılganlıkları var. Bu işçiler, virüs taşıyor oldukları gerekçesiyle damgalandıkları gibi, müşterilerden ve işverenlerden saygı görmüyorlar. Üstelik, iş yükü ve hızlı teslimat baskısı nedeniyle pandeminin ilk yılında kurye ölümlerinin on kat arttığını biliyoruz.
SSRC’nin (Social Science Research Council) desteği ile yaptığımız “Algoritmik İş, Kırılgan Bedenler: Hızlı Teslimat İşçileri ve Covid-19 Döneminde Türkiye’nin Halk Sağlığı Krizi” başlıklı araştırmamızda, pandemiden bu yana kuryelerin çalışma hayatlarının nasıl dönüştüğünü inceliyoruz. Beş şirkette çalışan yaklaşık kırk kurye ile görüştük. Şirketlerden ikisi halihazırda ânında teslimat yaparken, diğer şirketler pandemi sonrasında artan internet alışverişleri nedeniyle kurye istihdamına gitmişti. Görüşmecilerimiz arasında depoda çalışan bir kadın işçi dışında bütün işçiler erkekti ve İstanbul’da yaşıyordu. Katılımcıların büyük çoğunluğu 20’li yaşlarında pandemi döneminde uzaktan eğitime devam etmeye çalışan veya işsiz kaldığı için kuryeliğe yönelen kişilerden oluşuyordu.
Görüşmelerimizde yer yer bir gerilimin ortaya çıktığını fark ettik. Söz konusu gerilim, kuryelerin motor sevdası ve yine onların hem mekânsal hem zamansal gözetimini gerektiren algoritmik emek sürecinin yarattığı bedensel gerilimlerin arasında duruyor (Gregory, 2020). Biz de bu kısa makalede, gözetim, özgürlük ve gerek mutluluk gerek bedensel riski aynı potada eriten ikircikli araçlar olarak motosikletler arasındaki ilişkiyi tartışmaya açmak istiyoruz. İki argümanımız var. Öncelikle, kuryelerin gözetimle ilişkilerinin birkaç katmanı var. Gözetimin bedensel sonuçları ve gündelik iş yükleriyle bağlantılı olarak kuryeler, gözetimi isteyebildikleri gibi, gözetime karşı kayıtsız ve bazen tamamen eleştirel de olabiliyor. İkinci argümanımız ise özgürlük ile ilgili. Pandemi ile keskinleşen ekonomik darboğaz döneminde motosiklet, bir tür özgürlüğü simgeliyor ve onu mümkün kılıyor. Biz, motosikletlerin mümkün kıldığı özgürlüğün esaret üreten bir özgürlük olduğunu düşünüyoruz. Her ne kadar patronla tesis edilen asgari irtibat ve bizzat motor kullanma pratiği bu özgürlük hissini beslese de bedensel risklerin aslında motosikletleri bir boyunduruk aracına dönüştürdüğüne dikkat çekiyoruz.
Gözetimin çoklu katmanları: Kabul, kayıtsızlık ve eleştiri
Kuryelerin toplumsal kontrolü, yüksek genç işsizliği nedeniyle aslında işyerine gelmeden başlıyor. Malum, asgari ücret geçtiğimiz beş yıl içerisinde döviz bazında 400-450 eurodan 270 euroya gerilerken 2020 ve 2021’in ilk çeyreğinde genç işsizlik oranı % 25,3’e yükseldi. Ülkedeki 15-24 yaş arasındaki her dört kişiden birisi işsiz olduğu için, kuryeliğe talep yüksek. Ayrıca pandemi tedbirleri nedeniyle işsiz kalan kafe-bar-restoran çalışanlarının da kuryeliğe yöneldiğini gözlemledik. Her ne kadar pandemiyle birlikte sektör genişlemiş olsa da gerek yasal boşluklar gerek artan işsizlik, sektördeki ücretleri baskılıyor.
İşyerine geldiğimizde ise veri temelli gözetim sistemleri devreye giriyor. Müşteriler, cep telefonlarındaki uygulama ile sipariş verip kuryenin konumu ve geliş süresini takip edebiliyorken patronlar ve kuryeler, siparişlerin alınması, toparlanması ve dağıtımı için ayrı bir uygulama kullanıyor. Müşteri siparişi verdiği an, depo sorumlusu malları hazırlıyor. Kuryeler, siparişin eksiksiz ve doğru bir şekilde paketlendiğini kontrol ediyor. Yola çıktığı anda, durumunu güncelleyip müşteriyi bilgilendirmek de kuryenin görevi. Eğer işyerindeki uygulama onaylarsa, kuryeler yakın muhitlerde birden fazla yere dağıtım yapabiliyor. Sipariş teslim edilince, kuryenin “sipariş tamamlandı” seçeneğine basıp bir sonraki sipariş için “uygun” haline geçmesi lazım. Yani kuryelerin konumu ve teslimat süreleri anbean izleniyor.
Peki kuryeler bu sisteme ne diyor? Mesele bedensel sağlık olursa, kuryeler gözetimi kabul ediyor çünkü bir kaza olması durumunda sistemden ânında görünmeleri mümkün. Bazı durumlarda ise kuryeler, Lisa Dencik ve Jonathan Cable’ın (2017), Mark Fisher’ın (2009) “kapitalist gerçekçilik” kavramından ilhamla “gözetim gerçekçiliği” adını verdiği bir yerden hareketle gözetime karşı kayıtsız kalıyor ve bir bakıma gözetimi normalleştiriyorlar. Ancak bu, kuryelerin gözetimi tamamen kabullendiği anlamına gelmiyor. Uygunluk durumunu sisteme ânında bildirme gerekliliği konusunda kuryeler mutsuz çünkü bu “sürekli uygunluk durumu” kuryelerin işe ara verme ve nefes alma hakkını ihlal ediyor. Buna bir de söz konusu şirketlerdeki karne ve onlar üzerinden hayata geçirilen puan/prim uygulamalarını ekleyin. Bahsettiğimiz karnelerde, kuryelerin teslimat sayısı, teslimat süresi, güvenli ve ekonomik sürüş becerilerine dair aldıkları notlar var. Murat (35) lise mezunu ve son altı aydır kuryelik yapıyor. Söz konusu gözetim pratiklerinin işçi sağlığı yerine kârları gözetmesi konusunda eleştirileri var:
Dükkâna yaklaştığımızda üzerimize sipariş düşüyor. Bunun yüzünden istirahat etme şansımız olmuyor. Tamam, yarım saat istirahat hakkımızı veriyorlar ama biz 7,5 saat boyunca hiç durmadan çalışabiliyoruz. Beş dakika kendimizi dinleme imkânımız olmuyor. Bu sistemden dolayı sürekli telefonumuza sipariş düşüyor. Boş durmasın, sürekli çalışsın mantığında yapmışlar programları. Çok zor oluyor, lavabo ihtiyacımızı bile gideremiyoruz, bazen yol üstünde benzinliğe girip işimizi görüyoruz. … Biraz da çalışan şey gibi hissediyor: Biz köle miyiz kardeşim, artık yeter. Sürekli sipariş düşüyor, 10 dakika ara versin.
Murat’a hiç kaza yapıp yapmadığını soruyoruz. “Allah’a şükür olmadı,” diyor ama iş sonrası vaktini nasıl geçirdiğini sorunca, işyerindeki gözetim temelli üretkenliği eleştiriyor. Çünkü bu sistemde ara vermek yok, hiç durmadan çalışmak var:
Dinlenme olayı biraz zor oluyor. 12 saat çalışıp 12 saat size kalıyor ama bu 12 saatin hepsi kalmıyor. Kişisel bakımınızı yapma sorumluluğunuz var işten dönünce. Bunları gerçekleştirip bir oturayım çay içeyim, sohbet edeyim deseniz, istirahat zamanınız kalmıyor. Mutlu muyuz? Allah’a şükür. Mutluluk demeyelim de, açta açıkta değiliz hiç yoktansa.
Murat’ın açta açıkta olmamasına şükretmesi ve bir yandan da mutlu olmama hali nedeniyle gözetim meselesini çok boyutlu ele almamız gerekir çünkü kuryeler gündelik hayatlarında çalışırken ve emek süreçlerini anlamlandırırken, gözetime farklı yaklaşımlar (kabul, kayıtsızlık ve eleştiri) geliştiriyorlar. Dolayısıyla aslında kuryelerin “dijital kafes”te (Vallas ve Schor, 2020) çalıştıkları hakikati karşımızda dursa da bu “kafes”, şükretmek ile mutlu olmamayı bir arada tutan çelişkilerle dolu. Şükür ve mutlu olmamanın bir arada durması, gözetimin ikircikli yapısına işaret ediyor çünkü Murat aktif bir şekilde üzgün değil ama aktif olarak mutlu da değil. Evet, şükrediyor ama bu şükretme durumu, çalışmaya dair eleştiriyi de engellemiyor. Peki, Murat ve meslektaşlarını çalışmaya devam ettiren nedir? Bir yandan gittikçe kötüleşen ekonomik koşullar altında, kuryeler asgari ücretten fazla kazanabiliyor. Bu bakımdan kuryelerin hak ettiklerinin altında ancak asgari ücretten görece yüksek ücret alıp “açta açıkta kalmama” hissini duyması önemli. Fakat diğer taraftan, boğucu bir sosyoekonomik ortamda motosiklet sürmenin ürettiği bir özgürlük hissi de var ve bir sonraki kısımda bu meseleyi irdeliyoruz.
Motosikletler ve esaret üreten özgürlük
Motosiklet, kullananlar için bir tür özgürlüğü ifade ediyor ve bu anlamda kuryeliği çekici kılabiliyor. Motosiklet ve sağladıkları hareketlilik sayesinde kuryeler, patronlarıyla asgarinin üzerinde bir ilişki kurmak zorunda kalmıyor. Örneğin liseyi dışarıdan bitirmeye çalışan İsmail (28) eskiden berberlik yaparken pandemi döneminde kuryeliğe başlamış. Evli ve bir çocuk sahibi. Asgari ücretin üzerinde kazanıyor ve onun için motor sürmek ve getirdiği özgürlük hissi önemli:
Kimseyle muhatap olmuyorsun, virüs bulaşma riski de çok az dediklerinden sonra kuryelik benim için zevkli olmaya başladı, motor kullanmayı da sevdiğimden. Hiçbir motorcu yağmurlu havayı sevmez ama yağmurda motor kullanmayı aksine ben daha çok seviyorum.
Buradan hareketle İsmail’den, hiç tanımayanlara kuryeliği tarif etmesini istedik. İsmail, yanıtında özgürlüğe vurgu yapıyor:
Bana göre motokuryelik gerçekten yapılabilecek en güzel iş. Motokuryelik yapan biri başka bir iş yapamaz. Neden? Bizim hiçbir zorunluluğumuz yok. Özgürüz. Motor özgürlüktür derler, gerçekten de motorun üzerine bindiğimde o özgürlüğü hissediyorum. Ailem bana diyor ki berber dükkânı aç. Açayım da kuryeliğe bu kadar alışmışken nasıl orada sabit kalacağım? Ama mesela yeni bir tane çocuğa başlattım. Çocuk başladığı gün kaza yaptı ve beni gördüğünde bana dediği laf, motora Azrail’le beraber biniyorsunuz abi, ben bu işi yapmam oldu.
Pandemi nedeniyle birkaç depo ziyareti dışında düzenli olarak katılımcı gözlem gerçekleştiremedik. Kuryeliğin duygusal ve estetik boyutunu anlayabilmek için araştırmamıza katılan kuryelerden, bir kurye olarak çalışmanın nasıl bir his olduğunu bize resmetmelerini (Warren, 2008) istedik. Her ne kadar yoğun iş tempoları ve gizlilik nedeniyle fotoğraf çekemeseler de, bize betimledikleri durumları, nesneleri veya mekânları, illüstrasyon haline getirdik. İsmail, bize bir kelebeği tarif etti:
İllüstrasyon 1: İsmail’in kurye betimlemesi olarak kelebek
(İllüstrasyon: Aleyna Çatak)
İsmail: (Kelebek) Özgür. Hemen her şeye yem olabilir ve ömrü çok kısa. Bizim de hemen her an kaza yapabilme riskimiz var ya.
Ergin ve Adem: Kelebek olmak sana kendini nasıl hissettiriyor?
İsmail: Mutlu olmasam kelebek olmayı tercih etmem.
“Ben motorun üzerine çıktığımda, mutluyum diyebilirim. Her gün yeni motor kullanmayı öğrenen biri gibi içim kıpır kıpır oluyor,” diyor İsmail. Pandemi biterse berber dükkânı açma planı var İsmail’in. “Kelebek o zaman tırtıla dönecek”, farkında ancak hem daha iyi koşullarda çalışmak istiyor hem de müşterilerin virüs taşıyan kurye önyargısından bıkmış. “Madem virüs taşıyoruz, neden evinize bir şey istiyorsunuz?” diye soruyor İsmail.
Demek ki görüştüğümüz kuryelerin anlattığı özgürlük “hem özgürleştirici hem baskıcı” bir özgürlük ya da antropolog Claudio Sopranzetti’nin ifadesiyle evrensel ya da mutlak Özgürlük yerine küçük harfle özgürlük var karşımızda (Sopranzetti, 2017: 69). Ancak bu küçük harfli özgürlük (patronla asgari düzeyde muhatap olma ve müşterilerle çok az ilişki halinde olma) da çelişkilerle dolu. Bu çelişkiyi Murat net bir şekilde dile getirdi:
Daha iyi şartlarda iş bulamıyoruz ama çalıştığım iş de aslında benim için kötü değil. Kafamı dinlemiş, rahat etmiş oluyorum. İnsanlarla pek bağlantıya girmiyorsun. Can güvenliğinden başka sorumluluğun yok neredeyse.
“Kafa rahatlığı” karşılığında “can güvenliğinden başka sorumluluk olmaması” hakikaten de sert bir durum. Hemen her kurye de zaten bize “motorun kaportası biziz” ve “kaza yapmamış kurye yoktur, kaza yapacak kurye vardır” diyerek işin bedensel temeldeki güvencesizliğini vurguladı. Yaralanma ve ölüm riskine bir de kuryelerin önemli bir kısmının içinde bulunduğu borçluluk halini eklemek gerekiyor. Üstelik bazı kazalarda masrafları kuryeler üstlenmek zorunda olduğu için sanıldığı gibi patronlardan azade olmak mümkün olmuyor. Dolayısıyla da motosikletler sadece anlam üretme aracı değil, güvencesiz bir ekonomide işsizliği azaltarak hegemonya kurma aracı olarak da karşımıza çıkıyor. İşte tam da o nedenle kuryelerin yaşam enerjisini kâra ve esarete dönüştürdükleri için motosikletleri esaret üreten özgürlük araçları olarak tarif etmeyi uygun görüyoruz.
Sonuç olarak hızlı teslimat sektörü, pandemide kendisini sorun çözen ve hayat kurtaran bir sektör olarak konumlandırdı. Ancak bu söylemler, nihai olarak siyasetten bağımsız değil. Öncelikle hızlı teslimat sektörünün verimliliğini mümkün kılan görünürdeki teknolojik ilişki, maddi eşitsizlikler ile var olan siyasi bir ilişkidir. Ayrıca her ne kadar sektör kendisini sorun çözen ve hayat kurtaran bir sektör olarak konumlandırsa da kuryeleri bir nevi makul geçim sahası olarak kendine çekebiliyor. Bunu iki şey mümkün kılıyor. Birisi yüksek genç işsizliği, diğeri de oldukça yabancılaştırıcı bir toplumsal bağlam içerisinde gençlerin özgürlüğü patron ve müşterilerle asgari düzeydeki ilişki olarak tahayyül etmesini mümkün kılan motosiklet sürmekle bağlantılı gündelik keyif. Kim bilir? Gerek Türkiye gerek dünyada gig işçilerinin[2] yeni filizlenen örgütlenme pratikleri, motor keyfinin mutlak anlamda Özgürlükle bir araya geldiği bir dönemin habercisidir.
[1] Geçtiğimiz günlerde Yemek Sepeti CEO’luğunu bıraktığını açıklayan Nevzat Aydın, sendikalaşma girişimine karşı çalışanların iş kolunu değiştirdiği için kurye olarak çalışır göstermediği motokuryelerini hükümetle kurduğu yakın ilişkiler sayesinde aşı sırasında ön sıralara almaya başarmıştı. Haber linki: https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/yemeksepeti-banabide-asi-kavgasi-1844103
[2] Gig, aslen kısa süreli iş ve gösteri anlamına gelir. Örneğin bir müzik grubunun düzenli olmayan sahne performanslarına “gig” adı verilir. Günümüzde ise teknoloji temelli uygulamalarla kurulan ve esnekliğin esas olduğu ekonomiye gig ekonomisi deniliyor. Uber, Lyft, Deliveroo veya Türkiye’de Getir ve Banabi gibi uygulamalar, bu ekonominin bir parçasıdır. Türkiye’de ve dünyada bu esnek ekonominin parçası olan işçiler, örgütlenerek daha iyi çalışma koşullarını işverenlerden talep etmektedir. Şirketler de kendi çıkarlarını korumak için özellikle yasaları kullanmakta ve lobi faaliyetlerine başvurmaktadır. Gig ekonomisinin ne kadar yeni olduğu meselesi, bu yazının sınırlarını aşmaktadır ancak biz, teknoloji temelli yenilikler olduğunu düşünmekle birlikte, kapitalizmin tarihinde sıkça rastlanan esneklik, eve iş verme, emeğin feminizasyonu ve güvencesizlik gibi olguların yeni olmadığına da dikkat çekmek istiyoruz.
Referanslar
Dencik, Lina, and Jonathan Cable. (2017). “Digital Citizenship and Surveillance| The Advent of Surveillance Realism: Public Opinion and Activist Responses to the Snowden Leaks”, International Journal of Communication, 11(0): 763–781.
Fisher, Mark. (2009). Capitalist Realism: Is There No Alternative?, Winchester, UK: Zero Books.
Gregory, Karen. (2020). “‘My Life Is More Valuable Than This’: Understanding Risk among On-Demand Food Couriers in Edinburgh”, Work, Employment and Society, 35(2): 316–331.
Sopranzetti, Claudio. (2017). “Framed by Freedom: Emancipation and Oppression in Post-Fordist Thailand”, Cultural Anthropology, 32(1): 68–92.
Vallas, Steven ve Juliet B. Schor. (2020). “What Do Platforms Do? Understanding the Gig Economy”, Annual Review of Sociology, 46(1): 273–294.
Warren, Samantha. (2008). “Empirical Challenges in Organizational Aesthetics Research: Towards a Sensual Methodology”, Organization Studies, 29(4): 559–580.